HT Hayat Anasayfa Cem Mumcu ile ev hali tadında | Yaşam

Demokrasi ve yurttaşlık ilişkisi de dış politikası da parçalı bulutludan sağanak yağışa her gün değişen memleket havasını bir de Cem Mumcu ile değerlendirdik. Ülkenin olası teşhisi nedir? Devamlı geçmişi reddetmek ülke insanına ne hissettirir? Türkiye’de devlet ve yurttaşlar nasıl bir ilişki dinamiği içinde? “Zamanın bile kadını erkeği var” ne anlama geliyor?



Siyasetçilerin şizofren, psikoz gibi kelimeleri hakaret ve suçlama niyetine kullanmalarına rastlıyoruz. Bazılarının kimlik, kimisinin de teşhis kabul ettiği kelimelerin hakaret olarak kullanılmasını sorgulamayan reaksiyonlarsa bu haberlerin ardından geliyor. Oysa Cem Mumcu bir kısmı psikososyal engelli statüsünde olan “gerçek deliler” için “Deliler aslında toplumun yükünü taşırlar. Zaman zaman bize gerçeği söylerler, duymayız. Delirtenler hiçbir zaman kendi delirttiklerine bakmazlar ve onların deliliklerine bakar; bunu bir eksik, patoloji olarak görürler” diyor.


Dialogger nedir? Nasıl başladı?

Bir iki tane arkadaşım var. Şebnem, halka ilişkilerci bir arkadaşım. O bana çok sık gelir. Ben ona “Hala kızım” derim, öyle hissederim. O bana hep sorular sorar. Cevaplar o kadar hoşuna gitti ki “Ya şunları telefonda çekerek yayınlayacağım” dedi. “Beni uğraştırma” dedim ama çekti. Bunları da yayınladık biz. Yayınlanınca da çok ilgi çekti. İlgi çekince bunu bir formata oturtalım dedik. Konuklar gelsin, herkes istediğini sorsun sohbet edelim. “Evde nasıl olduysak öyle olalım” dedim. Öyle de oldu, kimisi bunu eleştiriyor belki, bilemiyorum. Onlara da diyorum ki “Değil kafanızdakileri bana söylemek sorularınızı bile hazırlamayın. Gelip birdenbire öyle oturalım” Öyle bir şey oluyor yani. Dialogger ismini Onur Emel koydu bu arada.


Oyun arkadaşlarınız da sizin gibi psikiyatrist ya da psikolog mu? Yollarınız nasıl kesişti?

Her meslekten insan olabiliyor. Mesela saçımı kesen Murat var, onu çok severim. Yakınlarda o da gelecek. En komik ve keyifli bölümlerden biri olacak bence.


Size erkek ve kadın ilişkileri ile ilgili çok fazla soru geliyor. Genelde cevaplarınızda “hap bilgilerle saçmalamamak, rağmen sevebilmek” gibi vurgular var. Peki, Türkiye’nin kadınlık ve erkeklik rolleriyle ilgili ön kabulleri, klişeleri vs. ilişkilere nasıl yansıyor?

Her yerine yansıyor işte. Çocukluktan başlıyor. Anne babanın çocuğuna yaklaşımından başlıyor. Geçtim ilişkiyi. Ondan sonra o yapı öğreniliyor. Hep söylüyorum, bu erkeklik ve kadınlık rollerinin taşıyıcısının anneler ve kadınlar olması beni şaşırtıyor. “Sen kız çocuğusunun, sen bunu yapamazsın” diyen “Sen şöylesin, busun” diyen anneler çok oluyor. Oğlan çocuklarına da “Elinin kiridir” diyen anneler oluyor. Dolayısıyla yapı böyle sadece erkekler tarafından inşa edilmiş değil. Kadınlar ve erkekler tarafından birlikte yaşatılıyor. En basiti bir kızla bir çocuk birlikte olduklarında erkeğin geçmişi diye bir şeyden bahsedilmez. Kadının geçmişinden konuşulur mesela. Onunki nasıl bir geçmiş, bununki nasıl bir geçmiş. Erkek geçmişi ve kadın geçmişi diye bir ayrım vardır. Zamanın bile erkek olanı ve kadın olanı var.


