X

Burnum bu aralar başka şehirlerin kokusunu çekmek istiyor. Şöyle gözümü kapatıp derine derine ciğerlerime yolu uzatarak... Gülmeyin yahu! Sanki sizin olmuyor, haydi itiraf edin, haydi. Hıhhh... Tam da tahmin ettiğim gibi...


O halde, nereye gideceğimiz konusunda tam karar vermeden hop diye yola çıkmak sizce nasıl fikir? Nasılsa yolda düşünecek çok vaktimiz olacaktır. "Deli olmalı bu kız" diye fısıldaşıyorsunuz, duyuyorum. Siz düşünmeye devam edin öyleyse. Benim çantamı hazırlamam lazım. Gidiyorum. Peki, ya çantamıza da en sevdiğimiz kıyafetleri almaya ne dersiniz? Birkaç tane de kitap olsun lütfen. Ama öyle "sevdiğimiz" dediysem, gardırobu çantaya boşaltmayalım, malum çanta küçük, o bir sırt çantası. Şaşkınlığınız geçtiyse çıkabilir miyiz?


Evden çıkmadan önce ayakkabılarımızın en rahatını seçelim lütfen. Yürüyecek çok yolumuz var lakin yoruldum diyerek mızmızlanmak yok. Kaç adım atarız, kaç yokuş tırmanırız, bilmem ama ara sıra şöyle bir kaldırıma çantayı sırtımızdan atıp dinlenebiliriz. Gördüğümüz harika manzara karşısında kendimize kızıp "Niye daha önce burayı görmedim?" diye de hayıflanmak serbest. "Ahhh, ahhh..." diyerek dalıp gitmek de serbest. Şu güzel manzaralar yok mu... Hani yeşilin içerisinde kaybolan mavi, mavinin tepesinde yükselen altın sarısı derinliklere karışarak yavaş yavaş uzaklaştığında nasıl da çeker değil mi içine? Hissinizi bile alıp götürür en istemediği yere, bazen de olmak isteyip de olamadığı yere doğru. Sonra bir bakmışız, o da nesi! Omzumuzda bir el. Bizi olduğumuz yere getirir. "Haydi bakalım, marş marş! Yolcu yolunda gerek."


Soralım, soruşturalım buraların nesi meşhurmuş? Nerede ne yenirmiş? Ben acıktım. Yoksa sizin mideniz guruldamıyor mu? Şöyle bir kendimizi karşımıza alalım. Bakalım, canımız neler çekecek, kim bilir? Ben gittiğim yerlerdeki menüleri incelemeye bayılırım. Sizin de böyle kimine göre garip huylarınız var mı? Sonra, garsonu çağırıp en ağzımı tatlandıran yemek konusunda bilgi almak da huylarım arasında. Aramızda kalsın, kalkmadan önce buralar hakkında bilmediklerimi de soracağım, yani anlayacağınız, sıcak ama ufak bir ilişki benimkisi.


Çocuk sesleri geliyor kulağıma, siz de duyuyor musunuz? Gözle görünmüyorlar ama belli ki yakındalar. Acele edersek yetişeceğiz sanki onlara. Haydi o zaman hesabı ödeyip de kalkalım, karışalım çocuklar arasına. Epey oldu değil mi aralarına karışıp onlar gibi olmayalı? Haydi, durmayalım, koşalım o zaman.


Dönüşte şu dedenin yanına uğrayalım mı? Sağda mavi, kocaman tokmağı olan kapının önünde eşikte oturan, saçları -birkaç gri teli saymazsak- bembeyaz olan, ne de dalgın dalgın bakıyordu Arnavut kaldırımlara... Hem derdi neymiş, soralım bakalım. Ben bayılırım onları dinlemeye, bulunduğum şehri onların dudakları arasından tatlandırmaya. Hele kendilerine has şiveleri yok mu, bıraksalar saatlerce otururum dizlerinin dibinde. Öylece dinlerim. Offf, offf... Yaşayan kültür efsaneleri gibiler.


Tarihi binalar, onları seyrederken durup kalırım. Yaşananların, yaşlananların kokularını almaya çalışırım. Keza müzeler de öyledir benim için. Düşünsenize, onca tanıklık edip gelmişler günümüzden bugüne içindeki eserlerle.


Hele o semt pazarları yok mu meyvelerin kokusu kuruldukları sokakların başından gelen? Demet demet hazırlar teyzeler en güzel bitkileri elcağızlarıyla. Bir de ton ton yanakları yok mu, sarılıp öpesim geliyor. Ne kadar samimi gülüyor değil mi hepsi? En son uğrak yerim olur; hep veda etmeden önce bulunduğum şehrin kokusu işlesin isterim üzerime. Bu benim için yeni anıların başlangıcı...


"Evde oturup ne yapacağız?" diyenlerden oldum hep. Siz de öyleyseniz? Haydi, küçücük bir çanta, çıkın yollara, kim bilir belki de yolumuz bir kaldırımda kesişir? Birlikte bir fotoğraf karesiyle hatırlanacak anımız olur askıda. Bakmayın bana öyle şaşkın şaşkın! Azıcık deli olun yahu. Hem ne demiş Hans Christian Andersen? "Gezmek yaşamaktır."


Burcu Süerkan