Hakkını yemek istemem annemin. Ona rağmen yaptıklarımın yanında, onun sayesinde olduğum kişiyi de düşünüyorum. Meselâ bugün beleşçi, hırsız, arsız, yüzsüz olmamamda, kimseye borç takmamamda annemin öğütlerinin büyük payı vardır. “Kimseye kendine bir şey ısmarlatma.” “Paran yoksa kimsenin masasına oturma.” “Parasını ödemeden hiçbir şey alma.”
Bu sonuncusunu, sokakta oynarken acıkan arkadaşlarıma uyup “Parasını sonra vericez” diye pastaneden ayçöreği alıp yediğimde söylemişti. Tabii ki o kadarla kalmamıştı. Avcuma bozukluk koyup, gözlerini ayırarak “Hemen gidip borcunu ödüyorsun, bir daha da canın ne kadar isterse istesin, kimseden parasız bir şey istemiyorsun” diye eklemişti. Hayret, benimle beraber gelmemişti. Demek bana güveniyordu.
Fakat annem başkalarına hiç güvenmiyordu. Ben on yaşına bastıktan sonraya tekabül ediyor; ne zaman aşağı inmek istesem kısık sesle kapıda tembihliyordu: “Dükkânların önünde oynamayın!” İyi de nerede oynayalım? Yoldan ikide bir araba geçiyor, ip atlıyorsak ezberimiz bozuluyor, seksek çizdiysek her defasında başa sarıyoruz. Biz de oturduğumuz apartmanların bahçelerinde oynuyoruz. Her birinin altında da bir dükkân var. De bana, nerede oynayalım?
Yaş vurgusunu boşuna yapmadım. Benim için giderek oyun oynamanın da tadının kaçmaya başladığı zamanlardı. Dokuz yaşımı birkaç hafta geçe regl olmuştum. Anneme külotumu gösterdiğimde suratını asıp “Her genç kız olur” deyip ped uzatmıştı. Sonra da “Arkadaşlarına, kimseye söyleme!” demişti. İlkokul dördüncü sınıftaydım, bacaklarımın arasından kan geliyordu, sebebine dair en ufak bir fikrim yoktu, bir tür şoktaydım ve yaşadığımı herkesten gizlemem gerekiyordu. Durumum normaldiyse niye saklamam gerekiyordu?
Ben gizlerdim de memelerim çıkmaya başladı. Ama annem yaratıcı kadındı. Sorunu çözmek için fırfırlardan yararlandı! Omuzlardan aşağı üçgen çizerek göbeğimde buluşan fırfırlı bluzlar dikti. Bol, dökümlü elbiseler seçti giyeyim diye. Bir süre idare ettik öyle, ama ergen memesi durmuyor ki...
İp atlamaktan, seksek oynamaktan itinayla kaçınıyordum. Arkadaşlarım sıkıştırıyordu:
“Sen oldun mu?”
“Yooo...”
“Hadi hadi atma.”
“Vallahi billahi olmadım.”
“Memelerin çıktı.”
“Bilmiyorum, olmadım.”
“Annem diyo ki ‘O olmuştur’.”
Demek beni konuşuyorlardı evde. Tipim o kadar göze batıyordu demek. Çok mutsuzdum. Vücudumdaki tek değişiklik memelerimin büyümesi değildi. Bacaklarım tüylenmeye başlamıştı. Onları gizlemek isteyen bendim. Allah için annem hiç pantolon, uzun etek filan giymemi istemedi. Bir akşam, herkes uyuduktan sonra banyoya gittim, babamın tıraş bıçağıyla bacaklarımı temizledim.
Niyeyse annem kızmadı. Ama kestiğim tüyler, üç misli boya eriştikten sonra bile onları almama izin vermedi. “Ağda yaşın gelmedi daha, genç kız olunca alırız” dedi. Sonraki dört-beş sene boyunca bana en sık söylediği söz bu oldu. “Sen daha genç kız değilsin.” Bir yere takılıp kalmıştı, anlamıyordum. Gelgelelim, benim için genç kız olup olmamaktan daha önemli bir sorun vardı. Tüylü bacaklarım! Her biri bir santim uzunluğundaki sık tüyler bütün bacaklarımı kaplamıştı ve daha ne kadar o halde yaşayacağımı bilmiyordum.
Hiç unutmuyorum. Söğütlüçeşme’den trene binmiş annemle eve dönüyorduk. Yaz, sıcaktı. Üzerimde elbise vardı. Oturunca dizlerime çıktı. Karşımda benden birkaç yaş büyük bir oğlan oturuyordu. Bacaklarıma bakınca gözleri büyüdü, kaldırıp başını bana baktı. Benim gibi beyaz, bıyıksız bir kızın bacaklarını kaplayan kara ormana inanamamıştı herhalde. Çok utanmıştım o gün. Bacaklarımı iyice koltuğun altına doğru çekip başımı çevirmiş, bizim istasyonda inene kadar pencereden dışarı bakmıştım.
Bedenindeki değişikliklerden utanmak, onu saklamak, vücudunla ilgili yalanlar söylemek zorunda kalmak başlı başına bir trajedi.
4. bölüm 23 Ocak 2019 Perşembe www.hthayat.habertruk.com’da....
Önceki bölümler...
YORUMLAR