"Şefkatli bir şey yaşamaya alışık değiliz"
Selen Çağlayık Eloğlu şöyle ifade ediyor: “Bu konularla ilgili eğitim almış olsam da bana bunlarla ilgili çok fazla kimse gelmiyor. Rahim çalışması ya da rahim masajına kürtaj ya da düşük yaşadıktan sonra tekrar hamile kalmak isteyenler ya da yaşadıkları duygusal yükten kurtulup şifalanmak isteyenler geliyorlar ama kürtaj veya düşük yaşamaya yönelik bir doula desteği isteyen olmadı. Kürtajda günümüz hastane koşullarında birini içeri alacaklarını pek zannetmiyorum. Belki izin verecek olan doktorlar olabilir, hiç denemedim, nasıl karşılanacağını yasal bir prosedür var mı bilmiyorum ama yaşadığı düşükten dolayı ve ondan sonraki süreçte kişinin yakınları bana ulaşabiliyor. Kadının süreci ağır şekilde yaşadığını söyleyerek danışan yakınlara her şeyden önce psikolojik yardım alınmasını öneriyorum. Ama ritüel gibi bir yardıma ihtiyaç olursa elbette yardımcı oluyorum. Nasıl bir yardım verebileceğimi söylüyorum, siz getirmeyin, bahsedin diyorum ve kadından buna yönelik bir istek olursa bana getirebileceklerini iletiyorum ancak genellikle dönüş olmuyor. Şu da var ki, insanlar ne olduğunu anlamıyor da olabilirler. Kadın genellikle kimseyle konuşacak durumda olmuyor ancak sadece bundan dolayı değil, ne olduğunu anlamadığı için de talep etmiyor olabilir. Çünkü şefkatli bir şey yaşamaya alışık değiliz. Bunlar çok bilinen şeyler olmadığı, insanlar şefkatli bir şey yaşamaya bile alışık olmadığı için yas doulalığı, kürtaj ve düşük doulalığı dendiğinde tam olarak ne olduğu anlaşılmayabiliyor. Bu açıdan kürtaj veya düşük yaşayan kadınlara doulalık anlamında değil ama rahim terapisi şeklinde destek olduğumu söyleyebilirim.”
Bu noktada kendisinin önerilerini destekleyecek veriler de bulunuyor. Amerika’da Texas Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, hastane sürecinde aile ve arkadaşlardan güçlü sosyal destek alan hastalar, yatan hasta olarak daha az zaman geçiriyor. Başka bir deyişle, hastaların aldığı sosyal destek zayıf olduğunda hastanede kalma süresi artıyor.
Türkiye’de yas olgusu ve yasın ele alınışı
Filiz Telek, kadınlarla yaptığı çalışmalarla tanınıyor ve özellikle kadın çemberleri dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri. Kadınlara uzun yıllardır kapsayıcı rehberliğini sunuyor ve yas çemberleri ile de yasa alan tutarak kadın-erkek herkesin hayatına dokunuyor. Kürtaj ve düşüğün yas olgusu olarak ülkemizde nasıl yaşandığı konusunda yorumlarını merak ettik ve kendisine sorularımızı yönelttik;
Türkiye'de yas olgusuna nasıl bakıldığını gözlemliyorsunuz? Yası yaşamaya yönelik bir farkındalık oluşmaya başlamış görünüyor. Yası yaşamak için fırsat bulamayanlar nereden başlamalı?
Bu ülke de modern yaşamın illetlerinde payına düşeni aldı tabii ki ve yasla ilgili bilgelikler ve pratikler unutulmaya yüz tuttu. Aslında derin kültürün bir parçasıdır yaşam-ölüm-yaşam döngülerini ve yasları onurlandırmak. Şimdi ölüm fobisi üzerine kurgulanmış bir kültürün göz kamaştıran, kafa karıştıran hızlı temposunda yeniden hatırlamaya çalışıyoruz bu insanlık hallerini. Türkiye’de de son birkaç yıldır bu konu daha çok gündeme gelmeye başladı. Ben 2016’dan beri yas çemberleri ve ritüelleri yapıyorum, konuyla ilgili farkındalık yaratmak üzere yazıp çiziyorum.
