X

Sevgili Kocacığım,


Neden gittiğimden önce, sana neden seninle evlendiğimi söyleyeyim.


Kimse yıkılsın diye yuva kurmaz. Ben de kuşlar gibi sevgiyle toplayıp getirdiğimiz, evde kurduğumuz eşyalarımızı gerçekten iyi günlerde, güle güle kullanalım istedim. Evin duvarlarında şen kahkahalarımız çınlasın diledim, tartışmalarımız değil. İyi günde zor günde birbirimizden güç alalım dedim. Küslükler evliliğin tuzu biberi midir gerçekten dendiği gibi bilmiyorum, ama ben onlar hep kısa sürsün istedim. Kısa sürsün diye de elimden geleni yaptım.


Gerçi bu konuda sen de kendini epeyce zorladın, biliyorum. Hep istedin ki bir an önce fırtınalarımızı sebepleriyle beraber unutalım gitsin. Ben çözelim unutalım istedim, sen üstünü örte örte. Beni idare ede ede. “Hı hı, tamam, yarın.” “Söz sana, bir daha bunları konuşmayacağız.” Sen bir şeyi yok sayınca o yok olmuyor ki... Zaten bak hiçbiri yok olmadı da. Sabahın altı buçuğunda hepsini bu masanın üzerine seriyorum.


İnsan ocağı tütsün istiyor. Tenceresi kaynasın, dolaplarında yemişleri olsun. Evi sıcacık olsun, soğuk da olsa olur aslında birbirine sokulur ısınırsın, ne olacak, zaten kış dediğin kaç ay. Biri kalbini mi kırdı eve gitsin onun kucağına kıvrılsın istiyor, başı okşansın. O kapıdan canı sıkkın mı girdi, sarılıp unutturmak istiyor.


Evlilik dediğin böyle bir şey. Dayanışma, yardımlaşma, destek olma, düştüğünde ayağa kaldırma. Bizi evlendiren hormonlarımız değil, ihtiyaçlarımız aslında. Sevilme ihtiyacı, sevme ihtiyacı, yalnız olmadığını hissetme ihtiyacı.


Çiçeklere su verdim. Birkaç yaprak yere düştü. Sardunya yaprakları ne hassas. Ama düşenin yerine hemen yenisi geliyor. Keşke biz de çiçekler gibi kendimizi yenileyebilsek. Düşen yapraklarımızın yerine yenisini yapabilsek.


Çok mu zor? Can bedendeyken ve insanın içinde daha iyisini yapma hevesi varken niye zor olsun ki?


Sabahın altı buçuğunda, şu masada isterdim ki sana seni ne kadar sevdiğimi, seninle yaşamaktan ne kadar mutlu olduğumu söyleyeyim. Ama ben seninle mutlu değilim. Rahat battığından değil. Aslında her şey yolunda da heyecan bitti değil. Seni görünce eskisi gibi heyecanlanmıyorum diye değil.


İçim kırıldı sana. Seni sevemiyorum artık. Çünkü beni sevdiğine inanmıyorum. Sevsen, şu yuvayı ayakta tutmak için bir şey yapardın. Ufacık, minicik bir şey. Bunun yerine sen beni sevdiğini söyleyip duruyorsun.


Bir erkeğin karısını sevdiği nasıl anlaşılır? Onu bırakıp hiçbir yere, hatta işe bile gitmiyorsa onu çok mu seviyor sayılır? Her gece ona sarılıp uyuyan ve onu hiç aldatmayan erkek karısına gerçekten âşık mıdır? Aldatmak sadece başkasıyla yatmak mıdır?


Sen bana asla tutmayacağını bildiğin sözler verince beni aldatmış olmuyor musun? Hiç yanımdan ayrılmaman beni çok sevmenden mi? Yoksa konforlu ve güvenli alanından çıkmak mı zor geliyor?


Sabahları şu pencere kenarında sabah tazeliğiyle tazelenmeye, bir fincan köpüklü kahve bir sarma sigarayla keyif yapmaya devam etmek, sen uyurken bize kahvaltı hazırlamak, biraz beyaz peynir domates çıkarmak, yanına yeşil zeytinle taze nane eklemek, ekmekleri tost makinesinde kızartıp üstüne kayısı reçeli sürmek varken ben niye toparlanıyorum biliyor musun? Çarşamba sabahları arka mahallede kurulan pazara gidip taze sebze meyve almak, eve dönüp bezelyeleri ayıklayıp zeytinyağlı bamya yapmak, salatalığın taze kokusunu duyarak mis gibi salata karmak dururken ben niye gidiyorum biliyor musun? Gidip bit pazarlarından, eskicilerden, cicili bicili mağazalardan topladıklarımızla yoktan var ettiğimiz şu yuvayı neden bırakıyorum biliyor musun?


Kurduğumuz şu yuvanın bütün yükünü bana bırakıyorsun ondan.


Devam edecek...


Rumuz NN