Geçenlerde bir yazı okuyorum, anne kendine ait günlüğünü yazmış. Oğlu kreşe gidiyor, bir günde yaşadıklarını şöyle sıralamış: Sabah şu saatte kalkarız, kahvaltısını yapan oğlum hemen tuvalete koşar, dişlerini fırçalar, odasına gidip üstünü değiştirir, birlikte kreşe gideriz, o yokken ben de sabah yürüyüşü, alışveriş, ertesi güne hazırlık yaparım, sonra okuldan geldiğinde birlikte oyun oynarız, şu saatte yatağa girer kitap okur, klasik müzik eşliğinde uyuruz. Okurken kendi kendime “vayyyy beee” dedim. Kreş yaşındaki çocuktan ve şu düzenden bahsederken insanın ağzı açık kalıyor. Ablanın eğer her günü böyleyse tebriklerimi sunarım ama olabilecek en mutlu gününü yazdıysa, işte orada bir durur düşünürüm. Peki, ben durdum düşündüm, ya anne olmaya hazırlanan ya da yeni anne olmuş biri okursa bu yazıyı. Ya da mesela huysuz ve anlayışsız bir adam, iş yerinde okudu ve eşinde eksiklik olduğunu düşünüp sıkıntı çıkardı. Olmaz mı dersiniz, olur valla. Türlü türlü insan var.
Yazmak sorumluluk ister. Bir sürü anne okuyor yazılanları. Gerçekçi olmak gerekir. Okuyan kişi, kendinden bir şeyler bulmalı. Kimseye akıl verecek değilim, benim aklım bana zor yetiyor ama bu yazıyı “bir annenin bir günü” mantığında okuyan hamile bir annenin, doğumdan sonra halini bir düşünün.
Ben şimdi Göktuğ ile bir günümü kıssadan hisse bir parça yazıya dökeyim bakalım ne çıkacak ortaya. Biz sabah 07.30 da kalkıyoruz. Daha doğrusu ben saati 7’ye kuruyorum ve her 5 dakikada bir erteliyorum. Şapşal bir şekilde yataktan fırlıyorum. Birkaç tekrarla Gökhan’ı kaldırıyorum, sonra gözleri kapalı Göktuğ’u giydiriyorum ve yarım saat içinde fırlayarak kendimizi dışarı atıyoruz. Amaaann anneye bak kahvaltısız mı çıkartıyorsun çocuğu, demeyin çünkü Göktuğ kreşte yapıyor, biz de iş yerinde yapıyoruz. Akşama kadar iş güç koşturmaca, akılda sürekli Göktuğ uyudu mu ki, yemek yedi mi ki soruları. Sosyal medyaya kreşin eklediği güncel fotoğraflarla yetinip günü bitiriyorum. Göktuğ’u kreşten alıp çoğu zaman hemen eve gidemiyoruz. Mutfak alışverişi için girdiğimiz markette, oyuncak reyonundan zorlu adımlarla çıkıyoruz. “Hiihhh ayyy çocuğa oyuncak almıyor musun yoksaaa” diye aklından geçirenlere de şöyle söyleyeyim, inanın çok isterdim üç beş oyuncaktan fazlasını almamayı ama başaramadım.
Bir çalışan anne psikolojisi başta farklı çalışıyor. Çocuğunla geçiremediğin zamanları ona bir dolu oyuncak alarak telafi edilebilir sanıyorsun ama en büyük yanlış. Eve git, yemek yap, hazırla ve Göktuğ gibi zor yemek yiyen bir çocuğunuz varsa masa 2 saatte zor kalkar. Yemek bittikten sonrası için de böyle şarj cihazına takılması gereken, bitik bir teknolojik cihaz gibi hissediyorum kendimi. Kalan vakitte de jet hızıyla evde etkinlikler, eğitici oyunlar. En sonunda da çocuğu uyutmaya çalışırken, kendisi ondan önce uyuyan bir Tuğçe.
Kendi günlüğümü yazıp, okurken yoruldum. Tozpembe geçen günlerimiz de oluyor tabii ki ama bu hayatımızın yüzde beşini kapsıyor.
Gerçekçi olmak, hem insanın kendine hem de başkasına faydalı olmasını sağlıyor. Yüksek tavsiyelerimle…
Tuğçe Azaklı
YORUMLAR