Yasla ilgili önemli birkaç nokta var hatırlanması gereken:
- Yas, bir tercih konusu değildir, yas tutulmadığı zaman bu, başka bir zamanda, başka biri tarafından tutulacağı anlamına gelir. O yüzden yasımızı tutmak bir sorumluluktur aslında.
- Yas bireysel ve yalnız yaşanan bir deneyim olmamıştır insanlık tarihi boyunca, ta ki artık bizi iyice yalnızlaştıran bu yüzyıla kadar. Yaslarımızı paylaşmamız lazım ki zaten bu insanları yakınlaştıran ve topluluk olmayı da mümkün kılan bir deneyim.
- Yas, depresyon değildir. Yas, sevdiğimiz ve değer verdiğimiz şeylerin kaybını, acısını metabolize etmemize yardımcı olur. Bazen tutulmamış yaslar – bu sevginin de hissedilmemesi anlamına gelebiliyor – insanları hasta edebilir, cansız kılabilir, depresyona neden olabilir.
Yavaşlamak ve bu deneyimin içinden geçmeye alan ve zaman açmak önemli. Bu süreçte yalnız kalmamak, destek almak ve yası ifade etmenin yollarını bulmak önemli…
Birçok çember çalışması yapıyorsunuz. Bu çemberlerde, düşük ve/veya kürtaj deneyimleri olan kadınlar olma ihtimali var denilebilir. Bugüne kadar bu konularla ilgili olarak size temas eden kadınlar oldu mu? Sizce kadınlar bu konuları şifalandırma ihtiyacı hissediyor mu?
Bu çemberin teması ve bağlamına göre değişir; mesela yas çemberlerinde bu tür deneyimler gündeme gelebiliyor. Şahsi fikrimi sorarsanız yeterince alan açmıyoruz ve paylaşmıyoruz bu konularda. Genel bir sessizlik var ve bu sessizliğin normalleşmesi söz konusu. Düşük ve kürtaj yaşayan kadınlar pek çok farklı sebepten dolayı bu deneyimlerini paylaşmamayı seçebiliyorlar, şifa ihtiyacı hissetseler bile. Hâlbuki kayıplarımızı ve yaslarımızı paylaşarak metabolize edebiliyoruz.
Her kadının içinde kendi şifacısını taşıdığını söyleyebilir miyiz? Başka bir deyişle, kadınlar kendilerini iyileştirme potansiyeline sahip mi? Öyleyse bununla nasıl temas edebilirler?
Kadının, aslında dişi arketipin en büyük gücü ve şifası “ilişkiselliğidir”. İlişkisel olmak ne demek? Mevcudiyetimizi mümkün ve zengin kılan her yaşam formuyla bağlantımızın farkında olmak ve bu ilişkileri sağlıklı tutmak ve onurlandırmak demektir. Evet, her kadının içinde bir şifacı vardır – zaten benim kadınlarla yaptığım çalışmaların ismi “Kadınlar Şifadır” – ve bu şifacı kadının yaşamla, yeryüzüyle ve diğer varlıklarla bağlantısında can bulur. Bazen kadının izolasyona ve yalnız kalmaya ihtiyacı vardır, o zaman da kendi ruhu ve anima mundi (dünyanın ruhu) ile kutsal bir iletişim halindedir. İçimizdeki şifacıyla, ilahi kaynakla, rehberliğimizle temasa geçmenin pek çok yolu var. Benim kendi kişisel manevi yolculuğumda en çok faydalandığım ve kadınlarla çalışmalarımda vurguladığım bu ilişki hali: kendi ruhum, yaşam ve yaşam formlarıyla yakın ve hakiki bir ilişki nasıl olur ve ben bu ilişkilerde özümü ve armağanlarımı nasıl bulurum? Kadın çemberlerinde de aslında deneyimlediğimiz bu: birbirimizin şahitliğinde ve aynalığında hem kendimizi hem bütünü görmeye çalışmak.
