HT Hayat Anasayfa Elida Zerri: "Okullar çocukların ruhunu öldüren yerlerdir" | Yaşam

Niceliksel verilerin ötesine geçerek bize biraz kendinizden ve hayallerinizden bahsetmenizi istesem; neler söylersiniz?

Tabii ki. Altı çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuyum. Evin en küçüğü olmanın dezavantajlarından ziyade avantajlarını yaşayarak büyüdüm. Evde sesi en çok çıkan ben oldum hep. Daha doğrusu, evde farklı bir ses çıkaran tek birey. Her ne kadar evin neşesi olarak görülsem de aslında evdeki kara koyundum hep. Merak duygum oldukça yüksekti ve bu da beni sorgulamaya itiyordu. Sorgulamak ise zaten seni biat eden topluluktan ayrıştırıyordu. Doğrularım hep başka başkaydı. Ailem veya çevremdeki diğer insanlardan farklı çalışırdı belki de beynim. Bilemiyorum. Onlar “Fazla düşünmek iyi değil” derdi, ben ise her şeyin üzerine düşünürdüm. Onlar “Tamam, bak bu konuda haklısın ama doğru bildiğin sana kalsın, topluma uymalısın” derlerdi, benim ise hayatım doğru bildiğim yolda ilerlemekle geçti. Ki benim hayat felsefem budur; doğru bildiğim yolda tek bile olsam yürürüm. Yolun, yanlış yoldur diyen herkese kulak tıkarım. Yanlış bile olsa, o yanlışı ben yapıp görmeliydim. Çocukluğum, hatta şu ana kadar ki tüm hayatım savaşmakla geçti. Doğrularım için her zaman savaştım. Bu elbette bazen çok yorucu oldu ama hep direndim.


Doğup büyüdüğüm şehir Elazığ olsa bile aslen Bingöl’lü sayılırız. Muhafazakâr bir ailem ve çevrem vardı. Bu benim ilk savaşımdı diyebilirim. Sonrasında farklı farklı savaşlar da verdim elbet. Toplumda doğru kabul edilip de tabu haline gelen o kadar çok yanlış görüyordum ki. Çoğunluk için doğru ama benim için mantıksız ve yanlış… Bunlara bile bile biat edemezdim ki. Neyse ki sürüden ayrılma cesaretini her daim gösterebildim.


Babam, kız çocuklarının okumasından yana olmasa da bana, ablalarıma vermediği şansı tanıdı. Daha doğrusu; tanımak zorunda kaldı diyelim. Türk Dili ve Edebiyatı hayalimdeki bölümdü. Çünkü yazıp- çizmek oldum olası büyük bir zevk vermiştir bana. İstediğim bölümü bitirdim. Şu an yine en çok istediğim alanda yani Eski Türk Edebiyatı alanında yüksek lisans yapıyorum. Evliyim ve iki kızım var. Biri 6 ve biri 4 yaşlarında. İki çocuklu bir anne olarak yüksek lisans evet biraz zorlasa bile, bölümümü çok sevdiğim için hiçbir zorluk umurumda olmuyor. Sevmek çok mühim mesele. Bir işi severek yapmak…


En büyük hayalim buydu ve bu yolda yürüyor olmak büyük mutluluk. Eski Türk Edebiyatı alanında kendimi ileri taşımayı çok istiyorum. Bu alanda faydalı icraatlar yapabilmeyi. Yazıp- çizmek sanırım en büyük zevkim. Benim dilim, kalemimdir. Konuşarak kendimi rahat ifade eden biri olmadım hiç. Yazmak bana bir terapi gibi gelmiştir hep. Bazen şiir, bazen hikâye, bazense deneme tarzı bir şeyler karalar dururum. Liseyi bitirdiğim yıllarda bir roman yazmakla uğraşıyordum ve yayımlatmayı başarmıştım. O vakitler şiirle de aram çok iyiydi. Yayımlamayı hiç düşünmedim nedense. Şimdilerde çocuk hikâyeleri yazıyorum. İkisi yayımlandı. Yeni bir hikâyem daha var üzerinde çalıştığım ve hep de olacak! Yazmaktan asla vazgeçmeyeceğim. Ki zaten vazgeçemem. Bir şekilde doğurmam gerekir beynimdeki fikirleri. Yazmak, benim dışarıya açılan kapım.


