Aldığımız karar neden bir türlü uygulamaya koyamıyoruz? Önceki sohbetimizde karar verememekten bahsetmiştik. Karar verip uygulayamamanın sebepleri nelerdir? Diyet örneğini ele alalım.
Diyelim ki diyet kararını aldık. "Pazartesi günü ya da yeni yılda diyete başlayacağım" gibi… O kararı alma sürecini de incelemek lazım. Neden böyle bir karar aldık, neden diyete başlamak istiyoruz? Diyelim ki dış görüntümüzden memnun değiliz, sağlık gerekliliğini hariç tutuyorum. Doktorun verdiği bir diyet varsa kati suretle uygulamamız gerekiyor ama diyelim ki “birkaç kilo vermek için” gibi basit bir karar olsun. Diyelim ki bir program seçtik, öğünler belli. Ayrıntılar çok güzel görünebilir. Verdiğimiz karar, paket olarak çok güzel görünebilir. Vitrin olarak, paket olarak verdiğimiz karar içimize çok siniyor gibi görünebilir ama biz aslında buzdağının görünmeyen tarafında bu diyet listesinin gerektirdiği tavizlerde ve fedakarlıklarda bulunmaya aslında çok istekli olmayabiliriz. Aslında bu detayları atlamışızdır.
Ya da bazı şeyleri uygulamak için gerçekten hazır olmayabiliriz. Koşullarımız da uygun olmayabilir.
Örneğin listede “akşamları şu salata" diye yazıyordur ama işten geliş saatiniz hazırlayacağınız salataya vakit bırakmıyordur. Böyle bir vaktinizin olmayacağını da bilirsiniz. Salatayla ilgili hazırlıkları birkaç gün önce olmak üzere çok iyi bir planlamayla yapmanız gerekiyordur. Ancak kararı verirken elimizdeki verileri iyi algılayabilmiş miyiz, gerçekçi değerlendirmiş miyiz, bu adımlar atlanmıştır. Diyet sürekli erteleniyorsa ya da orada istisnai kaçamaklar araya konuyorsa anlayın ki bu kararı verirken o değerlendirme sürecinde bazı adımlar atlanmıştır. Gerçekçi değerlendirilmemiştir. Kapasitemiz, yaşam koşullarımız, imkanlarımız, dış faktörler bir kazanın içine atılıp orada harmanlanmamıştır. Bazı şeyler açıkta bırakılmış, dikkate alınmamıştır. Kararınızı uygulamaya koyduğunuz anda bunların etkilerini mutlaka hissedersiniz. Ya uygulamada çok aksaklık çıkar, ya sürekli ertelersiniz ama özet olarak söylemek gerekirse, o kararda içinize sinmeyen ve belki bu yüzden halı altına süpürdüğünüz bir şeyler mutlaka vardır.
İşte o içimize sinmeyen kısım, yine karar almakta güçlük çektiğimiz şeyleri görmemekten ve o kararı bir şekilde almaktan da kaynaklanabilir, doğru mu anlıyorum? Evet, bir karar aldık ama belki de kendimizi kandırıyoruz.
Bu karar aldıktan sonra uygulamaya koyma aşamasında çıkan sorunların, ayağımıza takılan çelmelerin hepsi bize mesaj olmalı. Demek ki karar alma sürecinde sağlıklı olmayan bir şeyler varmış. Şu anda uygulanamadığına göre -bizden kaynaklanmayan birtakım faktörler nedeniyle uygulayamayabiliriz- ama "sabah kalkamadım, akşam yatamadım, salata malzemesi almayı unutmuşum" gibi bahanelerle bu erteleniyorsa, oradaki mesajı almak lazım. Önceki sürece dönelim; o kararı sağlıklı vermiş miyiz, özümüze ve kapasitemize uygun gerçekçi değerlendirmeler yaparak o kararı vermiş miyiz, vermemiş miyiz, test ettiğimizde zaten sonucu mutlaka görürüz. Yani bu davranışlar birer mesaj olmalıdır. Bahanelerin peşine, arkasına sığınarak “Olmuyormuş” dememeliyiz.