Dialogger sohbetlerinde neler yaşıyorsunuz? Bu çalışmanızdan umduğunuz şey nedir?

Zaman güzel geçsin. Alttan alta izlensin istiyoruz tabii. Daha fazla insan izlesin istiyoruz sanırım. Bir de orada normalde söylemediğim, normalde yazmadığım, normalde aklıma gelmeyen; daha önce hiç öyle ifade etmediğim bir şey bana çok güzel bir soru sorulduğunda pat diye ortaya çıkıyor. Benim için de ilham verici oluyor. Hayırlara vesile olsun. İnsanların kalbi ruhu ve zihni açılsın. Bir de şu an çok derinliksiz gidiyor ya hayat, Youtube’da mesela çok derinlikli şeyler yok. Biraz derinlikli şeyler de olsun ama bu derinlikli şeylerin sıkıcı olması demek değil. Bunlarla da eğlenebiliyoruz.


“Cumhuriyet” bir gün muayenehaneye gitse…


Türkiye halkı yekpare bir insan bünyesi olsaydı önce hangi semptom veya davranış bozuklukları gözünüze çarpardı? Aklınıza gelen teşhis olasılıkları nedir?

Davranış bozuklukları diye bakmam. Önce “Derdin ne?” diye sorardım, “Niye geldin?” derdim ve muhtemelen o yekpare vücut bana “Bir derdim yok” derdi. En büyük sorun orada başlar. Ya da kendinde bir dert bulmazdı, dışarıdan bahsederdi. Amerika şunu yapıyor, onlar şunu yapıyor. Kendine bakmayla ilgili Türkiye halkı yekpare vücut gibi, bir kere de kendinde hata bulacağı bir şey arıyorum ben. Pek de bulmuyor yani... Yunanlılar kötü, Amerika kötü, Ermeniler kötü, İsrail kötü, Filistin bilmem ne... “Şeyimizi şey yaptılar.”


Yani kendine bakmadığı için pek benden faydalanamaz gibi geliyor. Ama mesela Türkiye’de hafif bir borderline tutum sezerim. “Borderline”lar şöyledir: Çocukken biz annenin memesi süt veriyorsa çocuk ona iyi meme der, annenin memesinden süt gelmiyorsa ona da kötü der. İyi ve kötü ikiye ayrılmıştır yani. Ama biz yaş aldıkça ve tekamül ettikçe, kişiliğimiz organize oldukça hiçbir şeyin tam iyi ve tam kötü olmadığını şeylerin iyi ve kötü özellikleri olduğunu birleştiririz. Borderline yapı bunu ikiye ayırır. Biz de hep böyleyiz. Türkiye ya Lale Belkıs’tır ya da Hulusi Kentmen’dir. Ya çok kötüdür ya çok iyi. Halbuki öyle bir hayat yoktur. Böyle bir insan yoktur. Borderline yapı da şuna götürür insanı. Birdenbire bir şeyi, kimseyi çok yüceltirsin sonra birden bire yerin dibine itersin.


2008’de “Kısa Devre” adlı programda Türkiye’nin gittikçe hoyratlaşmasından ve buna alışıp alışmamaktan bahsetmişsiniz. Peki geçtiğimiz 11 senede ne oldu? Vulgarlık, nobranlaşma, hoyratlık, yüzeyselleşme gibi şeylere alıştık mı, katılıyor muyuz?

Ben çocukken Dallas dizisini bize çocuk olarak izletmiyorlardı. Hatta bazen yetişkinlere de izletmiyorlardı. Dallas dizisi son derece “bilmem ne” idi. Şimdiki herhangi bir Türk dizisi Dallas’tan çok daha “bilmem ne”dir. Neyse o kafalarındaki “şey”. Duyarsızlaşmak diye bir şey var. Bir uyaran, bir şey küçük dozlarda yavaş yavaş yavaş yavaş arttığında biz duyarsızlaşmaya başlarız. Bu hoyratlık da küçük dozlarda yavaş yavaş arttı. Hatta politik olarak “Olur mu lan öyle şeyler?” dediğimiz her şey oluyor şu anda.