Okulsuzluk bir çocuk için şansken diğer bir çocuk için şanssızlık olabilir mi? Ve çocukları için okulsuzluk kararı alan ebeveynler, en çok hangi konular üzerine düşünmeliler sizce?

Şans denilince, konuya okulsuzluk açısından bakmıyorum. Dinlenilmeyen ve düşünceleri umursanmayan her çocuk şanssızdır. Okula gitmek istemediği halde buna zorlanan çocuklar şanslı olabilir mi? Mutsuz bir çocuk ister okula gidiyor olsun, isterse okulsuz olsun şanssızdır ne yazık ki. Okula gidip de mutlu olan çocuklar var ama bana kalırsa bu çocukların büyük çoğunluğu okulu bir kaçış olarak görüyordur. Ev ortamından bir kaçış ya da okuldaki bazı arkadaşlarına olan düşkünlüğü olabilir. Yoksa hangi çocuk dört duvar arasında saatlerce oturmaktan zevk alır ki? Pencere kenarında oturan bir çocuktum ilkokulda ve aklım hep dışarıdaydı. Dışarıda keşfedilmeyi bekleyen onca şey varken hangi çocuk çarpım tablosunu ezberlemekle uğraşmak ister ki? Ya da hangimiz hayatımızın geri kalanında bize hiçbir faydası olmayacak bilgilerle cebelleşmek isteriz ki? Çocuklar da istemiyor! Ve aileler bunu önemsemiyor. Duyguları önemsenmeyen bir çocuk mutsuzdur ve tabii şanssız. Okula gidip gitmemek bir şans meselesi olacaksa, buna çocuklar karar vermeli. Ebeveynlerin tek umursamaları gereken nokta bu olmalı. Çocuklarının mutluluğu. Bazen okul çıkışlarına denk geliyorum. Sırtlarında kendi boylarının yarısı kadar bir çanta ile bezgin halde evlerine giden çocukları görmek üzüyor beni. Yorgun demiyorum, bezginlikten bahsediyorum. Bu çok kötü bir şey. 7- 8 yaşında ki çocuklar... Hayatlarının en cıvıl cıvıl döneminde olmaları gerekirken, yani en hayalperest, en yaratıcı ve en coşkulu çağlarında tükenmişlik hissi ile boğuşuyorlar. Elbette ki bu çocukların şanssız olduğunu düşünürüm. Elinden hayalleri alınmış, elinden özgürlüğü alınmış ve oyun oynaması gereken saatlerde duvarlar ardına tıkılmış çocuklara şanslı diyemem. Günlerinin büyük çoğunluğu dört duvar arasında geçiyor ve geri kalan vakitte ise ödev yapmakla... Yani yine dört duvar arasında. Belki biraz radikal gelebilir ama bence okullar çocukların ruhunu öldüren yerlerdir. Tabii ki okulu çok seven nadir de olsa çocuklar vardır. Okula gitmeyi, ödev yapmayı büyük bir zevk olarak görenler… Onlar için bir şey diyemem. Bir çocuk mutlu ise; şanslıdır. Okula gitse bile!





