X

Hormonlarım, doğa bana doğur diyebilir. Rahmim görevini yerine getiremediği için kist ve miyom tutuyor olabilir. Memelerim atıl duruyor olabilir, bir canlıyı sütle beslemediğim için.


Ama içimden hiç doğurmak gelmiyor.


Her sabah alarmı susturup beş dakika daha uyumam, sabah şekerlemesini sevdiğimden değil, yorgunluktan. Ayakkabılarımı giyip evden çıkarken “İyi ki çocuğum yok” diyorum. Evde bir can bırakmak, bir canı götürüp bir eve, bir yere bırakmak zorunda olmadığım için, onun üzgün, ağlamaklı bakışları, gözyaşları yüreğime oturmuş işe gitmemek için.


Masamda çalışırken “İyi ki anne değilim” diyorum. Karşımda oturan arkadaşımı annesiyle, kayınvalidesiyle, bakıcıyla konuşurken duyuyorum çünkü. Endişeli, huzursuz. Biraz gülümsesin, rahatlasın diye kalkıp çay getiriyorum ikimize, komik bir video açıyorum belki neşelenir diye. Başardığı büyük iş, ben o stresi kaldıramazdım.


İşten çıkıp eve giderken, eve girerken, evde akşam salonda otururken iyi ki o anda çocukla ilgilenmek zorunda olmadığımı düşünüyorum. Vücudum külçe gibi, yemeğimi yiyip çöküyorum koltuğa. Kendimi zor beslerken onu nasıl yedirirdim? Koltuktan yatağıma geçmemle uykuya dalmam arasında birkaç dakika varken, onu nasıl uyuturdum?


Günlerden cumartesi. Metrodan inip alışveriş merkezinin içinden geçiyorum eve gitmek için. Çıkış kapıları oyun salonunun bitiminde. “Çocuğum olsaydı buraya gelmek isteyecekti, iyi ki yok” diyorum. Makinalar canavar gibi, kulaklarım uğulduyor, gürültü sanki çığ da üzerime düşüyor. Çocuğum olsaydı bu karanlıkta oynamak isteyecekti. Ben onu toprağa, çayıra çimene götürsem de arkadaşlarının yanında olmak isteyecekti. Ben de boynumu eğip cumartesi çilesinin bitmesini bekleyecektim. Sonra kızgın ve öfkeli bir kadın olacaktım. Bana ufacık bir şey sormasına tahammül edemeyecektim. Ona bağıracaktım, küçücük kalbini kırıp onu üzecektim.


Çocuğum olsaydı, onunla ilgili bütün işler benim üzerime kalacaktı. Bakmak, bezlemek, beslemek, kucağımda sallamak, ayağımda sallamak, beşiğinde sallamak, ödevlerini yapmak, öğretmenleriyle konuşmak. Onunla alışverişe gitmek, isteklerini karşılamak, bir sıkıntısı olunca dinlemek ve çözüm bulmak, mutsuzluğunu gidermek. Babası elbette yardımcı olurdu, ama bu işlerin yarısından fazlası benim üzerimde olurdu ve kamburum çıkardı.


Sonra mesela çocuğum olsaydı ve bir yerde bir yanlış yapsaydı, ben ayıplanır, suçlanırdım. “A-aaa... annesi bunu nasıl yetiştirmiş?” Niye ben yetiştireyim ki tek başıma? Bunun bir de babası var, bir de anneannesi babaannesi dedesi var. Küfür etti diye ben mi alkışladım? Pipini göster ben mi dedim? İstediğini yaptırmak için yalandan ağlamayı ben mi öğrettim? ... deseydim kimse beni dinlemezdi. “Çocuğu anne yetiştirir” derlerdi.


Yolda giderken bir okul çıkışına denk geldiğimde aklımdan geçen, iyi ki çocuk yapmadığım. Çünkü çocuğu yetiştiren aynı zamanda okul, öğretmenleri ve okuldaki arkadaşları. Okulu seçsem öğretmenleri seçemezdim, öğretmenleri seçsem arkadaşlarını seçemezdim. Yani çocuğu yetiştiren biraz da eğitim sistemi ve hatta arkadaşlarının aileleri. Arkadaşlarının doğruları onun da doğruları, ben bunu ne kadar değiştirebilirdim bilmiyorum.


Doğa bana doğur demesine rağmen, hormonlarım, bedenim buna programlıyken neden çocuk yapmıyorum? Ben doğayı, hormonlarımı, bedenimi duyamıyorum ki... Yorgunluk, hayat gailesi, gelecek endişesi üzerime öyle bir çökmüş ki, onları duyamıyorum.


Sadece gördüklerime inanıyorum. Pardon, korkuyorum.