Bir politikacı hiç “böyle” bir şey söylememişti ama söyleye söyleye artık normalleştiriyoruz. Suya girersin de soğuk dersin ama biraz sonra soğuk gelmemeye başlar ya onun gibi. Biz iyice desentize olduk, duyarsızlaştık. Hayatta her şeye duyarsızlaşılır. Hatta çok iyi bakmak lazım, insan iyi şeylere de duyarsızlaşır. Elindekinin kıymetini, güzelliğini, tatlılığını da unutur. Kötü şeylerin kötü olduğunu ona iyi gelmediğini de görmemeye başlar onun için duyarsızlaşma insan için hep tehlikeli sulara girmek demektir. Çünkü insanı azaltan bir şey bu. İyiye duyarsızlaşmak da kötü. Mesela teşekkür etmeyi unutursun, “Sağol” demeyi “Allah razı olsun" demeyi, “Ne kadar güzelsin” demeyi unutursun. Kadın her gün güzel yemek yapıyordur "yemek ne kadar güzel olmuş" demeyi unutursun...


Türkiye’de iktidarların yurttaşlara yaklaşımına bakarsak, devlet nasıl davranıyor bize?

Devlet dediğin şey borçlu olduğunda senden faiziyle alan ama senin ondan alacağın olduğunda isterse silebilen, ebeveyn diliyle konuşan, beni çocuk yerine koyan, başımı örtsem “Aç!” diyen açsam “Ört!” diyen, ibadetime karışan, cinselliğime karışan, cinsel yönelimime karışan bir şey...


Güya benim için olan ve benim seçtiğim gibi görünen ama tamamen yukarıdan konuşan karşıdakini bir çocuğa çeviren, son derece çapraşık ilişki kuran, korkutucu, ürkütücü, sindirici. Geliştirici, büyütücü, destek, yoldaş değil.


Yanında hisseder misin? “Nasılsa benim devletim var, polisim var, mahkemeler var” diye bir güven duyuyor muyum ben duymuyorum. "Allah düşürmesin" deriz biz genelde... Şiddet uygulayan ebeveyne benziyor, böyle parmak sallayan. Asayiş ve güvenlikle ilgili “nasılsa polis var” hissinde olman lazım ama polisten ben aynı zamanda korkuyorum. Hem de hiçbir suçum yokken korkuyorum. Komik değil mi yani? Suçlu olanın korkması iyidir ama ben suçum yokken de korkuyorum bu bana ne yapacak diye. Eşit ilişki kurmuyor.

Gidişattan memnun olmayan yurttaşlar umut ve neşesini geri kazanmak, korumak, irrasyonal fikir ve tepkilere kapılmamak için zihnini nasıl koruyabilir ya da sağaltabilir?

Bir kere oturup konuşabilmeyi öğrenmemiz lazım. Büyük yüzleşmeler yaşamamız gerekecek. Buna hazır mı insanlar bilmiyorum. Bunun altının kaldırılması gerekiyor. Alttan çıkacak pisliğin de görülmesi cezalandırılması hesabının ödenmesi ve insanların da bunları hem görmesi hem de yüzleşmeleri gerekiyor ki yüzleşmeden olacak iş değil. Ben görür müyüm böyle bir şeyi bilemiyorum. “Hadi çocuklar barışın” diye iki çocuğu bile barıştıramazsın. Ne oldu ne bitti diye ciddi ciddi konuşmamız lazım.


Bu yüzleşmeme haliyle birlikte düşündüğümüzde bilinçdışımızda hangi duygular birikmiş olabilir? Bu bir halka ya da insana neler yapar?

Sağaltım ve iyiye gitme meselesi her zaman kendine bakmayla başlar. Yapı kendisine baktığınca dönüşür. Kendimizden başlamak zorundayız bakmaya, acıtıcıdır. Aksi halde yansıtırsın kendindekini. Yadsırsın, inkar edersin. Yansıtmalı özdeşim yaparsın. Aklına gelen bütün savunma mekanizmalarını ve patolojik savunu mekanizmalarını kullanmaya iter bunlar. Dağıtır yapıyı. Kişilik örüntüsünü kendinden uzaklaştırır.


Ama biz kendimize bakmaya meyilli miyiz, kendi hatalarımıza bakmaya meyilli miyiz?