“Bizim kuşak dünyadaki yerini bulacak kadar özgür yetişmedi. Bizlere yerimiz gösterildi. Elbette kaba ve sevgisiz biçimde yapılmadı ya da alenen söylenmedi ama bizlerden herkes gibi olmamız beklendi. Ebeveynlerimiz bizden ne istemiş olduklarını ve bunun neye yol açabileceğini sorgulamadı… Çünkü bütün bunlar ebeveynlerimizin de başına gelmişti. Bütün bunları sorgulayabilmek için hiyerarşik standart eğitimin yok edici gücünden kurtulmuş bir miktar özgüvene ihtiyaç vardır. Bu sorgulama kişiyi kültürel beklentilerin karşısında rahatsız bir konuma sokar. Deli, küstah ve hatta tehlikeli olarak tanımlanırsınız.” (Ben Hewit/Okulsuz Büyümek)


Siz, kültürel beklentilerin karşısında kendinizi rahatsız bir konumda hissediyor musunuz? Ve böyle hissediyorsanız; bununla başa çıkma yollarınız nelerdir?

Ben Hewit’ in bahsettiği şeyden az evvel ben de bahsetmiştim. Toplumun tabu haline getirdiklerini sorgulamak özgüven ister. Çoğunluğu karşına alabilmek büyük bir cesaret gerektirir. Sorgulamaya başladığınız vakit dışlanıyorsunuz. Birçok insan sırf sosyal dışlanmışlıktan çekindiği için göz yumuyor yanlış bulduğu fikirlere. Sorgulamaya cesaret edemiyor. Etse bile savaşacak gücü kendinde bulamıyor. Sürü ile birlikte hareket etmek daha kolaydır. Sürüden ayrılan her daim savaşmak zorundadır, her daim dışlanan ve deli diye tanımlanan bir konumdadır. Kültürel beklentiler karşısında konumum hep belliydi. Çocukluğumdan itibaren bu konum değişmedi. Hep zıt kutuptaydım. Belirttiğim gibi, bu durum bazen çok zor oluyor. Açıkçası çok yorucu oluyor. Hep kendini ifade etme çabasında oluyorsun çünkü. Farklı bir bilinç seviyesindeki birine, kendini anlatmaya çalışmak şüphesiz ki çok zor. Ama alışıyor insan. Alıştım ben. Deli diye tanımlanmaya ve değişik, tuhaf diye hor görülmeye... Hatta bir fikrim karşısında bu tanımlamalar yapılmayınca fikrimi sorguluyorum. Anlaşılmadığımı düşünmeye başlıyorum. Alışmışlık seviyem epey ileri olsa gerek! Alışınca zaten daha az yorucu oluyor her şey. Hele bir de yeri gelince kulakları tıkalı yürümeyi öğrenmişseniz, çok daha az etkileniyorsunuz her türlü tepkiden.


“Eğer ne öğreneceğiniz konusunda özgür olabilseydiniz, her zaman için gerçekten ilginizi çeken konuları bulma güdüsüyle hareket ederdiniz. Her birimiz dünyaya “öğrenme aşkı’’ olarak da tarif edilen bir duyguyla geliriz, ancak okula gitmemizle beraber bu güdümüz giderek silikleşir ve zayıflar.” (Alternatif Eğitim-Hayatımızın Okulsuzlaştırılması)


Ben Hewit, Okulsuz Büyümek adlı kitabında öğrenmenin doğal bir süreç olduğundan bahsediyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Öğrenmek ancak doğal bir sürece yayılırsa gerçek bir öğrenme olabilir. Çocuğa dışarıdan herhangi bir dayatma veya müdahale yapmadan, tamamen çocuğun kendi içsel motivasyonu ile müdahalesiz bir şekilde öğrenmesine izin verilmeli. Çocuk ancak kendi isteği, kendi ilgi ve merakı, kendi yeterliliği doğrultusunda ilerlerse gerçek bir öğrenmeden bahsedilebilir. Çocuklar büyük bir öğrenme isteği ile dünyaya gelirler. Onların merakının akacağı bir ortam sağlayıp öğrenmelerine izin verirsek, öğrenemeyecekleri hiçbir şey yoktur. Eğer onların gerçekten bir şeyleri öğrenmelerini istiyorsak, onları rahat bırakmalıyız. Geri çekilmeliyiz! Yardıma ihtiyaç duydukları anda bizi bulacaklardır. Yapılması gereken; öğretmenlik değil, kılavuz olmaktır. İstediği ve ihtiyaç duyduğu anda dönüt sunabilmektir.


