X

Bu hafta telaffuz etmeye korktuğumuz hatta utandığımız bir duygu hakkında yazmak istedim: Sevmemek ya da hoşlanmamak... Sevgi o kadar çok tarif ediliyor ve sahip olmamız gereken tek derin duyguymuş gibi tanıtılıyor ki, tam tersini yüreğimizin ucundan bile geçiremiyoruz hatta buna hakkımız yokmuş gibi şartlanıyoruz.


Hem kendimizi hem de çevremizi koşulsuz, hoşgörülü ve şefkatli bir yaklaşımla sevebilmek büyük bir erdem olabilir ancak bu duygunun diğer ucu olan sevmemek/hoşlanmamak da son derece olağan, varoluşla birlikte gelen bir duygudur. Üstelik bu duyguyu da içimizde uyandığı andan itibaren algılamayı, dikkate almayı ve şifresini çözebilmeyi öğrenmiş isek çok da işimize yarayan, yaşamımızın tüm boyutlarındaki kararlarımızda bize ışık tutan bir pusuladır.


Birinden veya bir şeyden hoşlanmamak hakkımızdır, önemli mesaj/bilgi taşıyan bir aracı duygudur. Bu duyguyu algıladığımızda yanlış veya ayıp bir şey yapıyormuşuz gibi bir hisse kapılıp kendi kendimize duygumuzu çürütecek ipuçları aramaya, gerekçeler üretmeye girişirsek hem kendimizle hem de duyguyu uyandıran kişiyle/ortamla/olayla ilgili çok önemli ipuçlarını kaçırırız. İlk görüşte hoşlanmak fenomeni gibi ilk görüşte hoşlanmamak diye bir olgu da vardır ve insanın o anda uydurduğu bir durum değildir; dikkate alınmalıdır. Hatta ilk görüşte dikkatinizi çekmeyip daha sonradan hoşlanmadığınız ufak tefek şeyler bile fark etseniz, o noktada “pause” düğmesine basmalı ve bu duygunun neden uyandığı sorusunun peşine düşmelisiniz. Ortamın veya gidişatın “güzelliğini” bozmamak adına bu duraklamaya fırsat vermezseniz, sonradan şaşkınlık ve hayalkırıklığı yaşamanız muhtemeldir.


Buna en güzel örnek olarak bir romantik ilişkinin başlangıç dönemi gösterilebilir. Kimyasal süreç başlamıştır; karşılıklı fiziksel çekim zirvede ve birlikte geçirilen zaman en yoğun seviyede iken tarafların dikkatini çeken ufak tefek zıtlıkların üzerinde durulmaz. Hatta bazen söylenen sözlerin altyazısı hiç okunmaz ya da herkes işine geldiği gibi yorumlar, geçer. En tehlikelisi de şudur; Birlikte olma isteği bu kadar yoğunken herkes gerçekten neyi tercih eder, o andaki konuda fedakarlık yapabilir mi ya da uyum sağlayabilir mi pek düşünmez, unutur ya da bilse de söylemez. Yani zıtlıkları fark etme fırsatları yeni tanışmaya başlayan insanlarda mutlaka bol miktarda ortaya çıkar ancak hak ettiği önem gösterilmediği için arada kaynar gider. Ancak birbirini tanıma ve heyecanla yaklaşma dönemini, birbirine alışma ve alıcı gözle bakmaya başlama dönemi izler ve o güne kadar zaten var olan ipuçları tarafların radarına yeni yeni takılmaya başlar. Bu dönemde fiziksel çekim hala çok güçlüyse ilişki uzun süre devam edebilir ve bazı şeylerden hoşlanmama duygusu artık net bir şekilde hissedilmesine rağmen hala mevzu yapılmaz. Bu çekingenlikte ortamı bozmamak, her şeye rağmen bu ilişkinin devam etmesini istemek, gerginlik çıkmasından endişe etmek gibi faktörler etkili olur. Bu şekilde eğer yıllar geçmişse ve olumsuz duygulara hiç alan açılmamışsa, belki bir gün bambaşka bir konudan dolayı büyük tartışmalar çıkması ve bu tartışmaların hızlı bir şekilde eskiden dile getirilmemiş ancak kapatıldığı odada hırsından köpürmüş duyguların patlamasıyla alev topuna dönüşmesi çok olasıdır.


Pozitif duygularımızın çoğunlukta olması arzu edilen, yaşamımızın kalitesini arttıran bir durumdur. Ancak bu hedefi kovalarken uyaran niteliğinde olan, hem kendimizi hem de çevre ilişkilerimizde karşılaştığımız tarafları gerçekçi değerlendirmemize yardımcı olan olumsuz duygulara hak ettiği önemi vermeli ve dikkate almalıyız. Bu konuları karşı tarafla sağlıklı bir iletişim dili kullanarak konuşma cesaretini gösterebilirsek gelecekteki olası hayalkırıklıklarını/üzüntüleri/küskünlükleri de önlemiş oluruz. Kalbinizin hem kapılarının hem de radarlarının açık olduğu, huzurlu günler dilerim...