Sabah kahvaltısını ettikten sonra salona geçti. Kahvesini sehpaya bıraktı. Yaz sıcağında terletip yapıştığı, kış soğuğunda üşütüp büzüştürdüğü için üzerine yılın ilk yarısında kırmızı polar battaniye, diğer yarısında açık mavi, batik bir örtü serdiği deri kanepenin ortasına kendini rehavetle bıraktı. Hafifçe havalanan keten örtünün üzerinde elini şöyle bir gezdirdi.
Bu örtüyü çok seviyordu. Hatırası vardı. İki sene önce, piknik yaptıkları parktaki satıcıdan almıştı. Aynı günün akşamı ıslak toprak ve çimen lekesini çıkarmaya çalışırken rengi atan örtüyü yıkamıyor, eksi yirmi iki derecede nasılsa bütün mikroplar ölürler diye bir poşete sarıp buzlukta bir hafta bekletiyordu.
Eğilip köpüklü kahvesinden ilk yudumu aldı. Kokusunu içine çekerken keyifle suçluluk arasında gidip gelen bir ruh hali içinde mırıldandı. “Neyse şu kahvemi bir bitireyim de...” Gözü, hemen karşısındaki pencereyle perdeler arsında dizilen küçük toprak saksılara takılınca iç geçirdi.
Son üç gündür aynı sözleri kafasında sanki birini söylediğine ikna etmeye çalışırmış gibi yineleyip duruyordu. “Kenara çeksen olmaz, hepsini dışarı çıkarmak lazım, tekrar alırken de altlarını silmek. Yoksa bütün toz tekrar içerde. O zaman niye süpürdün, değil mi?”
Kahvesini bitirdikten sonra kalkıp etrafa göz gezdiriyor, konuşmaya devam ediyordu. “Bir tek saksılarla kalsa iyi, masanın ayakları da öyle. Ya kanepenin altı? Almasan olmaz, tozlar yumak yumak dağılıyor, almak için de itmek lazım. Diyelim ittin altını süpürdün, eski yerine kim getirecek? Ağır eşya, insanın belini ağrıtıyor. Kolay değil.”
Fincanı lavaboya koyarken haklılığını ispatlamak üzere örnekler sıralıyordu. “Meselâ bulaşık yıkamak öyle değil. Kırıntıları, şunu bunu çöpe sıyırıp bir sudan geçirdin mi tamam. Sonra bütün o yağlar çözünüyor, köpüklerini suyun altında akıtıp diziveriyorsun. On, bilemedin on beş dakika.”
Ellerini kuruladıktan sonra el kremini almak için banyoya geçtiğinde konuşmasını de sürdürüyordu. “Çamaşırlığı ya küvete koyacaksın ya koridora çıkaracaksın. Altı hep toz, sileceksin. Ama hasır sepet neticede, çok ıslatmaya gelmiyor, çatlayıp kırılmasın diye dikkat edeceksin. Eline batması da cabası.”
Ardından yatak odasına geçiyor, kremi yedirmek için ellerini ovuştururken “Offf” diyordu, “Yatağın altında iki bavul var, yerden kazanmak için kışlıkları atıp kapatmıştım. Nasıl toz tutuyor, bir bilsen. Çekip arkalı önlü temizlemeden olmaz. Yoksa havalandırmak için kapıyı açınca öbek öbek savrulurlar. İyi de çok ağırlar, içinde kışlıklar var diyorum, çek çıkar, yerine koy, canım çıkıyor.”
Bahçeye açılan kapının önünde durdu. Bir süre eşiğin hemen önünde yol yapan karıncaları, akşam duvarın üzerine dizdiği ekmek parçalarını kapıp kaçan serçeleri izledi. Sağ eliyle sol eline, sol eliyle sağ eline okşar gibi dokunur, çevirip avuç içlerine bakarken mırıldandı. “En fenası tozdan ellerim pütür pütür oluyor. Bütün evi süpürene kadar dört kere yıkıyorum.”
Telefonun çalmasıyla kendine geldi. Bir arkadaşınınyakınlarda işi varmış, geçerken uğramak istiyormuş. Bir an afalladı, saate baktı, hemen toparlandı. “Ah tabii... Ne iyi olur. Bekliyorum?”
Hemen elektrik süpürgesini aldı. Fişini prize takıp hortumunu uzattı. Üç gündür söyleyip durduğu her şeyi tek tek yaparak evi süpürdü. Sildi. Tekrar saate baktı. Hepsi sekiz dakika sürmüştü.
YORUMLAR