Özür kültürümüz yok bizim ya “Hata yaptım, affet beni, teşekkür ederim, kusura bakma...” Zaten azdı şimdi hiç yok gibi. Düşünsene Uzakdoğu’da hata yaptı diye intihar ediyor adam. İdeali olduğu için söylemiyorum ama onurlu bir şekilde intihar eden bir kültür yani. Biz genelde savunmadayız. Savunduğunda kendinden uzaklaşırsın.


Farklı zihinlerin birbiriyle anlaşma ve yanyana yaşayabilme zemini oluşabilmesi, yeniden güven hissi ile diyaloğa katılabilmesi için elzem olanları söyleyebilir misiniz?

Büyük büyük yapılarda güven hissinin yeniden hayata karışması için bir takım rol modellerin tutumları etkili olur. Onun için liderlerin, fikir insanlarının devreye girmesi bunları konuşulur hale getirmeleri gibi adımlar lazım. Bu kadar çocuklaştırdığın ve bu kadar bilinçdışı süreçlere ittiğin bir halkı çocuklaştırdığın için önce biraz çocuk gibi davranmak zorundasın galiba. “Gel biraz konuşacağız.” demek zorundasın yani. Çok öfkeli, çok kırılgan, çok hoyrat realiteyi görmekten çok uzak bir haldeyiz. Bir de yani delilik deyince zannederiz ki bireye dair bir şeydir. Evet delilik kişiye dair bir şeydir ama delilik bulaşıcı da bir şeydir. Toplumsal psikozlar vardır. Aileler bir psikoz çekirdeğidir. Devletler, uluslar, ülkeler bir psikoz çekirdeğidir. Psikoz bulaşıcıdır, delilik bulaşıcıdır, sapkın düşünceler bulaşıcıdır. Düşman tarifi yaparsın ve herkes düşman görmeye başlar ve gerçektir onun düşman olduğu. Yetmezmiş gibi onu düşman haline getirirsin çünkü adama düşmanca davranırsın.


Yargılama merakı nereden geliyor?

Kendimize bakmayı sevmiyoruz. Hiçbir şekilde. Ailemizden aldığımız kültürde de bu var. Hep komşulara eleştiri, hep bilmem ne... Anlamaya dönük değiliz. Yapıları kendi içinde değerlendiremiyoruz. Montaigne’nin denemelerinde bir kabile babaları ölünce pişirip yiyorlar. Şimdi “Vay hayvan, vay yamyam!” demek çok kolay. Orada deniyor ki benim babam gibi bir canlıyı toprağı kurda kuşa vermiyorum içime alıyorum. Onun gözündeki yeri farklı. Çok kolay yargılıyoruz biz. Farklılıklarımızın niyesine bakmamız lazım. Çok hoyratız. Kendimize benzemeyen “başka”ya hoyratız. Bize benzemiyor olabilir birileri. Onları kendi gerçeği içinde anlamak ve görmek durumundayız.


Eleştiri ve yargılamak aynı şey mi?

Eleştiri daha düşünsel bir yerden çalışır. Yargılama ve yanlış yapılan eleştiri kişiye saldırı düzeyinde olduğunda o zaman işler değişiyor. Yoksa eleştiririz birbirimizi. Ama yargılama üzerinden yapıyorsak, kişilik üzeinden yapıyorsak, aşağılama düzeyinden yapıyorsak o eleştiri değil ki. Yargılamak kişisel bir şey. Ya senin ya onun kişiselliğinden kaynaklanıyor. Kişiye saldırmış oluyorsun. Kişi bunu neden alsın. Terapi içinde “yüzleşme” dediğimiz şey bir nevi eleştiri gibidir ama biz onu şifa için yaparız. Benim karşımdaki kişi “Şu anda beni yüzleştirdiği şeyi, bunu benim için yapıyor” der. Kendin için yaptığında ona “yüzleşme” demiyoruz.


Seçim sonuçları özellikle İstanbul halkına nasıl yansıdı sizce, havada hangi duygular uçuşuyor?

Galiba küçük bir rahatlama var gibi ama yani büyük bir rahatlama hissetmiyorum ben. Birileri birazcık daha konuşabilir oldu, hafif bir cesaret oldu. Ama ekonomik durum hala çok kötü olduğu için çok yansımıyor. Bu bir başlangıç muhtemelen. Daha iyi şeyler olmasını bekliyoruz.


