İspanyol sineması ile yakından ilgilenenlere göre olan “El Hogar” filmi, hayatı birden allak bullak olan bir karakterin hayatını gözler önüne seriyor. Tıpkı bizim de şu son zamanlarda hayatımızın aniden alabora oluşu gibi… Mutlu olmanın mümkün olduğunu aktaran film, seyirciye içinize dönün doğru cevabı bulacaksanız diyor.
Evde oturduğumuz şu günlerde Netflix’te yayınlanan dikkat çekici filmleri izleyip kafa dağıtmak bir nebze de olsa insanı rahatlatıyor. “El Autor” (Güdü) filmiyle seyircinin oldukça kafasını karıştıran İspanyol oyuncu Javier Gutiérrez “El Hogar” filmiyle ters köşe yapıyor ve seyirci gizemli bir üçgenin içindeki bulmacayı çözmeye çalışıyor.
Genelde absürt anlayışa sahip filmlerde oynayan Javier Gutiérrez gözetleme tekniğinin, akıl oyunlarının, iç çelişmelerin, çevresel bağın, içsel arzuların, kimlik çatışmalarının ve bunalımın güçlü olduğu filmleri tercih ederek, kendini belirli bir çerçeve içine dahil ediyor.
Bu bağlamda, oyuncu Javier Gutiérrez (Javier) “El Hogar” filminde işsiz kalan Javier karakterinin kafasında arzuladığı karaktere dönüşüyor oluşunu canlandırıyor. Sürekli geçmişle yaşayan ve yeni hayatını elinin tersiyle iten Javier, işsiz kalmasının ardından evini satmak zorunda kalıyor, o yüzden de bunu bir takıntı haline getiriyor. Javier oldukça obsesif ve kendini durduramayan bir karakter, çünkü o başkalarının hayatını yaşıyor, yani hayal üretiyor, ama üretirken de içindeki şiddete karşı koyamıyor. Mutsuzluk ve çaresizlik içinde olduğundan ötürü aklı ona şunu söylüyor: “Kendine ait olmayanı iste, ancak o şekilde mutlu olursun!”
Şartları kabul edemeyen insanın yapacağı şey, zaten beklenmeyen bir eylemdir. Ya kendini öldürür, ya başkalarına zarar verir, ya da kendini içinde bulunduğu duruma hapseder.
Başarılı bir yönetici olan Javier, aslında kendini iyi yönetemediğinden ötürü sınıfta kalıyor. Sattığı evin masraflarını karşılayamayacak duruma gelmesi aslında onu uçuruma sürüklüyor ve o eve taşınan sorunlu karı kocanın hayatına göz dikiyor.
Sürekli aklı o evde neler olup bittiğinde! Hikâyenin en önemli kısmı Javier’in eski evine ait anahtarların hala onda oluşu. Bu çok büyük bir tetikleyici! Belki anahtarlara sahip olmasaydı tüm bunları kafasında kurgulamayacaktı. Hikâye boyunca evin onun için önemini düşünüp net bir yanıt bulamıyoruz çünkü, ev sadece bir metafor.
Boşluk hissi ve arayış
Zenginlik içinde yaşarken aniden işten çıkarılan bir insanın yeni hayatını kabul etmesi ve onunla özdeşleşmesi hiç kolay değil ve bu uzun bir süreç, lakin burada başka bir mevzu var o da şu: Javier gizil bir karaktere sahip ve yalnızca işsizlikten dolayı bu hale gelmiyor. Zaten fırtınalı bir dünyanın içinde yaşıyor ve işsizlik onun yüzeye çıkmasına sebebiyet veriyor. İnsanları manipüle etmeyi zekâsı ile başaran Javier birçok konuda haklı, ama aradığı adalet yanlış, adalet başkasının hayatını elde etmekte saklı değildir. Kendi hayatını yeniden kurması gereken Javier sistemle baş edemediği için başkalarına kendi sistemini dayatıyor. Kendinle barışık olmakta büyük sıkıntı çeken Javier evine taşınan karı kocanın arasına kara kedi misali giriyor ve ikisini birbirine düşürüp, kendine çıkar elde etmeye çalışıyor. Karı koca sürekli kavga ediyor ve ciddi bir geçimsizlik var. Javier tüm bunları izliyor ve plan yapıyor.
