İnsanlık tarihi boyunca dört element; Ateş, Hava, Su ve Toprak evreni ve insanın içsel yapısını anlamlandırmak için kullanılan en eski sembolik modellerden biri olmuştur. Antik Yunan’dan Hint felsefesine, Doğu kozmolojisinden Orta Çağ simyasına kadar pek çok kültürde bu elementlerin, yalnızca doğayı değil, insanın ruhsal ve psikolojik katmanlarını da açıklamak için kullanıldığını görürüz. Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung, bu kadim modeli yeniden ele alarak dört elementin, insan bilincinin temel işlevi olan düşünme, hissetme, sezme ve sezgi (intuition) ile derin paralellikler taşıdığını söyler. Ona göre bu dört unsur, zihinsel ve duygusal süreçlerin arketipsel temellerini oluşturur ve kişiliğin bütünlüğe ulaşması, bu işlevler arasındaki dengeyle mümkündür. Yine Antik Yunan Hekimi Hipokrat hastalıkların kökenini, bedenin dört unsurundaki dengesizlikle ilişkilendirir ve bu kadim anlayış sağlık ve insan psikolojisi arasındaki ilişkisiyi çarpıcı biçimde özetler.
Bu kadim model yalnızca Batı geleneğinde değil, İslam düşüncesinde de önemli bir yere sahiptir. Özellikle Erzurumlu İsmail Hakkı gibi tasavvuf geleneğinin güçlü isimleri, anasır-ı erbaa yani dört unsurun insanın hem fiziksel hem de manevi yapısındaki yansımalarını ayrıntılı şekilde açıklar. Ona göre insan bedeninin maddi tarafı bu dört unsurdan oluşur; fakat daha önemlisi, her elementin insan nefsinde ve ruh hâlinde bir karşılığı vardır. Ateş hırsı ve iradeyi, Hava zihinsel hareketliliği, Su duygusal derinliği, Toprak ise sabrı, dayanıklılığı ve tefekkürü temsil eder. İsmail Hakkı’ya göre insanın kemale ermesi, bu unsurların nefiste birbirine galip gelmeden, dengeli bir şekilde var olmasına bağlıdır. Bu anlayış, Jung’un psikolojik dengeden söz eden modeline şaşırtıcı ölçüde yakındır; ne büyüleyicidir ki iki gelenek farklı dillerle aynı içsel hakikati ifade eder.
Bugün elementleri hem mitolojik hem bilimsel hem de psikolojik bir çerçevede düşünmek, insan deneyimine daha bütüncül bir gözle bakmamızı sağlar. Elementler artık fiziksel birer madde olarak anlaşılmaktan ziyade, bedenimizi, zihnimizi ve duygularımızı yöneten farklı dinamiklerin metaforlarıdır. Ateş enerjiyi, Hava zihni, Su duyguları, Toprak ise somut gerçekliği temsil eder; tıpkı beynin farklı bölgeleri gibi, birlikte çalıştıklarında bir uyum yaratırlar. Modern nörobilim hareket, nefes, duygular ve bedensel farkındalık arasında karmaşık bir etkileşim olduğunu ortaya koyarken, kadim öğretiler bu bağlantıyı yüzyıllar önce işte bu sembollerle tarif etmişti.
Ateş elementi canlılık, hareket ve dönüşümün simgesidir. Arkaik mitlerde Prometheus’un insanlığa ateşi getirmesi yalnızca ışığı değil, bilinci, kültürü ve iradeyi de temsil eder. Bedendeyse ateş metabolizmanın gücü, harekete geçme kapasitesi ve motivasyon olarak karşılık bulur. Modern psikoloji bunu “dürtü enerjisi” ya da “arzu gücü” şeklinde tanımlar. Ateş,bize içimizdeki o yaratıcı kıvılcımı besleyip beslemediğini, enerjisini bilinçli bir şekilde yönlendirip yönlendirmediğini ve artık işlevini yitirmiş kalıpları dönüştürmeye cesaret edip etmediğini sorgulatır. Erzurumlu İsmail Hakkı da ateş unsurunu, insanın “cevvaliyet” (hareket ve kararlılık) niteliğiyle ilişkilendirir.
Hava elementi her kültürde zihnin, düşüncenin ve görünmeyen fakat etkisi hissedilen güçlerin sembolüdür. Mitolojide ruh (pneuma) ve nefes aynı kelimeyle ifade edilir; çünkü nefes hem biyolojik yaşamın hem de zihinsel berraklığın anahtarıdır. Bilinçli nefes, zihni ve bedeni dengelemek için olağanüstü bir araçtır. Hava, ateşin tutkusuyla suyun duygusallığı arasında bir köprü görevi görür ve düşüncelerin, duyguların akışını düzenleyen içsel bir rüzgâr gibi çalışır. Tasavvufta nefesin özel bir yeri vardır; İsmail Hakkı nefesi “insanın iç âlemine açılan kapı” olarak nitelendirir ve insanın manevi hâlinin nefes ritmiyle yakından ilişkili olduğunu söyler.
Su elementi duyguların, sezgilerin ve bilinçdışının sembolüdür. Tüm kozmolojilerde su hem yaratılışın kaynağı hem dönüşümün aracıdır. Psikolojide su, duyguların akışkan doğasıyla ilişkilendirilir. Bastırılan duygular derine çöker ve daha biçimsiz hâllere dönüşebilir; sinir sistemi ve bağışıklık üzerinde etkileri vardır. Su elementi duyguya alan açmayı, hisleri yargılamadan kabul etmeyi ve arınmayı temsil eder. Yine İsmail Hakkı suyu “rahmet ve latiflik” makamıyla ilişkilendirir; suyun insana yumuşaklık, merhamet ve sezgi verdiğini söyler.
Toprak elementi ise beden, maddi gerçeklik, süreklilik ve emeğin sembolüdür. Antik kültürler toprağı “Büyük Ana” olarak görmüş, yaşamın form bulduğu yer kabul etmiştir. Toprak modern psikolojide bedensel farkındalık ve gerçeklikle temas kavramlarına karşılık gelir. Bedende olmak, anda kalmak ve somut adımlar atmak hayallerin dünyada bir karşılık bulmasını sağlar. İsmail Hakkı toprağı insanın “itidal ve sükûnet” tarafı olarak tanımlar; insan, toprağın sağladığı sabır ve dayanıklılıkla olgunlaşır.
Dört element bir araya geldiğinde içsel bütünlüğün bir modelini oluşturur: Ateş hareket ettirir, hava yön verir, su derinleştirir, toprak somutlaştırır. Mitolojik simgelerin, psikolojik işlevlerin ve tasavvufî öğretilerin bu uyumu insanın karmaşık yapısını anlaşılır kılar. Ve en nihayetinde içsel ve hatta dışarıdaki denge, aslında bu dört alana nasıl temas ettiğimizi ve hangi elementin baskın ya da zayıf olduğunu fark etmekle başlar.
YORUMLAR