“İlerde Haluk Bilginer gibi kendime ait bir tiyatrom olsun istiyorum”
Arzu Çevikalp, oyuncu ve tiyatrocu Eylem Yıldız ile samimi bir söyleşi gerçekleştirdi.
Tiyatroya gönülden bağlı olan köklü oyuncular/tiyatrocular her zaman baş tacıdır, Eylem Yıldız da bunlardan birisi… Tiyatro gibi çok zor bir sanatı icra eden Yıldız’ın en çok dikkat eden özelliklerinin arasında, zorlukların üstesinden gelişi, başarı için sınır tanımayışı, samimiyeti, edebiyata ve müziğe olan aşkı yer alıyor. O her daim okuyor ve kendini geliştiriyor, çünkü onun için önemli olan kültürün önemini ortaya koymak. Hayata bakış açısı o kadar geniş ki, tüm sıkıntılara göğüs gererek kendisinin en iyi versiyonu olmaya çalışıyor. Olumlu bir bakış açısına sahip oluşu sayesinde hayallerini gerçekleştirme yolundaki adımları cesurca atıyor ve fikirlerini çekinmeden dile getiriyor. Asmalı Konak ile başlayan macerasını kalıcılık anlamında devam ettiren Yıldız, onu sevenleri kendine yakınlaştırdı ve istikrarla çalışmalarını sürdürdü. Bu da onu bugün saygı duyulan bir oyuncu haline dönüştürdü. Ben de kendisiyle bunu fırsat bilerek bir söyleşi gerçekleştirdim. Beni kırmadığı için teşekkür ederim.
Evet. Türkiye ekonomik olarak zor bir dönemden geçiyor. Bu krizin etkisi uzun yıllar hissedilecek gibi görünüyor. Ekonomik darlaşmanın dolaylı olarak tiyatroya etki etmiş olması mümkün. Çünkü televizyondaki altın çağ geride kalıyor. Televizyon sayesinde birçok oyuncu ve eğlence sektörüne hizmet eden birçok insan yetişti. Şimdi nispeten daha kolay hayata geçen tiyatro, bu insan gücü için yeni bir vaha oldu. Son yıllarda tiyatro dünyası oldukça hareketli. Ben tiyatro kökenli bir oyuncu olarak da bu çeşitlilikten çok mutluyum. Zamanla taşlar yerine oturacak.
İkisinin de zorlu ve keyifli tarafları var. Tiyatroda seyirci ile birlikte aynı anda üretiyor olmak paha biçilmez. Ama eğer kamerada iyi bir oyun vermişsem -ki genelde oyuncunun kendini izlemesi çok zordur- yaşadığım tatmin çok başka oluyor. İyi oynadığımda kendimi seyretmek garip bir duygu. Ama sahne olmak da hayattaki ilk amacım gibi bir durum. Eğer o sezon bir oyunum yoksa çok mutsuz oluyorum. Tiyatro hayatımdaki en büyük dinamik şu anda devam edebilmek için.
Ben oldukça klasik bir eğitimden geliyorum. Ankara Devlet Konservatuarı mezunuyum. Hemen hemen Cüneyt Gökçer’in son öğrencilerinden sayılırım. Fakat aynı zamanda bir İstanbullu olduğum ve çok erken yaşta kamera işleri yaptığım için oyunculuğumda kontrollü olmayı öğrendim. Bir de en korktuğum şey eski kalmak. Onun için yeniyi takip etmek için delicesine bir arzu duyuyorum. Mümkün oldukça İngiltere, Almanya vs. yapılan işleri görmek için seyahat ediyorum. Türkiye’de çok önemsediğim ve hayran kaldığım tiyatro insanları var. Mesela Şahika Tekand çok özel biri Türkiye için. Keza Müge Gürman’da öyle. Çok hayranım ve onlarla çalışma şansım olsun isterim. Avante-garde işler yapıyorlar. Aslında ben kendimi daha ana-akım bir yerde görüyorum. İlerde Haluk Bilginer gibi kendime ait bir tiyatrom olsun ve genç insanlarla üretelim istiyorum.