Peki “Gerçek Deliler”?

Düzelme ve düzeltme kültürü de denilebilecek olan milyon dolarlık kişisel gelişim sektörü neden bu kadar çok rağbet görüyor?

İnsanlar iyi hissetmiyorlar. Hayatın bağıyla ve derinlikleriyle ilişkileri kopmuş durumda. Çare arıyorlar, çare ararken de ortada ne varsa ona koşuyor. Şimdi bu var ona koşuyor, şimdi şu var ona koşuyor. Kafası kesik tavuk sektörü o.


Popüler psikoloji makaleleri, kitapları çok revaçta. Peki ortada dolaşan tüm bu bilgiler OKB, şizofreni, depresyon, manik depresif gibi teşhis almış insanlar için ne ifade ediyor? Hayatları kolaylaştı mı?

İyileri var, var ama total olarak diyemem. Büyük oranda çöpe yakın. Ve insanlar çok kısa yoldan tekamül etme, iyileşme, düzelme daha bilmem ne olmak istiyorlar. Ama bu öyle kısa yoldan çalışan işler değil bu işler. Kısa yoldan nasıl çalışır biliyor musun dönüşüm, travma olunca çalışır. Bir tarafına bir şey kaçar, öyle. Yoksa kısa yoldan dönüşüm değil derinleşmek lazım acı çekmek lazım. Ben hep bunu söylüyorum. Spor yapıyorsunuz ya eve gittiğinizde kollarınız acıyorsa spor yaptınız demektir. Demek ki acıyacak. Ruhsal dönüşümü acımadan yapacaklarını düşünüyorlar. Azıcık acıyacak. Kendin acıyorsun, sen acıyorsun. Sana spor yapan alet ya da spor hocan acımıyor, sen acıyorsun.


Etiketleme ya da damgalama ne demek? Psikiyatrik teşhis almış insanlar için ne anlama geliyor?

Çok ağır bir şeydir, geçtim teşhis almayı. Çünkü ben gözlüklü biriyim bana gözlük dendiğini düşün. Ben gözlük değilim, gözlüğüm var. Ama sürekli bana gözlük gibi davranılıyor. Kabus olur bütün hayatım. Sadece gözlük diye hitap etmiyorlar gözlük olarak da davranıyorlar. Bizim özelliklerimiz onlar. Etiketleme stigmatize edilen insanlar artık o olarak kodlanır. Adam bipolar, o gün çok neşeli ona mani diyor ailesi hemen. Korkunç bir şey. Ya da şizofrenlerin tehlikeli, katil olduklarını zannediyorlar. Hayır ağbi, normal popülasyonla şizofrenler arasındaki cinayet işleme oranı arasında bir fark yok. Korkma korktuktan sonra onu tarif edip yaftalama, yaftaladıktan sonra sindirme, zarar verme, kapatma ve öldürme potansiyeli var insanın. Bize benzemeyen, kendine benzemeyen her şeyi... Eğer çoğunluk tek bacaklı olsa çift bacaklı adamın da hali o olur. Mesela palyaço korkusu vardır çocuklarda. Çocuklardaki palyaço korkusu şöyle, çocuk ilk palyaço gördüğünde çok korkuyor. Çocuk palyaçodan korkar çünkü daha önce hiç görmediği bir şeydir. Bu zaman zaman sanatçının da başına gelir, bilim insanının da başına gelir... Ama sonra aynı palyaçonun onu çok mutlu edici eğlendirici bir şey olduğunu anladığında korku yok olur.


Ruh hastası, deli, şizofren, manik depresif, narsist, obsessif gibi kelimeler günlük hayatta, medyada ve siyasette hakaret, suçlama olarak kullanılıyor. Bununla ilgili düşünceleriniz neler?

