Yakın arkadaşlarımdan birinin kızı evlenmişti. Birkaç ay sonra dehşet içinde annesine gelmiş. “Eşimle her davranışımız, tutumumuz, görüşümüz, anlayışımız, zevkimiz, alışkanlıklarımız özetle her şeyimiz farklı; çıldırmak üzereyim” demiş. Annesi telaş içinde beni aradı. Bir hafta sonu anneyi ve kızı bizim eve davet ettim. “Anlat bakalım kızım ne farklar var?” diye sordum. Günlerce anlatsa bitmeyecek kadar farklar olduğunu söyledi. Evliliği yapmakla büyük bir hataya düştüğünü zannediyordu. Daha ileri gitmeden evliliği bitirmek istiyordu. Anne telaş içindeydi. “Biraz uyum göstermeye çalış, ama bu arada da dikkat et hamile kalma” diye uyardı.
Hem anne hem kız büyük bir yanılgı içindeydiler. Anne uyum önerisiyle kızını daha büyük problemlere ve felaketlere sürüklediğini bilmiyordu. Farklılıkları görmezden gelmek ve uymaya çalışmak her gün insanın kendinden fedakârlık yapmasını gerektirir. Sürekli özveriye hiçbir onurlu insan dayanamaz. Ayrıca, sürekli bir tarafın özverisine dayanan evlilikler de ayakta duramaz. Başarılı bir evliliği sürdürebilmek için hiç kimse “Ben özveride bulunuyorum” dememelidir. Bu karşı tarafı hep borçlu bırakır. Evlilik borçla alacakla yürümez; paylaşmakla yürür. Genç kıza sordum “Bir insan sevmediği, anlamadığı veya arzu duymadığı şeylere ne kadar süre dayanabilir, nasıl uyum sağlayabilir?” “Bence olanaksız” dedi. Öyleyse uyum için hiç yola çıkmaması gerekirdi. Başarısızlığı kesin görülen şeyler evlilikte denenip umutlar karartılmamalıdır.
Genç kıza ısrar ettim. “ Seni en çok rahatsız eden birkaç farkı söyle” dedim. Örneğin, delikanlı senfonik müzik meraklısıymış. Akşam eve gelince veya tatil günlerinde yüksek sesle senfonik müzik dinliyor ve yemek esnasında eşinin dizi izlemesinden rahatsız oluyormuş. “ Birkaç akşam ben diziyi mutfaktaki televizyonda izleyerek yemek yedim, o da salonda müzik dinleyerek yedi. Küçük evin içinde sesler karıştı. Hem izlediklerimizin zevkini alamadık, hem de ikimiz birden çok gerginleştik O geceleri küs geçirdik” dedi. Genç kıza, ne büyük bir şansla karşı karşıya olduğunu anlattım. Senfonik müziğe bu denli ilgili olan bir genç, müziğin, sanatın, ritmin ve asırlar süren bir kültür birikiminin zenginliğini içinde taşıyor demektir. Bu zevki, bu zenginliği onun da paylaşmasını önerdim. Ruhumuzu karartan, bizi kederlere boğan, kimin eli kimin cebinde belli olmayan diziler yerine yemek esnasında senfonik müzik eşliğinde birer kadeh şarap içmelerini, televizyonun manyetik dalgalar yayan ışığı yerine yemek masasını mumların efsunlu ışığı ile aydınlatmalarını önerdim. “Gözlerinizi büyülenmiş gibi televizyona dikmek yerine birbirinize çeviriniz. Kumanda aletini bırakıp birbirinizin elini tutunuz o sıcaklık içinde yemek yiyiniz” dedim.
Eşler arasındaki her fark yuvaya yeni zenginlikler katar. Farklar için Tanrı’ya şükretmek gerekir. Genç kızımız üç gün oturup üç yüz farktan söz etse eğer eşi deli veya ruh hastası değilse söz ettiği her fark bir insani değerdir. “Bana uymuyor” diye peşinen reddetmek yerine içindeki hikmeti, rengi, değeri aramalı o zenginliği yaşamanın ve aileye katmanın yolları bulunmalıdır.
Birbirinizin farklarını kabul ediniz. Farkları köreltmeye veya uyum çabası göstermeye çalışmayınız. Birbirinize Tanrı’nın yarattığı özelliklerde birer insan olma olanağı tanıyınız. Allah yanlış yapmaz. Uyum için kendinizi zorlamayınız. Ne siz özveride bulununuz ne de eşinizden bekleyiniz. İçinizdeki tüm zenginlikleri ortaya dökerek renkli, zevkli, sevinçli bir hayat yaşayınız.
YORUMLAR