X

Sizin de anneniz "Çorapsız basma yerlere, üstüne bir şey almadan çıkma, bak, akşamları esiyor" tembihleri ile sabah sabah kesiyorsa önünüzü, mevsim sonbahar olmuş demektir.

Siz sever misiniz kendisini? Ah, hiç bakmayın bana öyle. Üşümeyi sevmem. Yazdır benim mevsimim. Her yer rengarenk çiçek koksun, gökyüzü masmavi tepemde, güneş parlasın, insanlar cıvıl cıvıl olsun isterim. Oysa sen gökyüzünde bulutları blok blok dağıtıyorsun. Maviliğinden eser kalmıyor. Sabah kalkıyorum gri, akşam geliyorum gri... Söyle, nereden çıktın sen şimdi?


Evimizin önündeki ıhlamur ağacı yeşil yapraklarını sarartıp sarartıp döküyor. Sonra kalıyor kelaynak gibi. Annem "Öyle deme ağaca" diyor ama öyle oluyor... Hüzün sarmaşık gibi sarıyor bedenimi, üşüyorum... Hiç tanımadığım bir adam geçiyor kurumuş yaprakların hışırtısı üstünden, sessizliği bozuluyor ruhumun. Açtın bir kere kollarını, ben düştüm bir kere avuçlarının arasına, çaresiz yaşayacağım seni sonbahar.


Haydi o zaman, başlasın hazırlıklar... Çabuk, çabuk! Turuncu elbiselerim bu rafa, birbirinden farklı pantolonlarımın üzerine uydurduğum renkli bluzlarım, siz de. Haydi sandaletim, sen de onlarla gidiyorsun. Hiç bana bakma öyle "Ne çabuk?" der gibi. Gardıropta yerini almak için sırada bekleyenler var. Gelsin uzun kollu gömleklerim, hırkalarım, ceketlerim... Bunlar tek tek askıya. Rengarenk kazaklar çekmeceye, diğerine de atkılar, şapkalar. Soğuyan mevsimin öncesinde henüz kullanmak epey erken olsa da beni mutlu edenler onlar. Ponponlu olanı, ay, bir de bu kulakları uzun örgülü olan, pek seviyorum kendilerini. Siyah botlarım, siz de gelin. Çizmelerim, siz de böyle lütfen.


Mis gibi kokular geliyor. Çorba... Kokuyu takip ediyorum. Tarhana bu. Mutfaktan geliyor. Pişmiş midir acaba? Herşeyi yerleştirdiğimde bir kase içebilirim. Aa, hava kararmaya başlamış bile! Akşamlar da erken oluyor anacım bu mevsimde. Daha akşamın tadını çıkaramadan bir bakmışsın, yeni günün ışıkları. Yat, kalk, sabah oluyor.


İşe gitme vakti. Yolda gözlerim ilk, poğaça elinde yürüyen genç beye dalıyor. Beğenmekten değil yahu! Poğaça ile ellerlini ısıtıyor edası var, ondan. Kaldırımdaki kadıncağıza bakın, birazdan yağacak yağmurdan kaçıyor hızlı adımlarla. Ya şu yanımdan geçen yaşlı amcaya ne demeli? Ellerini nasıl da sokmuş ceplerine üşümemek için.


Sana kaşlarını çatıp kızasım geliyor, sonbahar. Anlar mısın acaba dilimden? Neyse ki tam yüzünü göstermedin. Gün oluyor, sıcak... Gün, oluyorsun da içimiz ısınıyor. Sana alışmak için süre mi tanıyorsun ne? Sırf bu yüzden erteliyorum. Ama sana bir şey itiraf etmeliyim. Öyle görüntülerin var ki fotoğrafçıları bayram ettiren... Onları görünce takdir etmiyor da değilim seni. Üç renk oluyorsun: Sarı, kahverengi, kırmızı.


Nasıl beceriyorsun? Aşk mevsimi de diyorlar adına ama neyse ki ben rüzgarında savrulmadım. Aman, nasılsa ekimde oldun bile. Hem şair Turgut Uyar ne demiş, "Eylül toparlandı gitti / Ekim falan da gider bu gidişle." Benim mevsim hazırlıklarım tamam. Annemin reçelleri, turşuları da ama siz halen cevap vermediniz soruma. Sever misiniz sonbaharı? Durun, durun, şöyle yapalım.


Ben akşama işten çıkınca eve geçip şöyle bir demlik çay demliyim. Siz de gelirken kurabiye alın ya da isterseniz kestane. Eski soba üstündekilere benzemez ama sıcacık yeriz. Uzun uzun cümlelerimizi de aramıza alıp bol bol sohbet ederiz. Çayımızı da şöyle büyük bardaklara doldurduk mu, değmeyin keyfimize. Ellerimiz bile ısınır. Ne dersiniz? Gelir misiniz? Hem battaniye de koltuğun kenarında, hani şu yün olan...


Burcu Süerkan