“Geceleyin tüm kediler boz renklidir”
Arzu Çevikalp, İspanyol yazar Ginés Sanchez ile söyleşi gerçekleştirdi.
İspanya’da önemli bir yere sahip olan hümanist Ginés Sanchez belli bir kalıbın içine girmek istemeyen bir yazar… Kitaplarını tek bir türün üzerine oturtmayı sevmiyor, birçok farklı türde yazmayı tercih ediyor, çünkü onun için yazmak önemli… İlla şu tarz bir roman yazmalıyım diye yola çıkmıyor, her şeyi akışına bırakıyor. Romanları oldukça akıcı ve edebi… Deyimleri belirli benzetmelerle kullanan yazar hem ironi yapıyor hem de mizahi bir sistem ortaya koyuyor. Kelimeleri anlamları dışında kullanıyor, onun için asıl önemli olan okuyucunun değişik dünyalara doğru yolculuk ediyor oluşu… Gizemli bir ortam yaratma konusunda sıkıntı çekmeyen yazar bazı gerilimli olaylara atıfta bulunuyor, yani okurun hafızasını zorluyor. Birkaç kez Türkiye’ye gelen ve Türkiye’yi sevdiğini ifade eden yazar Orhan Pamuk okuduğunu satırlara aktarıyor. Kendisine bu söyleşi için teşekkür ederiz.
“Los gatos pardos” kitabındaki Ginés’in de aynı benim gibi mavi gözleri var. Yaşlarımız da hemen hemen aynı. Ama benzerlikler yalnızca bu kadar. Hayır, aslında kendi ismimi daha korkunç ve ahlaksız bir karaktere vermem bir şakadan başka bir şey değildi. Bir bu, bir de Ginés ismi benim memleketimde (Murcio) çok yaygın olarak kullanılır, yani karakterin kökenini de belirtmiş oldu. Ama elbette yazarlar öyle ya da böyle, eserlerine daima kendi hayatlarından bir şeyler katarlar.
Elbette kitabın adı bu ifadeye atıfta bulunuyor. Bu söz, geceleyin tüm kedilerin birbirine benzediğini ifade ediyor, bununla anlatılmak istenen gerçekte birbirine benzemeyen şeylerin birbirine benzedikleri. Jacinto, María ve Ginés karakterlerinin de başına gelen bu. Gece bastırdığında gün boyu oldukları şeyden bambaşka bir şeye dönüşüyorlar. Yani roman bu üç kişinin, boz kediler gibi, gerçekte sahip oldukları ama geceleyin ortaya çıkan niteliklerinden bahsediyor.
Öncelikle, yazmak tamamen meslekle alakalı, ama beklenmedik bir şeydi. Ben daima yazdım, ama yazdıklarım hikâyelerden ibaretti, çünkü kimse birdenbire kafasına esip de roman yazmaya koyulmaz. Ama artık aklıma hikâye gelmemeye başlamıştı, bir müddet bu böyle devam etti. Sonra bir gün kendimi basit bir hikâyeden çok daha uzun bir şey yazarken buldum. İşte o zaman tüm parçalar yerine oturmaya başladı. Kendimi durduramadım.
“Los gatos pardos” bir bakıma evet, karanlık bir roman. Ama öyle olmasını tercih ettiğim için değil. Aslında nasıl romanlar yazmayı sevdiğimi bilmiyorum, çünkü kitaplarım yayınlanmaya başlayalı beş yıl oldu ve her biri farklı bir türe ait.
Kesinlikle benim romanlarımla uyuşan ya da onlarla bir tutulabilecek bir şey varsa o da toplumun belirli kesimlerinin eleştirisidir. Ama bir avukatın bakış açısıyla değil, saf hümanizmle. Yoksulların zenginlere, kadınların erkeklere ya da erkeklerin kadınlara karşı mücadelesi, gezegen için verilen mücadele. Hepsi beni ilgilendiren ve mütevazı bir şekilde eleştirisini yapmaya çabaladığım meseleler.
