Salonda kontrat elimde öylece durdum. Kanın beynime sıçradığı ânı hissettim. Anahtar sesini duydum, durduğum yerden dış kapıyı görüyorum. Kapı açıldı, içeri girdi. Beni ağzı açık çantasının başında görünce ayakkabılarıyla bir hışım salona vardı. “Ne karıştırıyorsun sen?” diye elimdeki kâğıdı kapmaya çalıştı.
“Eeeeh! Yetti be!” Gayriihtiyari ittim, koltuğa düştü. Bir an kalakaldı. Boğazım yırtılana kadar bağırmaya başladım. “Uygun zamanda attığın adım bu mu? Sevgiline ev açmak mı?” Cılız bir sesle “Ben değil, kendi tuttu” dedi. “Onun kontratı senin çantanda ne geziyor ulan? Üç yaşında çocuk mu kandırıyorsun?”
Öyle bağırıyordum ki gırtlağım acımaya başladı. Elime geçeni yerlere çalma sırası bendeydi. Pencereler açıktı ve her şey dışarıdan duyuluyordu.
“En iyi savunma saldırıdır” der hep kocam. Koltuktan “Kes sesini” diyerek kalktı. Güya beni alt edecek. Hiç aldırmadım. “Bitti” dedim, “bitti! Duydun mu! Hemen şimdi defolup gidiyorsun.” Kolumu tuttu sıktı susturmak için. “Eğer bana fiske vurursan polisi ararım” dedim. Bütün rezaleti göze alıyorum, beni daha ne kadar rezil edebilirsin ki!
Sindi. Yeri gelince ormanlar kralı, yeri gelince Tarzan, yeri gelince öküz kesilen kocam, bu kez yeri geldiği için beyefendi olmayı seçti. “Otur bir sakinleş, konuşalım.” “Seninle konuşacak bir şeyim kalmadı benim” dedim, çıktım evden.
Arkadaşıma gittim. Birkaç parça eşyamı çocuklara aldırdım. Küçük kız yanıma geldi. Büyük olan, babasıyla kaldı. Bir hafta boyunca kocamın annesi arayıp durdu, yanıma geldi gitti. “Aman dön kızım, ben konuşurum onunla.” Dayanamadım bir gün. “Sen yaşlanınca kendine baksın diye genç metres tutan oğlunu anlamakla meşgul değil miydin?” Kıpkırmızı oldu.
Kocamın derdi, rahatını bozmadan olabildiğince ucuza zevk sefa yapmak, mirastan mahrum olmamak. Annesinin derdi, mirasına yeni ortaklar çıkmaması. Kız hamile kalacak da doğuracak diye korkuyor. Benim derdim de artık yolları tamamen ayırmak.
O hafta birkaç şartla döneceğimi söyledim ona da annesine de: Boşanacağız, o gidecek, ben çocuklarla hep oturduğumuz evde kalmaya devam edeceğim. Çocukların bütün giderlerini o karşılayacak. Benim bütün ihtiyaçlarımı da. İstediği zaman çocukları dışarıda görebilecek. Ben onu elzem olmadıkça görmeyeceğim.
Kabul ettiler. Başka çareleri kalmamıştı, çünkü ele güne rezil oluyorlardı. Bütün sülale, eş dost, mahalle bizi konuşuyordu.
Davayı ben açtım ve bir ay içinde boşandık. O dönem boyunca annesinde kaldı kocam. Ailesiyle yaşayan sevgilisi öyle her gece dışarıda kalamıyordu.
Bir ay sonra çocukları görme bahanesiyle eve gelmeye başladı. Öyle anlaşmadığımız halde. Pembe haplarla sakinleştiğimden çok da huzurumu bozmak istemedim. Tamam, nasılsa boşandık, neticede babalarıdır, arada bir eve gelebilir. Çocuklar “Baba bu gece kalsana” diyorlar, bana bakıyorlar “anne babam gitmesin, no’lur.” İzin vermedim.
“Niye sevgilinle evlenmiyorsun?” dedim. “Öyle hemen kolay değil. Ailesiyle konuşacak” dedi. Belli ki kız bunu istese de ailesi istemiyordu. Annesiyle babası, kart zamparanın teki olarak görüyordu. Eh, yanlış da değildi.
Sinsi kocam eve tekrar yerleşmek için kendine hastalık çıkardı. Güya çarpıntısı var. Toplantı sırasında, evde durup dururken, trafikte filan bir çarpıntı geliyormuş, ölecek sanıyormuş. Hastanelere koşup serum taktırmalar, doktor doktor gezmeler. Şirketin sağlık sigortası her şeyi ödüyor tabii.
Bir gece çocuklarla televizyon izlerken çarpıntı geldi. Öyle de iyi oynuyor ki. Hastaneye koştuk. Hiçbir şeyi yok. İstirahat edin, stresten uzak durun dedi acil doktoru. Eve döndük, o gece evde kaldı. Sonra bunu alışkanlık haline getirdi. Ben de onu kovamadım.
Düşünüyorum neden kovmadığımı. İşte gene bir umut. Ev tutmasına ve benden boşanmasına rağmen kızla evlenmiyor ya, evde çocuklarla olmak istiyor ya, eve dönüyor diye düşünüyorum. O kaybetti, sevgilisi kaybetti, ben kazandım diyorum içimden. Bir de içten içe aile kalalım istiyorum. Sanki beni aldatmamış, kandırmamış, bütün kadınlık gururumu çiğnememiş, herkese rezil rüsva etmemiş gibi.
Hoşuma gidiyordu arkadaşlarımın, akrabaların onun eve döndüğünü düşünmeleri. Beni bırakamadığını, ne olursa olsun beni sevdiğini söylemeleri. Bu sözler kırılan gururumu tamir ediyordu.
Bir gün bana “Evi kapattım” dedi. Cevap vermedim. İki ay boyunca kesintisiz bütün geceleri evde geçirdi. İşten arta kalan her ânını evde benimle ve çocuklarla geçirdi, bana hediyeler aldı. “Çocukları anneme bırakalım, hafta sonu biraz kaçalım, çok yorulduk” dedi. Ne anlarsın bundan? Geçmişe sünger çekelim. “Peki” dedim içimden.
O hafta sonu her şey çok güzeldi. Nehir kenarında yedi odalı bir otel. Arkası orman. Tahta kirişleri var, içerisi hafif ahşap kokuyor. Tertemiz, mis gibi. Ağaçlara, su sesine, kuş sesine uyanıyorsun. Kahvaltı ederken suyun içindeki balıkları izliyorsun. Ruhum dinlendi. Pazar sabahı uzun uzun yürüdük, konuştuk. Çocuklar büyüyor, bir gün yuvadan uçacaklar, ileride acaba böyle bir yere mi yerleşsek? Hem şehre yakın hem de kafa dinleriz. Emeklilik yılları huzur içinde geçer.
Odamıza döndük. Banyodayken sessize aldığı telefonuna mesaj geldiğini gördüm. “Harika olur!” yazıyor. Açtım. Sevgilisi. Cevap verdiği meğer kocamın mesajıymış: “Doğanın kucağında muhteşem bir otel keşfettim. Mutlaka beraber gelmeliyiz.”
Beşinci bölüm yarın saat 15.00’te hthayat.com’da
YORUMLAR