Bu içerik Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şükrü Hatun tarafından kaleme alınmıştır.
Diyabet, halk arasında “şeker hastalığı” ismiyle ve erişkinlerin bir hastalığı olarak bilinir ama çocuklarda da görülür. Çocuklarda görülen diyabet vakalarının %95’inden fazlasını aniden başlayan ve insülin salgılayan beta hücrelerinin “otoimmün saldırı” sonucunda zedelenmesiyle meydana gelen Tip 1 diyabet vakaları oluşturur. Tip 1 diyabet, erişkinlerde görülen Tip 2 diyabete göre çok daha seyrek görülür. (Dünyada 20 yaşın altında 1,5 milyon, ülkemizde ise 30.000 Tip 1 diyabetli vardır. Her yıl dünyada 150.000, ülkemizde 2.000 civarında çocuk Tip 1 diyabet tanısı almaktadır.)
Seyrek görüldüğü için çok su içme, tekrar gece altını ıslatmaya başlama, sık idrar yapma, iştah artmasına rağmen kilo kaybı, halsizlik gibi Tip 1 diyabet bulguları gözden kaçmakta ve sık olmamakla birlikte, diyabetli çocuklar ağır bir tabloyla hastaneye yatmaktadır. Belirgin bulgulara rağmen birçok ailenin aklına çocuğunda diyabet olabileceği gelmemektedir. Kilo kaybedilmesi hızlı büyümeye, spor yapmaya, yaz mevsimine, sınav stresine bağlanmakta, çok su içme ve çok idrar yapma ise yeterince önemsenmemektedir. Çocuklarda diyabet olabileceğine ihtimal verilmemesinin altında “çocuklarda diyabet görülmez” inanışı yatmaktadır. Oysa tanı gecikmesi “Diyabetik Ketoasidoz” adını verdiğimiz ağır bir tabloya ve bazen komaya neden olabilmektedir.
Günümüzde bir çocukta Tip 1 diyabetin neden ortaya çıktığı bilinmemektedir. Bununla birlikte, anne ve babanın yaptıkları ya da yapmadıklarıyla bir ilgisinin bulunmadığı, çocuklarının diyabet olmasında onların “bir suçlarının olmadığı” bilinmektedir. Henüz Tip 1 diyabeti önlemek ve iyileştirmek mümkün değildir ama gerekenler yapıldığında bütün Tip 1 diyabetli çocukların normal ve başarılı bir ömür sürmelerini sağlamak mümkündür. Bir çocuk diyabet olduğunda “eyvah” demeye, “bir felaket olmuş” gibi hissetmeye ve “karalar bağlamaya” gerek yoktur; bunun yerine diyabet tedavisi konusunda kendini geliştirmek, rutinleri iyi bir şekilde yerine getirmek ve gerçekçi bir iyimserlikle “diyabetle arkadaş olarak” yola devam etmek en doğrusudur.
Tip 1 diyabetli çocuklar için üzücü çağrışımları olan ve damgalanma riski yaratan “şeker hastası” yerine, “Tip 1 diyabetli” veya “insülin eksikliği var” denilmesinin tercih edilmesi ve diyabetle ilgili yer yer damgalayıcı olan bir dilden veya kelimelerden kaçınılması önemlidir.
Günümüzde, yakın zamanda Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirerek ABD Barbara Davis Diyabet Merkezi’nde çalışmalarını sürdüren, 6 yaşından beri Tip 1 diyabetli Dr. Kağan Ege Karakuş, lise yıllarında Tip 1 diyabet tanısı alan ve diyabetle arkadaş olmanın en iyi örneklerinden biri olan Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli (endokrinololoji), Real Madrid’in ünlü futbolcusu ve 12 yaşında Tip 1 diyabet tanısı alan, önce ağır bir darbe olan bu durumun onu daha sorumlu bir insana dönüştürmesinin örneklerinden Nacho Fernandez, 8 yaşından beri Tip 1 diyabetli olan, görünmez bir hastalık olan diyabete dikkat çekerek podyumda sensörü ve insülin podlarıyla boy göstererek modanın kapsayıcılık tanımını zenginleştiren manken Lila Grace Moss gibi diyabetle sağlıklı ve mutlu şekilde yaşayan birçok kişi vardır ve onlar “rol model” olarak birçok Tip 1 diyabetlinin yaşamını olumlu anlamda etkilemektedir.
Tip 1 diyabet tedavisi ve Tip 1 diyabetli çocuklari bekleyen riskler nelerdir?
Tip 1 diyabet aniden ortaya çıktığı için, aileler ve çocuklar önce büyük bir üzüntü yaşamakta, daha sonra ise var güçleriyle gerekenleri yapmaya odaklanarak yollarına devam etmektedirler. Tip 1 diyabet tedavisinde insülin hormonunun yerine konması hayati öneme sahiptir. Bunun yanında karbonhidrat sayımına, yağların ve proteinlerin etkisini dikkate almaya ve kararında yemeye dayalı sağlıklı beslenme, diyabet bakımı rutinlerini (düzenini) gevşetmemek, ipin ucunu bırakmamak, evde işbirliği yapmak (rutinleri annelere “yıkmamak”), düzenli fiziksel aktivite, bilgileri güncellemek, motivasyon, çocuk diyabet ünitelerinde düzenli izlem ve teknoloji kullanımı gereklidir.