Çocuklar okullarda her daim bir öğretmen kontrolündedir. Çocuklar dıştan gelen dayatmalar ile ve birileri tarafından belirlenmiş olan müfredat ile öğrenmeye zorlanır. Çocuğun yeterliliğinin, hazır bulunuşluğunun veya ilgisinin, yeteneğinin hiçbir kıymeti yoktur. Birileri tarafından oluşturulan bir sistem var ve en tepeden sunulmuş olan bu düzene herkesin uyması bekleniyor. Sorgusuz bir şekilde itaat etmeleri isteniyor çocuklardan. Ki zaten okulların kuruluş amacını incelersek tamamen bu amaçla kurulduklarını görürüz. Sorgulama yeteneği olmayan ve itaat etmeye hazır tek tip insanlar topluluğu oluşturmak. Sevgili Nihan Kaya, İyi Aile Yoktur adlı kitabında bu konuyu en iyi şekilde ve detaylıca açıklıyor.


Okullar çocuğun içinde olup bitene kulak vermez, çocuğun yeterliliğini umursamaz. Okullar çocukların elinden merak duygularını ve sorgulama yeteneklerini alırlar. Fark ettim ki ilkokul mezunu çocuklar soru sorma yetilerini kaybediyorlar. Evreni, varoluşu anlamaya çalışmıyorlar artık. Sordukları sorular, derinliği olmayan tek tip sorular. Evet, standart testleri çok iyi çözüyor olabilirler veya cebir işlemlerini çok iyi yapıyor olabilirler. Lakin tüm bunlar sadece ezberden ibaret. Ezber üzerine kurulu bir sistemin içerisinde gerçek öğrenmeden bahsedilemez. Hangimiz saatlerce kafa patlatıp ezberlediğimiz ders konularına dair bir şeyler hatırlıyoruz ki? Hayatımızın hiçbir alanında işimize yaramayacak şeyler için kendimizi paraladık durduk. Ne öğrendik peki? Hangimiz trigonometriyi hatırlıyor veya hangimiz Kasr-ı Şirin Antlaşmasının maddelerini? Dayatma ile hiçbir şey öğrenilemez. Çocukların sahip olduğu muazzam güçteki öğrenme isteği okullarda baltalanır. Çocuk gerçek öğrenmeyi ancak okul dışında tadar. Nitekim gerçek öğrenme içten gelen bir istek ile olur. Okullar ise buna fırsat tanımaz. Doğal ve akışında ilerlemesi gereken süreci dayatmalara boğar.






“Kültürümüzün başarmaya yaklaşımı bağlamında başarıyı açıklamak ve göstermek çok kolay. Ev sahibi olmak, iyi gelirli bir iş, cömert bir bireysel emeklilik planı, harika bir araba, takdir ve bunlara sahip olma konusunda bireysel azim: Bunlar kültürümüzün başarıyı tanımladığı bazı ölçütler ve genel geçer oldukları için de iyi yaşanmış bir hayatın kısa ve yalın anlatımına dönüşmüşler. Belki de bu sadece, iyi yaşamın simgesi olmuş, konfor merkezli bir hayat. Bunlar özünde kötü olan şeyler değil, doğrusu bunlardan bazılarına ben de sahibim. Tehlike; bunlara yönelik arzumuzun doğa ve mekân ile anlamlı ilişkilerimizi zorlaştırarak hayatımızı çalmakla tehdit etmesi. Sorun bunları kendimiz ve çocuklarımız için arzularken, isteklerimizin sonuçlarını düşünmeyişimizde: Bizi birbirimizden ayrı düşüreceğini, aileyi ve toplumu böleceğini, ekonomik başarımızı garantileme çabamız için özgürlüğümüzü feda edeceğimizi ve bu arzunun çocuklarımıza da aynısını yapacağını.” (Ben Hewit/Okulsuz Büyümek)


Size göre başarı nedir?