Hatta Javier kocasının karısını dövdüğünü iddia ediyor ve haklı çıkıyor. Kocasını canlandıran oyuncu ise Mario Casas. Burada akıllara şöyle bir soru düşüyor: neden bu kadar güçlü bir karakterin karşısına Mario Casas gibi bir oyuncu yerleştirilmiş, tam olarak akıl erdiremiyoruz, zira Javier Gutiérrez oldukça başarılı ve baskın, ama Mario Casas ne yazık ki, Javier karakterinin gölgesinde kalıyor. Keşke onu yan karakter olarak izlememiş olsaydık. Detaylıca aktarmak gerekirse her iki karakter de sorunlu ve şiddete müsait. Javier’in eski evinde böyle bir karakter yaşıyor oluşu tesadüf değil, burada önemli olan iki karakterin hangisinin galip geleceği. Ortada bir ev var ve o ev gerçekten şiddetin yaşanmasına neden oluyor. Genel olarak değerlendirdiğimizde hikâyenin örgüsünde gerçekten bazı çatlaklar ve gedikler var, çünkü bazı eylemlerin ne sebeple yapıldığını anlayamıyoruz. Hikâye tam olarak seyirciyi doldurmuyor, fakat yine de ilgi çekmeyi yer yer başarıyor. İçimizdeki merak duygusu hikâye nereye gidecek diye düşünmemize yardımcı oluyor. Aslında hikâye çok farklı şekillerde işlenebilirdi, eldeki malzeme keşke daha iyi kullanılsaydı. Yani monotonluktan kurtulup, gerilimle bağ kurmuş olsaydı, havada kalan sorular olmayacaktı ve onlara yanıt aramayacaktık. Film fazlasıyla baş karakteri merkeze alınca önemini yitiriyor ta ki filmin sonuna değin…
Lüks insanın kendisidir
Şu bir gerçek, hikâye çok yavaş ilerliyor ve bazı bölümleri çok iyi anlaşılmıyor, bu da detayların üzerinde fazlasıyla durulmadığını ortaya koyuyor. Karakter oyunu yapan film, tek bir yaşam biçimine odaklanıp diğerlerini çerçevenin dışına alıyor. Bazı sahneler aşırı uzun tutulmuş olmasına karşın septiklik ve obsesif ben merkezcilik bizi psikolojik bir yolculuğa çıkarıyor. Buradan şu sonuca varabiliriz: “Hayatını çok lüks içinde yaşama, minimalist ol!'' Olduğundan fazla istemek ve sürekli lüksü tahayyül etmek acının yerleşmesine olanak tanıyor. Acı bilinçaltında kişiyi baskılayarak mutsuzluğun resmini çiziyor. Eğer sahip olduğumuzdan daha fazlasını istersek bu kendimize verdiğimiz en büyük zarar olabilir. Javier’in başına kötü bir olay gelmesinin ardında yatan neden ise kendisi!
Sonuç olarak; karakter çözümlemesini ortaya koyan film tek karakter üzerinden işleniyor ve hikâyeyi hep o tek karakterin vizöründen izliyoruz. Sadece onun duyguları var. “El Hogar” sürekli takip hissi uyandıran, tavan yapan arzularla hikâyeyi yönlendiren ve saplantının tehlikesini irdeleyen egosantrik bir film. Farkındalık geliştirmemizin önemini vurgulayan film, mutluluğun kendimiz ve düşünce sistemimiz olduğunu ifade ediyor.
YORUMLAR