Günümüzde insülinin yerine konması ya kalem enjektörlerle deri altına enjeksiyon ya da insülin pompalarıyla yapılmaktadır. İnsülin hormonu dozunun hassas bir şekilde ayarlanabilmesi, kan şekeri yükseklik ya da düşüklüğünün saptanabilmesi için kandaki glukoz düzeyini bilmeye ihtiyaç vardır. Uzun yıllardır kan şekeri ölçümü glukometre ismiyle bilinen aletlerle parmaktan bir damla kan alınarak ölçülmektedir. Bu zahmetli bir yöntemdir (örneğin gece uykuda çocuğun parmağını delmenin zorluğunu ve nasıl üzücü bir şey olduğunu düşünün). Fotoğraf çekmek gibi “sadece o andaki durumu gösterir, yani glukozun 24 saatlik seyri hakkında bilgi vermez”.
Son yıllarda bütün dünyada ve ülkemizde kullanımı artan “sensör”ler ise, doku sıvısından her 5 dakikada bir (günde 288 kez) ve acısız bir şekilde ölçüm yapabilmektedir. Bu özellikleri nedeniyle sensörler, “Sürekli Glukoz İzlem Sistemi” (CGMS) olarak da bilinmektedir. Sensörler sayesinde glukoz seyrini video çeker gibi izlemek, yükseklik ve düşüklükleri önceden tahmin etmek ve buna göre erken davranmak, alarmlar sayesinde uyarılmak ve akıllı telefonlar üzerinden ailelerin çocuklarının glukozunu uzaktan izlemesi mümkündür. Benzer şekilde, insülin iletimini sensörlerden gelen veriyle otomatik olarak gerçekleştiren, gelişmiş algoritmalara sahip “Otomatik İnsülin Pompaları” (yapay pankreas olarak da bilinmektedir), giderek bir tedavi standartı haline gelmektedir.
Tip 1 diyabetli çocukları uzun dönemde bekleyen en önemli risk, glukoz düzeylerinin yüksek seyretmesine bağlı olarak göz, böbrek ve sinirlerde görülen hasarlardır. Bu komplikasyonları önlemek için glukozun en az %70 oranında 70-180 mg/dl aralığında ya da 3 aylık kan testi HbA1c’nin %6.5-7’nin altında olmasını sağlamak gereklidir. Günümüzdeki veriler komplikasyon riskinin HbA1c düzeyi %7.6’nın üstüne çıktığında arttığını, ilk 6,5 yıldaki Hba1c düzeyinin etkisinin %50 olduğunu, dolayısıyla tanıdan hemen sonra sıkı hedefler için uğraşmanın ve “iyi bir miras ile başlamanın önemli olduğunu” göstermektedir. Bunun için evdeki bakım kadar okuldaki bakım da önemlidir ve öğretmenlerin giderek diyabet ekiplerinin bir parçası olmasına ihtiyaç vardır.
“ARKADAŞIM DİYABET” VE DİYABETLE YAŞAMAK
Çocuklarda diyabet seyrek görüldüğü için az bilinir. Öte yandan, yaşam boyu sürdüğü için de başka bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Örneğin diyabetli çocukların/gençlerin yaşamını esas “gölgeleyen”, diyabetin kendisinden çok diyabetle ilgili algılar, bilgisizlikler, ön yargılar ve duyarsız tutumlardır. Bir kez diyabetle karşılaşınca geçmişi geride bırakıp geleceğe bakmak, diyabetle barışık bir yaşam sürmek en iyisidir. “Arkadaşım Diyabet” işte bu felsefenin adıdır ve yıllardır diyabet kamplarında biriken duyguları/düşünceleri/deneyimleri yansıtmaktadır. Öte yandan, sıkıntılarda bir fayda bulma, zorluğu/sıkıntıyı pozitif bir şeylere dönüştürme ve böylece ruhsal iyilik ve daha iyi uyum elde etme çabası yaşamımızı zenginleştirebilir. Bu şekilde direncimiz ve kendimizi toparlama gücümüz artar.
Ülkemiz tarafından da onaylanan Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, “18 yaşın altındaki bütün bireyler çocuk kabul edilmektedir”. Çocukluk çağı kendi içinde, görece sakin “ergenlik öncesi” ve fırtınalı dönem olarak bilinen “ergenlik çağı” olarak iki döneme ayrılır. Bu dönemlerin Tip 1 diyabet yönetimi açısından kendilerine göre ayrı sorunları vardır. Örneğin küçük yaşlarda kan şekeri düşüklüğü, dalgalı şeker seyri ve okulda yönetim önem taşır. Bu konularda sensörlerin katkısı paha biçilmezdir. Sensörler, glukozun düşük ve yüksek durumlarının önceden saptanmasını ve önlem alınmasını sağlar. Ayrıca, uzaktan izlemle ailelerin stresini çok azaltır ve çocuklarını güvenle okula gönderebilirler.
Ergenlik döneminde ise esas sorun, risk aldırmazlığıdır ve bu dönemde çocuklar şeker ölçmemeye, insülin dozlarını sık sık atlamaya, düzensiz beslenmeye başlarlar. Bu nedenle de çok yüksek glukoz/ketoasidoz tablosuyla sık olarak hastaneye yatarlar. Ayrıca bu dönemde HbA1c ismini verdiğimiz metabolik kontrol parametresi yükselir ve komplikasyon gelişme riski artar.
Çocukluk çağı bir bütündür ve çocukları erişkin yaşama yolcu edinceye kadar, yani 18 yaşına kadar korumak gerekir.
YORUMLAR