Ben Hewit öyle güzel açıklamış ki. Başarı denilince herkesin aklına gelen şey maddiyat oluyor. Bu durum maalesef ki genel olarak böyle. İyi bir işiniz varsa, maddi olarak kendinizi kanıtlamışsanız, herkesçe çok başarılı olarak kabul edilirsiniz. Aileler çocuklarının geleceğinden o kadar endişeliler ki, bugünlerini bu endişe uğruna heba ettiklerinin farkında bile değiller. Çocuklarının iyi bir kariyer edinmeleri için, maddi olarak iyi bir konuma gelebilmeleri için her şeyi yapıyorlar. Tek büyük dertleri bu belki de. Hemen hepsi bir rekabet derdinde, hemen hepsi bir kıyaslama ve okul başarısı derdinde. Peki, “okul başarısı” bir çocuğa neleri kaybettirir, bunu düşünen var mı? Başarı denilince benim aklıma gelen ilk şey; mutluluktur. Keşke çocuğumuzun geleceğine odaklanmak yerine, bugününe odaklansak. Çocuğumuzun sınav notlarına odaklanmak yerine, onun ihtiyaçlarına odaklansak. Elbette ki çocuğumuzun rahat bir hayat sürmesini isteriz ama mutsuz bir rahatlık içimize siner mi? Her ebeveyn ister ki, çocuğu en iyi mesleğe sahip olsun. Günümüz koşullarına bakarak doktor olmasını, mühendis olmasını falan arzularlar. Çocukluk yılları mutsuzlukla geçebilir, bu mühim değildir. Mühim olan ileride iyi bir mesleğinin olmasıdır. Çünkü başarı ebeveynlere göre budur. Ne acıdır ki; başarı denilince mutluluk veya özgür irade gibi kavramlar akıllarına hiç gelmez.


Okulsuzluğu tercih edemeyen ancak mevcut sistem içerisinde de kendisine yer bulamamış ebeveynlere bu röportaj vasıtasıyla neler söylemek istersiniz?

Okulsuzluk fikrimi delilik olarak nitelendirenler çoğunlukta olsa da, onaylayanlar da var. Onaylamak bir kenara, içten içe bunu arzulayanlar… Çocuklarını okula feda ettiklerini bilirler, bunun farkındadırlar ama başka alternatifleri de yoktur. Daha doğrusu, bu onların iddiası. Bu konuda onlarca bahane duydum açıkçası. Muhakkak ki herkesin önceliği farklıdır. Kimse kimsenin yolculuğunu bilemez. Okulsuz ailelerin “şanslı” olarak nitelendirilmesi, beni oldukça sinirlendiriyor. İnsanların “şanslı” olarak görüldükleri yaşamlarında nelerle savaştıklarını, neleri gözden çıkardıklarını ya da fedakârlıklarını asla tahmin edemeyiz. Okulsuzluk kolay bir yol değildir. Biz, çocuklarımla birlikte göğüsledik bu yolculuğu, her macerayı ve her savaşı da…


Okulsuzluk eğer sizin için doğru yol ise, bu yola girmekten çekinmeyin. Kimseye; benim yolum doğrudur, senin yolun yanlıştır diyemem. Herkes kendi doğrusunu kendi belirler ve o doğrunun arkasında cesaretle durmalıdırlar. Bu karar, öncelikle çocuklarımızın kararı olmalı. Ödev yapmak istemeyen, okula gitmek istemeyen çocuklarımızın duygularını umursamak zorundayız. Çocuğunuzu okula gönderin veya göndermeyin deme hakkım yok. Okulsuzluk en doğru olan yoldur da diyemem. Lakin çocuklarımızı dinlemek zorundayız, onların ihtiyaçlarını gözetmek zorundayız. Onların mutlu ve özgür bireyler olabilmesi için tüm bahaneleri bir kenara bırakmalıyız. Sorunun farkındaysak, çözüme odaklanmalıyız. Okulsuzluğu benimsiyor ama imkânsız olarak görüyorsak, okulsuz aileler ile iletişime geçebiliriz. Onların “şanslı” olmadıklarını ve her türlü zorluğun altından nasıl kalkabildiklerini görüp ilham alabiliriz belki. Size yanlış gelen bir şey varsa, lütfen ses çıkarın. Doğrunuz için savaşma cesaretini gösterin. Bunu yapın!