Bu acayip bir şeydir. Birincisi... Adamın nefriti var. Adama pis nefritli demezsin. Nefritli, nefrit diye bir hakaret yok. Senin hakaret tanımının içine hastalık girmez fakat psikiyatrik tanılarda malesef böyle bir şey vardır. Mesela manyak da onlardan biri aslında. Manyak “mani”den geliyor yani. İkincisi, bana şu çok sorulur: Birinin, birilerinin tanısı sorulur. Bir politik şahsiyetin mesela. Hatta sorunun içinde şöyle bir şey vardır yani “O psikopat antisosyal değil mi, narsist değil mi?” falan... Teşhis insana şifasına vesile olmak için konulan bir şeydir. Şifa yolunun başlangıcıdır. Hakaret olur mu öyle bir şeyden? “Pis antisosyal, pis narsist.” falan diyemezsin. “Pis şizofren!” diyemezsin. Dolayısıyla bana birisine teşhis koydurttuğunuz an ben onla ilgili şefkate dönmeye başlarım. Onun için de herkese teşhis koymayalım. “Kötü” diyorum ben, “O kötü biri.”.


Stresli çalkantılı bir dönemin, kriz döneminin, aklıselimin bitip “delilik/akıl hastalığı”nın başladığı yer neresi? “Hasta” yakını olduğunu bilmeyen insanlar (iş- okul arkadaşları- aile üyeleri) için ip ucu veya tavsiyeleriniz ne olurdu?

Ben şöyle bir şey söyleyeyim, belki senin soruna da cevap olabilir o... Arkadaşlarıma ara ara şöyle bir laf ederim benden hiç beklemediğiniz şeyler vardır; birinin parasını yemek, borcuna bilmem ne yapmamak, şunu yapmak bunu yapmak. Ben bunlardan birini yaparsam ne olur götürün önce bana bir emar çektirin.


Karakter dışı davranışlardan mı bahsediyorsunuz?

Evet. Yani kişinin paterni dışında bir şey görüyorsanız önce bir bakın bir hastahaneye bir doktora götürün. Bir şey vardır yani. Ben bunu Bakırköy’de yaşamıştım. Yaşlı bir adam getirdiler. Adam 80’ine yakın, hacı, efendi bir adam. Köyün en saygıdeğer kişisi, evlatları onu çok seviyor falan... Köyde yol yapılıyor işçiler gelmiş, yol işçileri var. İnsanlar da tarlaya gitmişler dede evde kalmış. Eve bir geliyorlar dede evde iki işçi ile seks yapıyor. Şimdi köylü evlatlar babalarını alıp getirdiklerinde şunu sordum “Babanızı böyle gördüğünüzde aklınıza gelen ilk şey ona kızmak öfkelenmek, ondan utanmak falan değil de “Babamıza bir şey oldu mu oldu?”. “Aynen” dediler. Çok acayipti çok gururlanmıştım, gözlerim dolmuştu. Ve adamın beyninde de tümör çıkmıştı. Sonuçta paterni dışında bir şey. Beynimizde tümör olunca neremizden ne çıkacağını bilemeyiz. Birden insan eti yemeye falan kalkışabiliriz.


Bireysel travma yaşamış ya da psikolojik şiddet altında yaşamış insanlara nasıl yaklaşmalıyız? İkincil travma yaratmamak için nelere dikkat etmeliyiz?

Travma yaşayan insana önce travmasını ağız tadıyla yaşayabileceği ve anlatabileceği bir ortam verilir. Ağız tadıyla. Suçluluk hissetmeden. Eleştirmeden, yargılamadan, istediği kadar ağlayacağı ve bağıracağı şekilde o yaşadığı şeyi anlatma özgürlüğünü ve ortamını yaratmamız lazım. Bizim ülkemizde tecavüze uğrayan tecavüzünü anlatamıyor.


Kamuda tanınan insanların eğer var ise teşhislerini açıklaması doğuştan yani organik deliler için olumlu olur mu, 2019’da gerekli mi sizce?

Bence kötü bir şey değil. Üstelik birçok konuda bir şeyler yapmış insanların kendi problemlerini ortaya koymaları, bunun yaşamsal bir süreç olduğunu bunun son derece normal olduğunu ifade ediyorsa gayet de iyi. Yıllar önce Aktüel, Nokta... O ünlü dergilerden birinde kapaktayım. Kapakta da “Ben bipolar 2’yim.” yazıyor. Ben bunu 98’de mi 99’da mı ne yaptım. Hatta bu çok da kullanıldı aleyhimde. O zaten kendisi “bilmem ne” diye. Ben mood disorder’a dahil bir adamım. Utanacağım bir şey yok bunda. Daha da abartıldı hatta benim Can Manay olduğum iddia ediliyor ya... Bakırköy’de çalışmış, yatmış. Bu da bana dönük bir şey gibi göründü insanlara. Ben depresyona girdim Bakırköy’de çalışırken. Bana çalışamıyorum diye heyet raporu alındı, döndüğümde raporu gördüğümde ortalığı yıktım. Çünkü raporu bel fıtığı diye almışlar. Benim adıma utanıp ya da korumaya çalışarak... “Biz de bunu kendimize yapıyorsak ne yapıyoruz burada?”