Kendimizi tekrar tekrar değerlenlendirmek, aldığımız kararları tekrar tekrar değerlendirmek… Yine dönüp dolaşıyoruz, odağı dışarıdan içeriye döndürmeye geliyoruz. Bütün zorlanmaların ardında, belki dış koşulları suçlamak kolay da gelebilir. Dışarıya baktığımız kadar iç koşullara da bakarsak belki daha dengeli bir değerlendirme yapabiliriz. İçeri baktığımızda zaten bu halimize bir alt başlık atmış oluyoruz. Sorumluluğa doğru bir yol izlemeye başlıyoruz. Diğer bir ağır konu ise sorumluluk...
Kararlarının sorumluluğunu almış olarak ilerlemek de galiba doygun bir yaşamın, isteklerini sahiplenmiş ve isteklerinin peşinden gidebilen bir yaşamın kilometre taşı. Doğru mu?
Sorumluluk aslında kelime olarak ağır gelir. Insanın üstüne almak istemediği bir kavram ama sorumluluğun etkisi tam tersidir.
“Sorumluluk ağırdır ama etkisi tam tersidir”
Sorumluluk almaktan bahsedince bile sorumluluk fikrinin ağırlığı hissediliyor. Sorumluluğu tanımlarsak, sorumluluk tam olarak nedir?
Sorumluluk, biraz önce konuştuğumuz kavramlarla çok bağlantılı. Sorumluluk dendiğinde eğer ağırlıktan ziyade cesaret, hafiflik, kararlılık, tatmin gibi duygular hissediyorsanız, sorumluluk aslında insanı hafifleten bir kavramdır. Söylediğimiz zaman çok ağırmış ve kulağa kimsenin istemediği bir yükmüş gibi gelir ancak sorumluluğu gerçek bir iradeyle ve motivasyonla, isteyerek üstlenirseniz insanın üstünden tonlarca yük kaldırabilecek bir kavramdır. Şöyle ki, örneğin diyet yapmaya çok büyük bir motivasyonla, irade ve istekle karar verdiniz. O diyet listesinin adımlarıyla ilgili gerçekten fiilen uygulamakla ilgili tüm sorumlulukları uça uça, kelebekler gibi üstlenebilirsiniz. Hiç zor gelmez.
Sorumluluğun gerçek kaynağı, içinizden gelen irade, istek ve motivasyondadır. Zorla sorumluluk alındığı zaman tonlarca ağırlık yaratır. Üstünüzden atmak için çeşitli bahaneler yaratırsınız, ertelersiniz, unutursunuz. Çünkü içinizden gelen, kendinize uygun gördüğünüz, istediğiniz, heveslendiğiniz bir şey değildir. Yüklenen bir yüktür. Diğer türlü, belki de insanın kendiliğinden ortaya koyduğu, hayatına dair bir parçadır.
Sorumluluk duygusuna, hedefinize doğru giden bir cins motivasyon diyebiliriz ve onu gururla taşırsınız. Çünkü içsel kaynağı çok güçlüdür, özden gelmiştir, iradenin ve motivasyonun size getirdiği bir hediyedir. Severek alırsınız, üstlenirsiniz. Zorla geldiyse, istemeye istemeye size yüklendiyse, “yapmam gerekiyor” diye düşünüyorsanız, o zaman ağır gelir.
Konuyu etraflıca değerlendirdiğimizde, belki bazı sorumlulukları paylaşabiliriz, bazı detaylar için yardım isteyebiliriz. Yani o büyük büyük görünen kararların arkasında bazı şeyleri elemek, bazı şeyler için yardım isteyebiliriz, değil mi?
Algıladığımız yükü hafifleten şeyler olabilir ama kendi hayatımızı ilgilendiren sorumluluklarda zaten fazla yardım istememeliyiz. Tek başına almamız, taşımamız gereken sorumluluklar da var ama ortak mülkiyeti gerektiren sorumluluklar da var. Baktığınız zaman, o sorumluluk bir kişiye yüklenemeyecek bir sorumluluk olabilir. Örneğin bir evin düzeni, aile kurma sorumluluğu, bir çocuğun büyütülmesi… Sorumluluğun doğası gereği, işin gereği o, tek kişilik değildir. Örneğin basit bir örnek vereyim. Diyelim ki çift olarak akşam yemeğine çıkacaksınız. Bu, çok şikayet edilen bir konudur. “Benim için fark etmez, ne olsa yerim” gibi bir cevap vererek canınızın ne istediğini karşı tarafa yükleyemezsiniz. Ondan sonra da bir tartışma çıktığında “Ben zaten oraya gitmek istememiştim ki” denmesi çok yaşanan bir şeydir.