Mevcut eğitim sistemi içerisinde yer alan bir çocuğun bu süreci en az hasarla atlatabilmesini sağlayabilmenin yolları nelerdir sizce?

Eğitim sistemi ister istemez çocuğa zarar verecektir. Yeteneklerine, hayal gücüne, yaratıcılığına, ruh haline... Çocuğun bu süreci en az hasar ile atlatabilmesi için ebeveynlere büyük görev düşüyor. Çocuklarını kıyaslamaktan vazgeçmeliler, çocuklarının zekâsına ve aldıkları notlara odaklanmaktan vazgeçmeliler. Ödev yapma konusundaki inanılmaz baskının da ortadan kalkması gerekiyor. Çocukları kendi haline bırakmalıyız. Okul sonrası ödevlere, derslere odaklanmak yerine, çocukların kendi ilgisi dâhilinde aktifleşeceği alanlar yaratmalıyız. Bu, onun hayatı ve onun adına kararlar almaktan vazgeçmeliyiz. Bir çocuk için olmazsa olmaz TEK şey “OYUN” dur. Oyunun gücünü asla küçümsememeliyiz. Çocuklar hemen her şeyi oyun ile öğrenirler. Belli bir plan dâhilinde gerçekleştirilen, neyi- nasıl oynamaları gerektiği birileri tarafından dikte edilen aktivitelerden bahsetmiyorum. Oyun, kendiliğinden başlamalıdır. Serbest halde! Çocuğumuza yeni alanlar açmalı ve geri çekilmeliyiz. Yeteneklerine, iç dünyalarına eğilmeliyiz. Okulun verdiği hasarı ancak bu şekilde en aza indirebiliriz.


Bugün dünyadaki birçok problemin kaynağı insanlar arasında ki fikir ayrılıklarıyken, sizce çocuklarının eğitimi söz konusu olduğunda insanlar neden çoğunlukla aynı fikirdeler?

Çünkü okula gitmeden çocuklarının “başarılı” olamayacaklarını düşünüyorlar. Yaratılan bir sistem var ve bu sistemin dışına çıkma fikri kimsenin aklına gelmiyor. Okula mecburmuşuz gibi bir algı yaratılmış durumda. İnsanlar asla farklı bir alternatif var mıdır diye düşünmüyorlar bile. Öyle bir alternatif mümkün değilmiş gibi! Çocuklara isimlerinden önce kaçıncı sınıfa gittikleri soruluyor mesela. Okul her çocuk için olmazsa olmaz bir konumda. Okula gitmeme durumu hemen herkeste aynı fikri yaratıyor: Sözüm ona “cahil” kalmak, iş sahibi olamamak, hayatı boyunca hiçbir “başarı” elde edememek... İnsanlar için başarı demek okul demektir. Öğrenmenin tek yolu, okul denen kurumlardır insanlar için! Sistem başka türlüsünü düşünmeye izin vermemiştir çünkü.


Çocuklarının, mevcut eğitim sisteminin içerisinde yer almasını istemeyen ve okulsuzluğu da tercih etmeyen ebeveynlerin bir kısmı da sayısı oldukça az ve ücretli olan alternatif eğitim sunan okullara yönelmektedirler. Bu okullar hakkında sizin düşünceleriniz nelerdir?

