“Merhaba,
Geçen hafta gönderdiğiniz teklifle ilgili olarak ekip arkadaşlarımla değerlendirme yaptık. Öncelikle, … ”
“Anneeeaaaa!”
“Anne geeeel!”
“Anne!”
Dilekolay, Mart’tan bu yana 8 ay olmuş. Biraz daha dişimi sıkmam gerek, iç sıkıntımın doğmasına birkaç hafta kalmış. İçimdeki sıkıntı, yakında içime sığmaz bir büyüklüğe gelecek. Onu artık tutamam. Doğurup kucağıma almam, hayatıma katmam gerek. Peki ben onu ıkınarak, iterek, serbest bırakarak mı doğuracağım yoksa kendimi birilerinin ellerine teslim edeceğim ve neşteri vurup sezaryenle mi alacaklar benden? Üçüncü çocuğumun, pandemi bebeğimin doğumu için hazırlanmam gerek.
Pandeminin ilk aylarında sıkılanların şikayetleri gözüme çarpardı bazen. “Ne çok sıkıldınız be kardeşim ne çok! Evi baştan aşağı dekore edecek vakti olanlar, bugüne kadar okumadığı kitapları okumaya fırsat bulanlar, Netflix’in parasını sonuna kadar çıkaranlar, online eğitimlerin hakkını verenler beri gelsin, bir şey söyleyeceğim. Biliyor musunuz? Siz çok sıkılırken bizim baktığımız çocuklar sokağa çıkamadan büyüyor, bazı sağlık çalışanları ailelerini günlerce görmeden maskeyle yaşadı. Biliyor musunuz? Bazıları öldü. Biliyor musunuz?...” diye konuşup duruyorum içimden. Halbuki kimsenin bir kabahati yok. Herkes kendi hikayesi içinde. Herkes nasıl algılıyorsa öyle yaşıyor. Herkesin gerçekliği kendine… Herkes birbirini etkilese de kimsenin kafasının içini açıp değiştiremem. Zihnim oradan oraya savruluyor, öfkem bedenimde geziniyor ama bunlar kimsenin değil. Süreci benim yaşayış şeklim. Kendime dönmeye karar veriyorum. Bakalım kaç dakika sürebilecek?
Çocuklar online derslerine girdiler. Seçeneklerim, içimden çıkmak isteyen bu yazıyı bitirmek için kendime 10 dakika daha süre vermek, hemen odaklanmaya çalışarak işe dönüp maillere bakmak, okulda veya iş yerinde yiyemediğimiz öğle yemeği için dolaptaki kıymayı kavurmak, kızımın öğretmenini arayıp "Kızıyormuşsunuz ama internet bağlantımız kopuyor" diye açıklamak, doktora götürülmesi gereken babamın cevapsız çağrısına geri dönmek, unuttuğum aidatı ödemek, market torbalarında kalan şeyleri yıkamak… Ofisteki masamı düşünüyorum, zamanında "kölelik" diyerek burun kıvırdığım konforumu... Al sana işte, hep beraber evdeyiz. İş yerinden çalan telefonla aynı anda kızım sesleniyor.
“Anneeee!”
Ben düşünüyorum, hayat ise gerçekleşiyor. Kızım dersten gergin bir şekilde çıkıyor, evin içinde dolanıyor. Teneffüs yok artık, etrafında arkadaşları yok. Kızım artık hep gergin. İnternet bağlantısı yine kopmuş. Servis sağlayıcıyı üçüncü kere arıyorum. İşte elimdeki süre de uçup gidiyor. Çünkü o arada, oğlumun dersi bitiyor. Oğlum ben telefondayken yanıma geliyor. Elimle “Bekle” işareti yapıyorum. “Anne ama önemli” diyor. Kaş-göz hareketleri yapıyorum. Kıpırdana kıpırdana bekliyor. Onun sabırsızlığı dikkatimi dağıtıyor. Telefondaki görevliye asabileşiyorum. Hemen fark edip toparlanıyorum. O esnada zil çalıyor, sucu geliyor. Bu dönemin görece şanslısı eşim. Günde 12 saat evin dışında. Arabasına binip ofisine gidiyor. Yetişkin insanlar görüyor, maskeli de olsa sosyalleşiyor. Korona bulaşma riski için önlemini alıyor, hayatına devam ediyor. Geceleri ben bilgisayar başındayken o dizi izliyor. Akşam veya hafta sonu olan, bazı kadınlar tarafından bence çarpık bir zihniyetle “şükret” denilen iş bölümü ise üzgünüm ama dişimin kovuğuna girmiyor. Yaşam ne hale geldi, haberiniz var mı?
Aklıma dün bir arkadaşımın kurduğu cümle geliyor. “Ben artık bu hayatı yönetemiyorum”
Yönetmek mi gerekiyordu, kapılıp gitmek mi? Yoksa ikisi de mi değil?
Tam düşüncelere dalacak gibi olurken telefonda beni bekleten görevli konuşmaya başlıyor. “İnceledik efendim…”
Efendin değilim ben senin sevgili kardeşim. Hepimiz aynı gemideyiz ama sen orada ekmek peşindesin, ben de burada. İçimdeki annelik kabarıyor. Acaba ne şartlarda çalışıyordur? Maskeyle nasıl çalışıyordur? Ben burada çocuğumun -ve tabi kendimin- internet bağlantısının peşinde koşuyorum. İnternet erişimi olmayan çocuklar ne yapıyor? Bu eğitim işi ne olacak?
İçimdeki anne, beni yutuyor. Gözümü açtığımda mutfak zeminine Viveda* yaparken buluyorum kendimi. Sakince elimdeki paspası ait olduğu yere bırakıyor ve hemen bilgisayara dönüyorum. En çok olmak istediğim yer o bilgisayarın karşısı. O ekran sadece ekmek teknem değil, dünyaya açılan pencerem. Bana birisi seslenene kadar önümde kaç dakikam var bilmiyorum. Dikkatim darmadağınık. Heyecanlıyım. Bu heyecan, pandeminin bana hediye ettiği yeni adrenalin kaynağı. Aman ne güzel (!)
Kapıları kapatamadığım, kendimi bir fanusa koyamadığım, “Kendine ait bir oda” diyen Virginia Woolf’u en çok andığım dönemdeyim. Şimdilik kendime ait bir bedenim var bir tek, ona şükrediyorum. Tam şükrederken içimde günden güne büyüyen “Pandemi bebek” bir tekme atıyor, yutkunuyorum.
*Kızım küçükken “Viveda” derdi. Viva la viveda derdim ben de. Yaşasın Viveda delilikleri!
YORUMLAR