Michel Odent 21 dile çevrilmiş 13 kitabın yazarı. Ciddi bir araştırmacı. Dünyada yapılan primer sağlıkla ilgili tüm araştırmaların toplandığı bir bilgi bankasının kurucusu (Primal Health Database.) Kitaplarında da bu araştırmalardan bir hayli yararlanıyor.Geçen hafta, Mayıs ayında çıkacak “Doğum ve İnsanlığın Geleceği” adlı kitabı hakkında konuşma fırsatı bulduk.
Michel Odent bebeklerin nasıl doğduğuyla ilgili kriterlerimizi tekrar ele almamız gerektiğiyle başlıyor konuşmaya. Mevcut kriterlerin bundan yüz yıl öncesiyle aynı kaldığını (gebelikteki ölüm ve hastalık oranları, doğumdaki annenin ölüm ve hastalık oranları) oysa ki her gün bir yenisi yayınlanan bilimsel araştırmalar ışığında artık başka unsurların da göz önüne alınması gerektiğini belirtiyor. “Yakın zamana kadar doğum şeklinin emzirmenin kalitesini ve süresini etkileyeceği bilinmiyordu; dolayısıyla bu kriterlerden biri de değildi.
"Bebeğin bağırsak florası -yani bağırsaklarımızdaki mikroorganizma ve mikroplar- bir bebeğin annenin tanıdık mikroplarıyla mı yoksa başkalarının tanıdık olmayan mikroplarıyla mı tanıştığının önemi de bilinmiyordu” diyor Odent... “Doğmak mikroorganizmalarla tanışmak demek. Bir bebeğin bunlar ile ne şekilde tanıştığı gelecekteki sağlığı açısından belirleyici bir etkendir” diye ekliyor.
"Koyuna epidural verirsen yavrusuna bakmaz"
İnsanları diğer memeli hayvanlardan ayıran özelliğin bir kültür içinde yaşamak olduğunu ve doğum şeklinin geleceğimiz üzerindeki etkilerini değerlendirirken kültürü ilgilendiren açılardan da yaklaşmamız gerektiğini savunuyor.Memeli hayvan doğumlarını örnek verirken bunun onlarda çok net olduğunu belirtiyor. “Eğer doğuran anneyi rahatsız ederseniz ya da doğum sırasında epidural verirseniz memeli hayvan yavrusuna bakmaz. Bir memeli sezaryen ile doğum yaparsa yavrusuna bakmaz.” İnsanlarda durum sadece içgüdülerle yönetilmediği için daha karmaşık olsa da yine de önemli.
"Aşk hormonu işlevsizleşiyor"
Odent’in dikkat çektiği bir başka konu da canlılarda kullanılmayan bedensel unsurların zamanla işlevini yitireceği bilgisi. Evcil hayvanlarla yapılan araştırmalar evcilleştirmeden birkaç nesil sonra hayvanların önceki nesillerde bulunan becerilerden yoksunlaştığını gösteriyor. Benzeri şekilde kolaylaştırılmış sezaryen ve müdahaleli vajinal doğumların yaygınlaşmasıyla dünyada birçok kadın bebeklerini ve plasentayı doğururken salgılayacakları oksitosin hormonuna ihtiyaç duymadıklarını belirtiyor. Ve bu şekilde oksitosin vasıtasıyla doğum yapan kadın sayısı gittikçe azalıyor. Oksitosin doğumun ve emzirmenin en önemli hormonu olduğu gibi insanlar arası sosyalleşmede ve sevme kapasitesinde de büyük bir rol oynuyor. Bunu bilince bu duruma insanlık açısından bakmanın önemini anlıyoruz diyor, Odent. “3, 4, 5 nesil sonra oksitosin işlevini yitirirse insan uygarlığına ne ne olacak?” diye soruyor.
Kafa büyüklüğüyle ilgili teoriler
Müdahaleli doğumlar ve kolaylaştırılmış sezaryenin bebeklerin kafa çevresinin büyüklüğü ile ilgili bir etki yaratacağını iddia eden Odent. İnsan evriminde kafa büyüklüğü açısından sınıra gelindiği düşünülen bir dönemde sezaryen sayesinde pelvis ve baş uyumu diye bir kriterin kalmamasının gelecek nesillerin baş çevrelerinin çok daha büyük olmasına imkân tanıdığını belirtiyor.
Doğum şekillerindeki dramatik değişimin gelecekteki olası sonucunu bu üç veriden hareketle tahmin ediyor: Oksitosinin işlevsizleşmesi, mikroplarla tanışma ortamı ve kafa çapındaki büyüme. Bunların bir getirisi olarak rasyonel açıdan çok daha zeki ve fakat duygusal açıdan daha az yetenekli, bağışıklık sistemi şimdiye kadarkilerden çok daha farklı insan nesillerinin yetişeceğini düşünüyor Michel Odent. Modern yaşam tarzı sayesinde kritik bir şekilde değişen doğum ortamında yaşananların homo sapiens’i nasıl bir gelecek beklediğiyle ilgili endişeleri olan herkesin dikkate alması gerektiğini söyleyerek bitiriyor sohbeti...
Kitabının elindeki tek kopyasını bana hediye ediyor ve önce İngiltere’ye ardından Buenos Aires’e ve oradan da dünyanın başka yerlerindeki konuşmalarına yetişmek için şehirden ayrılıyor... Geçen sene çıkan kitabından bahsettiğimde “Eskidi o artık, yepyeni araştırmalar var” diyen bu 83 yaşındaki hiperaktif adamı dinleyenlerin, okuyanların kafasında kocaman ışıklar yanıyor...
Aşk hormonu “oksitosin”in görevleri
Oksitosinin birçok işte birden parmağı var: Orgazm sırasında salgılanıyor, doğum sırasında rahmin kasılmalarını sağlıyor, emzirme sırasında sütün kanallarda hareketini (let down) mümkün kılıyor... Sadece bu kadar değil. Oksitosin insan ilişkilerindeki en önemli etkenlerden biri; arkadaşlarla keyifli bir yemek yerken bile oksitosin salgılanıyor.
Aşkın, unutuşun, affedişin ve bağlılığın hormonu olarak da anılıyor. Oksitosini araştırmak için yapılan deneylerde fareye bu hormonun salgılanmasını engelleyen bir madde verilmiş; sonucunda oksitosin hormonu salgılanmadığında, anneler yavrularını reddetmişler. Henüz çiftleşmemiş farelere bu hormon enjekte edilince diğer farelerin yavrularını kendi yavruları gibi benimsemişler.
Oksitosin anneyle bebeğin aşkının adı... Yine kobaylar üzerinde yapılan incelemede oksitosin salgılanması engellendiğinde tek eşli ilişki kurmaktan kaçındıkları gözlemlenmiş.
Oksitosin seviyesi yüksek olan canlıların uzun yıllar süren ilişkilere daha yatkın oldukları (oksitosin ninenle dedenin 50 yıllık aşkının adı), çevrelerine daha çok güven duydukları ve bünyelerinde daha az stres hormonu barındırdıklarına dair bulgular da var. Oksitosin için “gevşemenin hormonu” da diyebiliriz.
- Damla Çeliktaban
YORUMLAR