Alternatif eğitim kurumları gün geçtikçe çoğalıyor ve aileler, çocuklarının mevcut sistemden daha az hasar göreceklerini düşündükleri bu kurumlara yöneliyorlar. Okullara alternatif olarak kurulan bu kurumlar birçok konuda mevcut okullara göre daha iyi durumda olabilirler! Bunu bilemiyorum. Bu kurumlar çocuklara daha iyi bir eğitim ve özgürlük sunduklarını iddia ediyorlar. Herhangi bir dayatma veya müdahalenin olmadığını da… Aslında ben bu durumu şuna benzetiyorum: “Daha iyi kışlalar.” Okulları kışlaya benzetirim ve benim için kışlanın iyisi, kötüsü yoktur. Kışla kışladır! Tabii ki bu benim kendi şahsi fikrim. Yoksa mevcut okullara alternatif kurumların oluşturulma çabasını destekliyorum. Hâlihazırdaki sisteme mecbur olmadığımız fikrinin yayılması elbette ki mühimdir. Okula alternatif yöntemler geliştirilmelidir diye düşünüyorum.


Okulsuzluk bir yaşam tarzı mıdır?

Evet, okulsuzluk bir yaşam tarzıdır. Daha doğrusu bir yolculuk... Bu yolda müfredat yoktur. Çocuğun öğrenme sürecinde dayatma yoktur ve beklentilere girilmez. Çocuk her şeyi kendi içsel motivasyonu doğrultusunda yaşayarak, deneyimleyerek öğrenir. Çocuğun kendi öğrenme hızına uygun ve kendi öğrenme tarzına uygun bir şekilde ilerlenir bu yolda. Ailenin de çocuğa her daim geri bildirim verebilmesi, ihtiyaç duyduğu bilgiler konusunda onu desteklemesi, kılavuzluk etmesi önemlidir. Okulsuzluk, aynı zamanda bir çocuğa kendi merak ve ilgi alanlarına uygun eğitim alma özgürlüğünü de sunar. Okulsuzluğun mevcut sisteme göre daha verimli olduğunu düşünüyorum. Nitekim bu süreçte çocuğun öğrendikleri, gerçek yani kalıcı öğrenmedir. Çocuk isterse yetenekleri doğrultusunda çeşitli kurslara gidebilir. Yapılan geziler, gidilen müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler, farklı ortamlar da cabası. Çocuk, istediği her şeyi öğrenebilir. Bunun için illaki okula gitmesi şart değildir. Okulsuz bir çocuk için, yeryüzü zaten bütünüyle bir okul demektir. Tüm gününü dört duvar arasında geçirmek zorunda olmayan bir çocuk için, okulsuzluk özgürlük demektir, doyasıya oyun oynamak demektir. Yapmak istediklerine kendisinin karar verebilmesi demektir. Bir çocuk için bundan daha iyi ne olabilir ki? Okulsuz bir yaşamı benimseyen ailelerin sayısı artıyor. Birçok ülkede bu durum yasalara aykırı değil. Ama ülkemizde okulsuzluk şu an için yasal değil. Ama imkânsız da değil. Ülkemizde bunu deneyimleyen birçok aile var nitekim. Okul çağı gelen bir çocuğun okul kaydının bulunmaması durumuna yasalarımızda gayet net bir şekilde değinilmiştir. Merak edenler, İlköğretim ve Eğitim Kanunu madde 55’ e ve madde 56’ ya bakabilirler. İleriki süreçte çocuk eğer isterse, açık öğretim kurumları vasıtasıyla diploma sahibi olabilir ve istediği bir bölüme yerleşebilir. Şimdilik bizim için önemli olan tek şey; çocukluk dönemini heba etmemek. Mutlu ve özgür bir çocukluk dönemi geçirebilmek… İlerisine ileride bakarız!


Röportaj: Sinem Uslu



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Elida'ya ulaşmak istiyorum. Diyarbakır da ve haber almak istiyorum. Instagram hesabı kapalı. Röportajı yapan arkadaşta telefon veya maili var mıdır? @sebileacarsert DM den bana ulaşır mısınız?
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.