Tiyatroya ilgim çok erken yaşta başladı. Çünkü babam çok meraklı olduğu için bizi çocuk yaşta tiyatroya alıştırdı. Çok küçüktüm hatırlamıyorum ama yanan Şan Tiyatrosu’na bile götürmüş bizi. Genlerde var yani. Bir de hep dışa dönük ve oyuncu, hayalperest bir çocuktum. Nispeten toplumun daha standart tanımladığı bir hayat sürmeyeceğim aşikârdı. Elbette ki sanatın daha çok kabul gördüğü, oyuncuların gerçek anlamda önemsendiği bir ülkede bu işin tadını almak isterdim.
Asmalı Konak tabii ki hayatımın dönüm noktası oldu. Fakat o zaman sosyal medya böyle olmadığı için mesleki dönüşümü çok olmadı. Bir de biz dizideki rol arkadaşım Burak Altay ile Devlet Tiyatrosu’na girdik ve uzun yıllar mecburi hizmet yaptık Erzurum’da. İstanbul’dan uzak kaldık. Bir bakıma Asmalı Konak’ın yoğun ilgisinden korktuk ve o zaman için popüler olmayı fark etmeden reddettik. Sonra bunun acısını çok çektik, ama gençtik ve hayatı insan yaşayarak öğreniyor. Kapadokya’da anım çok ama en ilginci herhalde Çağan’a âşık olmamdı.
Her oyuncu gibi kalıcı olmak, daha üretken olmak, daha çok insana temas etmek istiyorum. Ve daha fazla sinema filmim olsun istiyorum. Çünkü zamanı mühürlemek bizim için...
Geçen sene Avignon Tiyatro Festivali’nde seyrettiğim günümüz tiyatro dünyasının starlarından İvo Van Hove’un yönettiği oyundu. Hollanda’nın klasik, kült bir romanından uyarlanmıştı oyun ve birkaç kuşak bir aile dramını anlatılıyordu. Oyunun tamamı bir sanat eseriydi. Özellikle oyunculukları hayatım boyunca unutamayacağım galiba. Büyükannenin ölüm sahnesi, babaannemin öldüğü anın aynısıydı ve oyuncunun martı sesi çıkararak ölmesi çok çarpıcıydı.
İyi bir oyuncu olmak için en önemli unsur bence hayatın içinde eriyebilme yeteneği. Esnek olmak. Ve empati yeteneği olduğunu düşünüyorum. Ama bir tiyatro insanı olmak için entelektüel olarak gelişmek şart. Okumak yeniyi takip etmek, beslenmek. Ne kadar iyi oyuncu olursanız olun yenilenmeyen bilgi bir süre sonra sizi sıkıcı bir insan haline getirir. Bu tuzak hemen başucumuzda durur. İnsanın güvenli alanından çıkması kolay değil tabi. Ama eğer iki yol varsa tehlikeli olanını seçmeyi tercih ederim.
Müzik benim ilk aşkım ama kendimi o alanda fazla yetenekli bulmadığım için profesyonel bir yol olarak seçmedim. Çok küçük yaşta klasik gitar çalmaya başladım. Ve çok iyi bir dinleyici oldum. Hala Montreal Jazz Festivali’ne gidemediğim için hayıflanıyorum. Müziksiz bir hayat düşünemiyorum. Müzik hikâyelerimizi yazmamızdaki en güçlü yapıştırıcı.
Yeni sezonda da İsimsiz oyunum oynamaya devam edecek. Zaten sezon sonu çıkardık sayılır. Çok oynayamadık. Yeni bir oyun projemiz daha var ve umarım bu sezon kamera ile ilişkim daha sıcak olur. Görüştüğüm bir iki yapım şirketi var. Bir sürpriz yapabilirim.