HT Hayat Anasayfa Duruma Göre Bazen Kızılderiliyim | Yaşam

Kitabın içeriği hakkında bir şeyler yazmadan önce kitaptan uzun bir alıntı yapacağım. Çünkü bu alıntıyı yapmazsam; bu yazı eksik ve yarım kalacak gibi hissediyorum.


‘‘…Fakir olmanın en kötü tarafı aç kalmak değil.

Tamam, size fakir olmanın en kötü tarafını anlatacağım.

Geçen hafta en iyi arkadaşım Oscar hastalandı.

Oscar sadece evlat edinilmiş bir sokak köpeğiydi ama güvenebildiğim tek canlıydı. Annem, babam, büyükannem, halalarım, amcalarım, kuzenlerim ve kız kardeşimden daha güvenilirdi. Bana hiçbir öğretmenin öğretmediği kadar şey öğretti.


Dürüst olmak gerekirse Oscar tanıdığım bütün insanlardan daha iyiydi.


‘‘Anne.’’ dedim. ‘‘Oscar’ı veterinere götürmeliyiz.’’


‘‘Merak etme, iyi olacak.’’ dedi annem.

Ama yalan söylüyordu. Ne zaman yalan söylese göz bebekleri koyulaşırdı. Annem bir Spokane Kızılderilisi ve kötü bir yalancıdır. Düşününce, bunun hiç de mantıklı bir durum olmadığını anlıyorum. Biz Kızılderililer, bize ne kadar sık yalan söylendiği düşünüldüğünde, aslında çok daha iyi yalancılar olmalıydık.


‘‘O gerçekten çok hasta anne.’’ dedim. ‘‘Veterinere götürmezsek ölecek.’’


Gözlerimin içine dikkatle baktı. Gözleri artık karanlık değildi, o yüzden gerçeği söyleyeceğini biliyordum. Ve bana güvenin, bazen duymak istediğiniz son şey gerçeklerdir.


‘‘Junior, tatlım.’’ dedi annem. ‘‘Üzgünüm ama Oscar’ı veterinere götürecek paramız yok.’’


‘‘Geri ödeyeceğim.’’ dedim. ‘‘Söz veriyorum.’’


‘‘Tatlım, doktor masrafı yüzlerce dolar tutacak, belki de bin dolar.’’


‘‘Doktora parasını ödeyeceğim. Bir iş bulurum.’’


Annem üzgün bir şekilde gülümsedi ve bana sıkıca sarıldı.


Tanrım, ne kadar da aptaldım… Kampta yaşayan bir Kızılderili çocuk nasıl iş bulabilirdi ki?

Oscar’ı kurtarmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.





Hiçbir şey.

Hiçbir şey.

Hiçbir şey.

O yüzden yanına uzandım, başını okşadım ve saatlerce adını fısıldadım.

Ardından babam dolaptan tüfeğini ve mermilerini çıkardı.

‘‘Junior.’’ dedi. ‘‘Oscar’ı dışarı çıkar.’’

‘‘Hayır!’’ diye çığlık attım.

‘‘Acı çekiyor.’’ dedi babam. ‘‘Ona yardım etmeliyiz.’’

‘‘Yapamazsın!’’ diye bağırdım.

Babam gözlerinde gördüğüm en üzgün ifadeyle bana baktı. Ağlıyordu. Güçsüz görünüyordu.

Güçsüzlüğü yüzünden ondan nefret etmek istedim.

Yoksulluğumuz yüzünden annem ve babamdan nefret etmek istedim.

Hasta köpeğim ve dünyadaki bütün hastalıklar için onları suçlamak istedim.

Ama yoksulluğumuz için onları suçlayamam çünkü annem ve babam benim yörüngemde dönen ikiz güneşlerdi ve onlar olmasaydı dünyam Havaya Uçardı.

O yüzden, fakir, küçük ve güçsüz biri olarak Oscar’ı kucağıma aldım. Yüzümü yaladı, çünkü beni seviyor ve bana güveniyordu. Onu bahçeye taşıdım ve yeşil elma ağacımızın altına yatırdım.