Neden böyle yapılıyor? Burada, konu çift meselesi değil ama sorumluluğu karşı tarafa atmakla mı ilgili?
Orada, sorumluluk alınmadığı zaman –ki bu geneldir- neden alınmak istemediğinin arkasından mutlaka bir kaygı teması çıkar. Yukarıdaki örnekten gidelim. Çiftimiz bir restorana gidecek. Taraflardan biri, karar verme sorumluluğu almak istemiyor. Aslında, içinden çıkan sesi dışa vurmak bile istemiyor. Neden, çünkü tartışma çıkabileceğini düşünüyor ve bundan dolayı kaygı ve endişe duyduğu için o tartışmadan, bu kararı vermekten dolayı çok üzüleceklerine, ortamda gerginlik ve soğukluk olacağına dair endişe yaşadığı için, içinden gelen sese “Sen şimdi sus” diyor ve “fark etmez” diye dışa vuruyor. Aslında içerideki ve dışarıdaki çok tutarsız. Aslında başka herhangi bir sorumluluğun üstlenilmesine dair, örneğin bir gencin üniversite hayatına, yüksek öğrenimini şekillendirmesine dair konu seçmesine dair, eğer ailesinden farklı bir görüşü varsa bunu savunma sorumluluğunu üstlenmesi lazım. Çünkü özünün gereği bu. Kendini taşımak, kendini gerçekleştirmek, yaşamak dediğimiz şey bir sorumluluk. Onun gereği, elinden geldiği kadar özünü savunmak, özünün istediğini ortaya koyabilmek. Bu bir sorumluluk. Ama tabi zorlayıcı ve zahmetli.
"Kendi ile bağlantıda olmamak ve otantik bir yaşamdan uzaklaşmak"
Korku ve kaygı bununla mı bağlantılı?
Bu temalarda, evet.
Az önceki örneği hatırlarsak, tartışma çıkacağı ile ilgili bir kaygı var. Kaybetmeye dair bir korku var ama orada kişi o iradeyi gösterebilse korktuğu gibi de olmayabilir.
Bu tip örnekleri çok ileriye taşıyabiliriz. Elimizdeki verilerle karar verdiğimiz için, iç sesini dışa hiç vurmama kararı alıyorsanız, içinizden ne geldiğini bildiğiniz halde, geçmiş deneyimlerinizi de hesaba katarak böyle bir karar da vermiş olabilirsiniz. “Daha önce söyledim de ne oldu?” gibi… “Ben bugün oraya gitmek istemiyorum” dediğinizde karşı taraf sizi çok dinlememişse, “O zaman başka bir çözüm bulalım, bir ortak nokta bulalım” diye size doğru eğilmemişse, bu tecrübeyi defalarca yaşamışsanız, artık konuşmamaya karar vermiş olabilirsiniz. Bu da bir karardır.
Belki başka bir ilişkide yaşamış olmak…
Onu da yanında getirmiş, böyle bir kararla bu ilişkiye girmiş olabilir. Bu ilişkide yaşadığı deneyimlerden dolayı da böyle bir karar vermiş olabilir. Ama bu kararının getirisi, zannettiğinin aksine huzur değil, tam tersine, içerisinde kendisine uygun olmayan, kendisiyle bağlantıda olmayan bir karardır. Yine ona huzursuzluk getirir. Otantik bir yaşamdan giderek uzaklaşmaya başlar, karşı tarafın yaşamı yaşanılmaya başlanır. Bu da içsel olarak büyük bir gerginlik yaratır. Belki anlık “Hayır, onu yemek istemiyorum” tartışmasından kaçıyor olabilir ama uzun vadede kendinden de kaçma durumuna düşme tehlikesi var. Dolayısıyla ne yaparsak yapalım, en küçük kararımızdan en büyük kararımıza kadar, bilmeliyiz ki hep zahmetli şeyler olacak. Bunu biraz göze almak lazım.
Yaşamak bir sorumluluk demiştiniz. Aslında her şeyin özeti gibi. Bunu göze almak aslında çok büyük hediyeler getirecektir diye sanıyorum çünkü sonuç, kendi hayatını yaşamak olur, değil mi?
İşte bu özgürlüktür, gerçek özgürlük…
Röportaj: Senem Fırat Tahmaz
YORUMLAR