İsveç'deki Umea Universitesi Karolinska Enstitüsü son yayınladıkları raporda, atalarımızın şımarık çocukluk yıllarının ya da muhteşem maceralarının beyindeki epigenetik gen ifadelerini etkileyerek kişiliğimizi değiştirip bizlere endişeli ya da dirençli bir yapı miras bırakabildiğini ortaya koydu. Çalışmada deneklerin kardiyovasküler hastalık deneyimleme ihtimallerinin 1890-1920 yıllarında Kuzey İsveç'te yaşamış büyükanne ve büyük babalarının çocukluk dönemlerinde yaşadığı açlık ya da bolluk durumu ile ilgili olduğu ortaya çıktı. (Kaynaklar: Discover Magazine Mayıs 2013, Pacific Standard Magazine 7 Mart 2014.)
Epigenetik, bilim dünyası için son derece heyecan verici bir alan. Fakat ben konunun tıbbi yanı ile ilgili konuşacak bilgiye sahip değilim. Üniversitede uzun uzun doğa mı yoksa yetişme ortamı mı daha etkili konulu felsefi ya da sosyal psikolojik tartışmaları okuduğumuzu hatırlıyorum. Sanırım bu yukarıda bahsettiğim etki, konuya üçüncü, hem de oldukça derin bir boyut kazandırıyor.
Son dönemde anneannemin çocukluğu ve onun annesinin kim olduğu, nereden geldiği, nasıl yaşadığıyla ilgili merakım ertelenemez bir boyuta ulaşmıştı. Anneannemin çocukluğu ve annesi hakkında alabileceğim en ufak bir yeni bilgi sanki kendi benliğimde yakılan bir kandil olacaktı. Kayıp bir parçamı ve benliğimdeki soruların yanıtlarını bulacaktım. Ne var ki kadın, tarihe gömülen bir parça. Birilerinin soyadını alarak devam ediyor yaşamına, boşanmış ve yeniden evlenmişse izini sürmek zorlaşıyor, hiç evlenmediyse tarihin içinde, gelecek nesillere soru işaretleri bırakan bir gizem olarak gömülü kalıyor.
Bunlara üzülürken rastladım bu yukarıda bahsettiğim çalışmaya. Büyük anneannemin mirasını, bana kalan özellikleri, hüznü, gücü bulamayacaktım. Daha doğrusu sezgisel olarak bilecek ama somutlaştıramayacaktım. Fakat sonra başka çocuklar gördüm.
Herkesin nasıl da birbirinden sorumlu olduğunu düşündüm. Öyle kelebek etkisi değil, düpedüz gelecek nesilleri etkiliyoruz diyor bu araştırmalar. Gebe bir kadını, küçük bir çocuğu mutlandırdığımızda belki de ondan sonra gelecek nesillerin kaderine dokunmuş oluyoruz.
Peki, çevremize bakınca ne görüyoruz?
Mesela Türkiye sınırına can havliyle koşan, tellerden içeri girmeye, bebelerini atmaya çalışan insanlar… Mesela çölde çıplak ayakla, gözü dönmüş katillerden kilometrelerce kaçarak, aç ve hasta, ailesinden hayatta kalan tek kişi olarak Türkiye’ye varan çocuklar. Mesela anneleri her nevi akrabaları ya da babaları tarafından öldürülen çocuklar geldi aklıma. Nasıl bir geleceğe, nasıl geleceklere tohumlar ekiyoruz?
Tüm bu travmalar gelecek nesilleri bunların hiçbirini bilmeseler, bunlar tarihe gömülmüş olsa da (ki bunu çok iyi başarıyor devletler) gelecek nesillerin karakterini, sağlığını, duygu durumunu etkiliyor. İçinde nereden geldiğini bilmediği bir hüzün, bir şefkat eksikliği, belki korku ve şiddet eğilimi olan toplumlar yetiştiriyoruz.
Öte yandan bu boyutun yetiştirme tarzı ve DNA’dan bana göre üstün olan tarafı geleceğin elimizde olan yanlarını bilimsel olarak sunması. Dünyada bizden sonra yeşerecek nesillerin ne yapması gerektiğini, nasıl yaşaması gerektiğini düşündük hep. Ama şimdi elimizde hiç düşünüp hayal etmediğimiz ama bunlardan daha güçlü ve bunları mümkün kılan başka bir şey var: Onların nasıl hissedeceği ve sağlık durumları konusunda bir şeyler yapabiliriz. Sadece çocukların mutlu olmasını, karınlarının doymasını, güvende hissetmelerini sağlayarak hem de! Onlara güzel yaşam deneyimleri armağan ederek. Bu kadar basit (!).
Tüm annelerin huzurlu, tüm bebeklerin tok, mutlu ve güven içinde yaşadığı bir dünya dileğiyle…
Ceren Aral
YORUMLAR