‘‘Seni seviyorum Oscar.’’ dedim.


Bana baktı ve size yemin ediyorum neler olduğunu anladı. Babamın ne yapacağını biliyordu. Ama Oscar korkmadı. Rahatlamıştı.


Ben rahatlamamıştım.


Bütün gücümle koşarak oradan uzaklaştım.


Ses hızından daha hızlı koşmak istedim, fakat hiç kimse, ne kadar acı çekerse çeksin o kadar hızlı koşamaz. Bu yüzden, babam en iyi arkadaşıma ateş ederken tüfeğin patlama sesini duydum.


Yalnızca iki sent değerinde bir mermiyi herkes satın alabilir.’’


Gelecek vaat eden bir karikatürüst olan Junior, doğuştan gelen sağlık sorunları nedeniyle arkadaşları tarafından hep alay edilen bir gençtir. İyi bir eğitim almak için ‘‘beyazların’’ yaşadığı komşu kasabadaki okula kaydını yaptırır ve okulun tek Kızılderili öğrencisidir. Üstelik bu durumdan ötürü kendi kabilesi tarafından da bir hain ilan edilir. Ve sevdiği insanların ölümüne şahit olur. Yaşadığı zorluklar karşısında yılmayan Junior, içinde yepyeni bir gücün varlığını da hisseder.


‘‘Ödüllü yazar Sherman Alexie, kendi çocukluk deneyimlerinden ilham alarak yazdığı bu romanda, sınırlarının ötesine geçmeye çalışan bir gencin ön yargılar ve farklılıklar üzerine verdiği sıra dışı mücadeleyi mizah dolu bir dille anlatıyor.’’


Kitabı, oğlumla birlikte okuduk. Çünkü dünyanın acılarını da, sızılarını da daha rahat konuşabildiğimiz zamanlardayız artık. Elbette bu konuşmaları yaparken; bu acıların da, sızıların da yükünü çocukların omuzlarına yüklemeyen bir dil kullanmaya çalışmak ilk önceliğim. Ama bu acı ve sızı canlı-kanlı karşımızdayken de; ondan kaçmadan, kaçınmadan, en basit haliyle bu konuları ele almamız gerektiğini düşünüyorum.


Söz konusu dünyadaki sorunlar ve bu sorunların oluşmasında hiçbir payları olmayan çocuklar olduğunda; David Sobel’in, Ekofobiyi Aşmak kitabındaki satırlar gelir, hemen aklıma. Sobel, kitabında küresel ekolojik sorunlardan sürekli şekilde bahsetmenin çocukları duyarsızlaştırdığına dikkat çeker. Bana kalırsa bu durum dünyadaki tüm sorunlar için geçerlidir. Yani dünyadaki sorunlardan çocuklara sürekli bahsetmenin, onları bu konularda daha dikkatli olmaya çağırmanın; ben de çocukları bu konulara duyarsızlaştıracağı inancındayım. Çünkü Sobel’in de bahsettiği üzere; çocuklar kapasitelerini ve imkânlarını aşan bir sorunla karşılaştıklarında bu sorunu reddederek görmezden gelirler. Belki de yapmamız gereken tek şey; Sobel’in de söylediği üzere ‘‘dünyayı çocukların gözlerinden görebilmek’’ sadece. Bu kitabın merkezinde yer alan ön yargı ve farklılık kavramlarını da bu bağlamda ele almak ve kendimize sorular sormak:

Ön yargı ve farklılık kavramları bizim için ne ifade ediyor? Bu kavramlar, bizim hayatımızda nasıl bir alana sahip? Çocuğumuz bu kavramlarla karşılaştıysa; hangi durum ya da olaylar dolayısıyla karşılaştı?..


İyi ki tanıştık Junior. Yazımı senin sözlerinle noktalamak isterim:

‘‘Eskiden dünyanın sınıflara ayrıldığını düşünürdüm.’’dedim. ’’Siyah ve beyaz. Kızılderili ve beyaz. Ama artık bunun doğru olmadığını biliyorum. Dünya sadece iki sınıfa ayrılır. Pislikler ve pislik olmayanlar.’’




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir ????????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.