Bundan tam 10 sene önce, 28 yaşındayken, çok ilerlemiş olan tip 2 diyabet ve insülin direnci teşhisi ile baş başa kaldım. Vücudumdaki değişim ve yaşadığım rahatsızlıklar tam olarak bunu gösterse de kendime o yaşta bunu hiç konduramamıştım, ta ki doktorum ‘’şu kapıdan çıktığında komaya bile girebilirsin’’ diyene kadar. Elimde acilen verilmesi gereken 15 kilo, günlük alınacak 3.000 mg’lık ilaç reçetesi ve doktorumun bana çizdiği yeni hayat önerileri ile evime dönmüştüm. Normalde kuru baklagiller, baharatlar ile dolu olması gereken ama her bekar evinde abur cubur ile doldurulmuş olan kileri açtım. O güne kadar bana akşam yemeği olarak eşlik etmiş olan tüm paketli ürünleri, cipsleri, gofretleri, çikolataları, bisküvileri bir çöp poşetine doldurdum. Pirinç, makarna, un, bal ve pekmezi de unutmadım. Sıra buzdolabına gelmişti. Buzdolabındaki tüm reçel ve türevlerini de poşete doldurduğumda işim bitmişti çünkü 40 yaşında tüm iç organları hasta ve insülin iğnesine bağımlı biri olmamaya karar vermiştim. Bomboş bir mutfak ve yeni başlayacak hayatım bana bakıyorlardı. Buraya kadar her şey kolaydı ve 5 dakika sürmüştü ama başucunda keşkülle uyuyan bir insan bu kararları nasıl hayata geçirecekti? İlk 3 günüm ‘’ben artık aşure, keşkül yiyemeyecek miyim?’’ diye ağlamakla geçti ama hızla toparlandım. Ben hiçbir yemeğe bağımlı değildim ve onlarsız hayatım çok daha güzel olacaktı. 10 sene sonra, bugün, o günleri tekrar düşündüğümde, iyi ki o zaman ben bu hastalıkla baş başa kalmışım diyorum. Yoksa su anda hayatım ve sağlığım nasıl bir yönde olurdu bilemiyorum. O gün ağladığım şey bugün beni güldürüyor.
İlk olarak beni doğru yönlendirmesi için bir diyetisyene gitmiştim. Kendisi bana kahvaltıda yarım simit verince kafamda bir şeyler oturmadı. Doktorumun söylediği şekle uymuyordu. Simit = beyaz un ve pekmez demekti. Beyaz un vücudumda hızla şekere dönüşecekti. Pekmez de aynı. Burada bir yanlışlık olduğuna karar verip, kendim araştırmaya başladım. Şekerin vücudumuza soktuğumuz en büyük zehirlerden birisi olduğunu, her yediğimizde beynimiz dahil tüm hücrelerimize nasıl zarar verdiğini öğrendim ve en önemlisi şekerin bir bağımlılık olduğunu öğrendim. Peki o halde, bağımlılıklar kurtulmak içindi ve ben bunu yapacaktım. Şeker, yendikçe daha çok istenen ama yenmedikçe tamamen unutulan bir arkadaşımızmış. O günden sonra bir daha rafine şeker tüketmedim.
Kendime bir program çıkarttım. İlk aşamada tüm ekmek, un, makarna ve pirinci işlenmemiş, yani tam tahıl olarak değiştirdim çünkü islenmiş olan tüm ‘’beyazlar’’ kanımıza hızla karışıp, hep o dengede tutmaya çalıştığımız şekerimizi daha da dengesizleştiriyormuş. Halbuki tam tahıllar daha uzun sürede kana karışıp şekerimizi yavaşça yükselttiğinden uzun süre tokluk sağlıyormuş. Hayatıma gerçek yemekleri soktum. Daha çok sebze, meyve, kurubaklagil, en çok salata, daha fazla saf protein, kavrulmamış yemişler, ara öğünler ve her gün aralıksız 45 dakika yürüyüş rutinim oldu. Sirkeci’den hep Kemal Sunal (nur içinde yatsın) filmlerinde gördüğüm üçlü sefer taslarından aldım ve gittiğim her yere kendi yemeğimi taşımaya başladım ki dışarıdaki uyaranlar aklımı çelmesin.
Tatlı krizleri gelmedi mi? Öyle bir geldi ki. Canım her tatlı istediğinde keçiboynuzunu tavşan gibi kemirdim ve kuru meyve yedim. Tüm bunlar işe yaramıştı. 3 ayın sonunda 7 kilo vermiştim ve 3 aylık şeker dengesi ölçümüm (hA1C) %6 seviyesine inmişti. Yani yolum doğruydu. Zaten ilk aylardan sonrası çorap söküğü gibi geliyor... Doktorumun tebrikleri ile daha da güçlendim, heveslendim. Hem sağlığıma kavuşuyordum hem de kilo vererek kendimi daha güzel ve aktif hissediyordum.
İşte tam burada 10 senedir devamlı gelişen ve kendini yenileyip şekil değiştiren beslenme ve spor serüvenim başlıyor. Evet, her şey yolundaydı ama sevdiğim birçok lezzetten uzak kalmak artık beni üzüyordu. Ayrıca her gün yeni bir şey öğreniyordum. Özlediğim yemekleri hayatıma tekrar sokmalıydım ama bu yeni ve nihai beslenme sistemime uygun olmalıydı. Benim için yeni bir araştırma serüveni başlıyordu. Hala içinde bulunduğum bu uzun serüveni de anlatmaya bir sonraki yazım ile başlayacağım.
Şimdilik herkese mutlu ve şekersiz günler dilerim.
Sema Özpekmezci Sumeli
semaninsagliklimutfagi@gmail.com
Instagram: @semaninsagliklimutfagi
YORUMLAR