ve Sümeyra’ya kulak verelim;
“iki gece önce bebeğimize bir doğumla veda ettik. bedeninde bir şeyler yolunda değilmiş. doğunca çok acı çekermiş. en iyisi daha geç olmadan ayırmakmış bedenleri, yolları. çok ağladım, üzüldüm ama direnmedim ilk kez. "gebeliğimi kendi rızamla sonlandırıyorum" yazılı onlarca kağıdı imzalatırlarken de direnmedim. galiba artık, hepimiz için en iyisinin bu olduğunu biliyordum.
küçücük aklımla geleceğe dair yaptığım planlar, kurduğum hayaller aklıma geldikçe acı kaçınılmazdı. durmaksızın ağlayıp sızlayıp isyan etmek, kendimi suçlamak da bir yolken, tüm bu görünenin ardındaki niyetime odaklandım bu kez. o zaman zor olmadı. hem yanımda onlarca dost can vardı.
pazartesi günü haberi ilk aldığımızda ve kabul ettiğimizde olanı, bu akşam vedalaşalım dedik bebeğimizle. kemal'le ve bebeğimizle başbaşaydık. ilahilerle, ağıtlarla, dualarla bir sunak başında vedamızı yaptık. teşekkür ettik o'na, varlığına.
son bir haftadır karnım çok büyümüştü ve varlığını daha da hissettirmeye başlamıştı yavrucak. geceleri ve gündüzleri hareketleri artmıştı artık. o gece de hareketliydi ama başka türlüydü işte. henüz 5 aylık bir bebeğin saatlerce durmadan hareket etmesi... bu da o'nun vedasının bir parçası mıydı?
ertesi gün gerekli ilaçları alıp hastaneye yattığımda gelen arkadaşlardan masaj yapmalarını istedim. meğer onlar da masaj yapmak isterlermiş. ağrıların içinden böylece geçebildim. sonra havadan sudan da konuştuk. güldük, eğlendik çokça. bazı şifa ritüellerinden de konuştuk. ne duyduysam bedenimde uyguladım o gün. geçen hafta tanıştığımız bir hocanın "doğumda yerçekiminden yararlanmak önemli" sözünü hatırlattı kemal. yürüdüm, hareket ettim, bazı yoga pozlarına girip uzunca bekledim. dans ettim güle eğlene. bu bir doğumdu en nihayetinde.
"5. ayda kürtaj da zor" sözünü her duyduğumda "gerek kalmayabilirmiş" diyordum güvenle. emel ebe de geldi sonra. neler yaşayacağımı, doğumun nasıl başlayacağını bir bir anlattı.
"güzelce vedalaş kızım bebeğinle, hafiflikle ayrılsın bedeninden. eğer kalsın diye diretirsen o da senden kopamaz. ikinizin de canı yanar, yapma bunu ikinize kızım. doğum sancın sırasında hatırla vedalaşmayı olur mu?" demeseydi tam da doğum sancıları sarmışken bedenimi, gözlerimi kapattığımda bu kadar kolay hisseder miydim ruhunun bedenimizi terk edişini?
emel ebe yanımda olursa doğumun kolaylıkla akacağını biliyordum. gelir misin? diyince hemen kabul etti. doktorum da bana destek olacak birinin yanımda olmasını kabul etti sağolsun.
sancılar başlayınca hastanenin ebesi geldi. çokça müdahale edip "bak tatlım yapamıyorsun" dedikçe gerildim. oysa ne de güzel gevşemiştim öncesinde. sonra ona biraz sessizliğe ihtiyaç duyduğumu, hatta ışıkları söndürürse daha iyi odaklanacağımı, hiç acelem olmadığını, doktorum gelirse söz kendimi bırakacağımı söyledim. bacaklarımı doğum masasının bacak konulan yerine bantlarla yapıştırmıştı. bazen sancıyla atıyormuş bacaklar diye. ayrıca bacaklarımı kendime çekmek istediğimi söyleyince beni kendi halime bıraktı sağolsun. tüm bunları sümeyra eskiden olanca çirkefliğiyle "yaptırırdı". bu kez şefkatle aktığını hatırlıyorum bu sürecin.
figen doktor geldi, on saniye sonra doğdu bebeğim. hemen sonra plasenta geldi bir bütün halinde. güven'le bırakmak arasındaki ilişkiyi bi kez daha yaşadım böylece. başka bir çok şey de yaşadım. rahmim tertemizdi. suni sancısız, anestezisiz, kürtajsız, tertemiz, bildiğimiz bir doğum oldu yarım saat içinde.
