Bu sabah kendime bir çay demledim. Sonra şöyle güzel bir kahvaltı hazırlayıp hepsini doldurdum tepsiye. Camın kenarına geçip şehrin en güzel manzarasını da karşıma alıp serildim masaya. Günlerden hafta sonu ya, bugün yavaş yavaş yudumlayacağım çayımı.
İnsanlar kapılarını usul usul kapatıp kendilerini yollara atmaya başladılar bile. Şehrin koşturmaca saatleri başlıyor olsa gerek. Kimi uykulu, kimi düşünceli, kimi çatık kaşlı yürüyor adım adım. Sabah sesleri nasıl da tırmalıyor insanın kulaklarını, çoğu coşkulu, bazısı sert. Kuş cıvıltıları bunlar. Gökyüzünde sağdan sola dolanmaya başladılar bile. Ne de tatlı tatlı yarışıyorlar birbirleriyle. Aralarına karga karışmış; az önceki sert ses ondan geliyor olmalı.
Gökyüzünde tek bulut yok bugün. Ne güzel. Güneş birazdan kavurmaya başlar. Çok geç olmadan tadına varmalı bu inceden esintili sabah rüzgarının. Yazın en güzel saatleri bunlar. Öğleyi vurunca saatlere, kavurucu sıcaklar çöküyor İstanbul’un tepesine.
Aman allahım! O ne tatlı bir köpek. Beyazlı, turunculu, kocaman da kulakları, minicik patileri, tellerin arasından geçmeye çalışıyor. Ayağını atıyor, olmuyor, çekiyor. Sonra kafasını uzatıyor. Ne yapsa çıkamıyor. Fena sıkışmış olsa gerek. Biri yetişiyor imdadına. Kurtarıyor onu. Nasıl mutlu, nasıl teşekkür ediyor kadıncağıza, görseniz gülersiniz haline.
Sokaklar iyice dolmaya başladı. İnsan kalabalığına bir de araçlar eklendi. Duranlar, korna çalanlar. Nasıl da telaşlı telaşlı sürüyorlar arabalarını; anlamak mümkün değil. Bu acele niye?
Kumsalda olmak vardı şimdi. Denizde şöyle bir serinlemek, tuzlu sudan çıkınca da güneşlenmek. Deniz keyfi başkadır bu şehirde. Kim ne derse, desin. Boğazın o muhteşem manzarasının bir ucundan diğer ucuna uzanan mavinin tonu yoktur başka memlekette. En yüksek tepesine ayak bastın mıydı, değmeyin gözünüzün renk cümbüşünün verdiği mutluluğa. Bir tarafı galata kulesi, diğer tarafı kız kulesi. Bir simit parçası sana, diğeri uçuşan martıya bayram. Gel de git, bırak bu şehri. “Bunu nereden çıkardın şimdi Burcu?” demeyin. Hepimizin terk edesi vardır bu şehri. Ehh, yüreğimizden saklamayalım bari. Haydi, haydi, çekinmeyin, itiraf edin!
Galata köprüsünde balık tutanlara rastlarsın adım attıkça. Durup soluklanmak için ilişirsin bir yere, eski bir pikap çalar. Seni alıp götürür. Bazen olmak istediğin bazen de senin kaçtıklarını bulup getirir gözlerinin önüne de yaşatıverir o anki gibi. İrkilip kendine geliverirsin de denizden çıkan lüfer çarpar yüzüne oltadan.
Sevdiğin varsa bu şehrin çatıları altında ve yanıyorsa lambası her akşam sen kapıyı çaldığında; mutlu olmayı bilmeli. Doya doya yaşamalı bırakmamalı o eli. Gün batıp da şehri sardıysa karanlık, sere serpe uzanmalı yıldızlarının altına. Sabah mı olacakmış, hiç düşünmemeli. Kayan bir yıldız da varsa gökte, varsın geç olsun biraz sabah. “Geç aydınlanıversin gün bazen” demeli.
Demeli de ee, benim çayım soğudu. Eee, kim, kim dolduracak çayı bana? Burcu kalk, kalk, demlik seni bekler.
Burcu Süerkan
YORUMLAR