Bazı kıskanç, haris meslektaşlarımın “Onun kendisi zaten bilmem ne!” dediğini çok duyuyorum. Tarikat mensubu olduğumu da duydum, deli de duydum, gay de duydum, Ermeni de duydum. Ermeni de onlar için hakaret biliyorsun. Kıskandıktan sonra her şeyi söylersin. Bipolar ikiyim. Bipolar ikinin de ne olduğunu bilmiyorlardır ama işte iki. Büyüyünce üçe geçeceğim, dörde geçeceğim.


Deliliğe övgü yazacak olsanız hangi erdemlerinden, özelliklerinden bahsederdiniz?

Bak bir şey söyleyeyim: Deliler kötü olmaz. Delinin kötüsü olmaz. Sen deliye kötü diyemezsin. Deli çok samimidir. Sahicilik ve samimiyetinden bahsederdim en başında. Tabii ki yaratıcılıktan bahsederdim. Deliler aslında toplumun yükünü taşırlar. Zaman zaman bize gerçeği söylerler, duymayız. Delirtenler hiçbir zaman kendi delirttiklerine bakmazlar ve onların deliliklerine bakarlar; bunu bir eksik, patoloji gibi görürler.


Delilerin vicdanla ilişkisi nasıl?

Delilik çok geniş bir kavram. Psikoz denince akla çok şey geliyor. Öyle bir delirir ki kişi insanın süper egosu kalmaz. Süper egosu kalkan kişi suçtan muaftır. Delilikte neden 46 vardır. Suçtan muaftır. Çocuk gibi düşünün. Kötü olsa bile, çok şedit de gelse yargılanamaz. Pürüzsüz ve pürü pak bir şeyden bahsediyoruz aslında. Bir de delilik şöyle bir şey; halkların, insanların kendi normlarının dışında olanlar. Aslında normun dışına varmak aynı zamanda yeni şeyleri görmek, yeni şeyleri fark etmek, yaratmaktır. Genellikle öyle şeyler yapan insanlara deli denmiştir.

Delilerin bir kısmı da gerçekten deli değildir. Bütün şeyleri ayıklarsak geriye GDO’lular kalacak. Haberleri yok. Ya da GDO’lu gibi olacağız. GDO’lularda, tohum alıyorsun tohum bırakmıyor ya. Önemli bir genimiz var orada. Ya Einstein olmasa... Einstein delidir toplumun gözünde. Psikozdur. Galilei delidir. Herkes Dünya’ya düz derken yuvarlak dediği için delidir.


Genetik çalışmalarda doktorlar babaya anneye “Bu çocukta bipolar geni var, çocuk depresyon geçirecek.” Aslında depresyonla sorunları tamamen ekonomik. Depresif bireyin topluma ve dervlete maliyetini hesaplıyorlar. Akılları fikirleri bunda. Diyelim ki bu çalışmalar yüzünden artık hiç kimse mood disorder’ı olan çocukları doğurmadı. Ne Picasso kalacak, ne Leonardo, ne doğru dürüst bilim insanı... Hiçbir şey kalmayacak. Hani nasıl elmaların hepsi çok parlak düzgün. Şimdi kurtlularını arıyoruz. O doğanın kendisindeki kıymet. Eğer mood disorderı iyice klinik bir şey yaparlarsa GDO’lu toplumlar olacak. Bize lazım yani, anlamıyorlar.Bir tane bipolar öyle bir şey icad eder ki bütün toplumun gayri safi milli hasılasını beş katına çıkarabilir. Bir bipolar her şey olur. Başbakan da olur, doktor da olur. Sadece kendi durumunu bilsin, episodlarını iyi kontrol etsin. Hiçbir eksiği yok, fazlası var.


Röportaj: Seda Solaklar

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.