İlham diye bir şey yoktur. İlham var demek her zaman, her saat yazabilirsin demekle aynı. Yazmaya başlamadan önce bir ışık yanar. Ardındansa çalışmak, daha fazla çalışmak gerekir ve romanın sizden beklediği binlerce dengeye karşı her anlamda dikkatli olmak…
Tabii ki. Türkiye’ye hayranım. Birkaç kez Türkiye’ye geldim ve bence harika bir ülke. Ve elbette ki Türk okurlarımın olması beni çok mutlu ederdi.
Romanlarımda özellikle ilk romanlarımda, söylediğin şey çok bariz. Yaşam ve ölüm arasında bir çizgi var, karakterler binlerce parçaya bölünmenin eşiğinde ve akıl sağlıklarını korumak için dengeyi kurmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Romanı yazarken kendime sürekli birçok soru soruyorum. Sahip olması gereken eleştirel içeriğe dair, fikre, ritme ve hikâyenin kendisine dair. Margaret Atwood der ki, “yazmak karanlıkta yağlı bir domuzla dövüşmektir”. Ben kırmızı çizgilerin özellikle, nelerin gösterilip nelerin gizlenmesi gerektiğiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Örneğin cinsel içerikli bölümler gibi. Romanın sonu nasıl olmalı mevzusuna gelince, ben fazlasıyla ucu açık bırakılan sonlardan yanayım. Sanırım bu türden romanları okumak hoşuma gittiği için bu böyle. Hayat ucu açık bir sondur. Ölümle bitiyor, tabi ki. Ama tüm hikâyeleri karakterlerin ölümüne kadar devam ettiremezsiniz ki…
Kesinlikle. Aslında şu anda bunun üzerinde çalışıyoruz, özel olarak da Los gatos pardos romanı üzerine duruyoruz.
En sevdiğim yazar yakın zamanda kaybettiğimiz Ramiro Pinilla, ve özel olarak yine ona ait olan roman “Las ciegas hormigas”. Fakat şu anda İspanya’da farklı türde yazan birçok yazar var. Almudena Grandes, Daniel Ruiz, Mıguel Ángel Hernandez ya da Manuel Vilas gibi birçok yazarı önerebilirim.
Sanırım tek okuduğum yazar ve biliyorum son derece tipik ama Orhan Pamuk. Kesinlikle araştırmalıydım. Önerilere açığım. Kanımca uzunca bir süre İsmail Kadare okudum demeliyim çünkü onun sayesinde Osmanlı İmparatorluğu’na dair bir şeyler hatırlayabiliyorum.
Herkes aynı değildir. Benim hemen hemen bir buçuk yılımı alır. Aslında, 2012 yılından bu yana beş romanım yayınlandı. Buradan ortalama bir süre çıkarılabilir.
Adayların arasında olduğumu biliyordum ama kazanmayı beklemiyordum çünkü Oscar ödülleri sırasında Forrest Gump ve Pulp Fiction arasında geçenler aklıma geldi. Her iki film de çok büyük işlerdi ama Oscar şiddet içerikli ve kurgusu karmaşık bir film yerine, Forrest Gump’a gitti. Ben de başıma aynısının geleceğini, daha “düzgün” bir roman daha olacağını ve Jacinto, Ginés ve María’nın kazanmasını engelleyeceğini düşündüm. Nasıl mı hissettim? O gece çok eğlendik diyebilirim.
Aslında söylediğim gibi, şimdiye kadar zaten beş tane romanım yayınlandı. Los gatos pardos ikinci romanım. Adından, aynı zamanda Tusquets’de, “Entre los vivos”, “Dos mil noventa y seis” yayınlandı ve geçtiğimiz Eylül ayında “Mujeres en la oscuridad” romanım yayına çıktı.
arzu.kultursanat@gmail.com
Çeviri: Didem Kul, Arzu Çevikalp