(bu son iki cümleyi neden özellikle yazdığımı düşünüyorum saatlerdir. niye böyle bi detay? tüm bunlar olsa kötü mü olacaktı? hayır.
çocukça "bakın burda kutlanası bişey var" feryadı. doğumdan çıkınca en mutlu olan bendim. herkesin yüzünde derin burukluk okurken içimden içimden soruyordum kendi kendime "oldu işte doğum, neden sevinmiyoruz?" diye... ah.)
ruhunun bizi terk edişini hissettiğimden midir nedir, bedeniyle bir ilişkimiz kalmamıştı artık. bedenin yalnızca bir suret olduğuna da ilk o zaman aydım sanırım.
doğum oldu. sonra sessizlik...
ölümün de doğum gibi hazırlıklarla, hatta kutlamayla olabileceğini konuşuyorduk bi zamandır. doğum da ölüm gibi sessizlikle gelebiliyormuş. fakat bir ölümün doğumla birlikte gelmesi?
bebekte bir sağlık sorunu varsa annenin bedeni onu fark eder, bir süre sonra beslemek istemezmiş. hatta atmak istermiş en kısa zamanda. biz bu kararı vermesek de bi süre sonra zaten düşük yaparmışım bi sürü acıyla, öyle dedi bilenler.
sonra geçtiğimiz 5 ayı düşündüm. gebelik sürecimi. 5. haftamda katıldığım sessizlik inzivasındaki niyetim "içimdeki çocuğu dinlemek" olmuştu. mutluydum tek bedende iki can olduğumuz için. daha ilk meditasyonda içime düşen yas da nerden gelmişti, şimdi cevabını biliyorum.
son aylarda ağlamaktan helak olmuştum. herşeyi çok yoğun yaşayıp ne yaşadığıma anlam veremediğim için kelimelere döküp ifade edemiyordum. içimde bi şeyler oluyordu, bilmiyordum. sonra gebeliğin ilk kez yaşadığım bir şey olduğunu hatırlayıp rahatlatıyordum kendimi. ama yetmiyordu. içimden her an başka bi sümeyra çıkmasına alışmaya çalışıyordum. dönüşüme bağlıyordum.
sanırım, içimdeki çocuk konuşmuştu benimle gerçekten. 10. haftamda "sen benle kal, zamanın varsa, biraz daha" diye hüzünle, yasla şarkı söylerken ben, bedenim olanca esnekliğiyle zaman verirken bana, zihnim için durum böyle değilmiş. bedenimde hissetmediğim tüm sıkıntıyı iç sıkışıklığı olarak hissetmem de bundanmış.
her ne olduysa en hayırlısı olmuş.
başka ne olsaydı bu kadar çok şey yaşayıp öğrenebilirdim bilmiyorum. geçen haftalarda bi ara, gebeliğim devam ederken hala, hüngür hüngür ağlayarak "öğrenmekten de yoruldum" dediğimi hatırlıyorum.
doğum oldu, sonra sessizlik... toprağa gömdük bebeğimizin cansız bedenini. yağmurlarla ıslanıyor, kimbilir nelere can veriyor şimdi...
"sümeyra bu bebekle birlikte başka nelere gebe?" diye yazmış ayşe notlarının birine bir törende.
bir bebekle birlikte başka neler doğdu sessizlikte?
bunu zamanla görücez. şimdi biraz dinlenme zamanı.
şükürle. o'na sonsuz teşekkürle.”
…….
Haber: Senem Tahmaz
YORUMLAR