Hayatınızdaki birçok şey ‘mükemmel’ denecek kadar iyi gidiyor. Ancak eve döndüğünüzde içinizi garip bir yalnızlık duygusu kaplıyor, hatta süre gelen ilişkiniz dahi bu yalnızlık duygusunu azaltmaya yetmiyor! Bu durumda günümüzün en yaygın fakat dile getirilmekten en utanılan sorunuyla karşı karşıyasınız demektir.
Amerika’da yapılan ve yaklaşık on yıl süren bir araştırmaya göre günümüzün sosyal ve kültürel koşullarının değişmesi nedeniyle artan yalnızlık hissinden, kadınlar erkeklere göre daha çok etkileniyor. Özellikle Modern hayatın yoğun temposunun bir getirisi olarak stres ve buna bağlı depresyon, günümüzde istesek de istemesek de hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Bu yüzden, halen bazılarımıza garip gelmesine karşın, ‘depresyondayım’ ya da ‘bunalımdayım’ demeye alıştık sayılır. Zira bunun çağımızın bir gerçeği olduğunu çoktan fark ettik, ancak ‘yalnızım’ diye itiraf etmeye henüz çoğu kişi cesaret edemiyor. Bu yalnızlık hissi iyi bir işiniz, başarılı bir kariyeriniz ve eksiksiz görünen bir hayatınız olsa dahi hissedebileceğiniz bir duygu. Sesinize dokunaklı bir ton katıp da; ‘kalabalıklar içinde yalnızım’ diyerek arkadaşlarınızla aranızda espri yaparken, bunun gerçeğe dönüşüyor olması sizi içten içe ürkütüyor da olabilir. Bu hissi sadece sizin değil, özellikle 30’lu yaşlarını süren çoğu kadının yaşadığını kabul ederek ilk adımı atabilirsiniz.
Sinemanın en sık sorgulanan teması:
Günümüzün modern kadını tıpkı Bridget Jones’un Günlüğü filminde Reneée Zellweger’in canlandırdığı 32 yaşındaki karakter gibi bekâr ve yalnız. Film romantik komedi türünde olmasına karşın modern ve şehirli kadının yaşadığı yalnızlığı başarılı bir şekilde dile getiriyor. Buradaki yalnızlık kavramı sosyal çevremizin olmamasıyla ya da tek başımıza kalmakla aynı anlamda değil. Günümüzde birçok kadının yaşadığı bu duygu; içinde bulunduğumuz, her şeyin son derece hızlı geliştiği ve değiştiği çağın etkilerinden sadece biri. Aynı şekilde Sex and the City, 30’lu yaşlarını geride bırakan modern kadınının şatafatlı ve mükemmel gibi görünen hayatında bile yalnızlık duygusunu yaşayabileceğini gösteren filmlerden biri. Bu örnekleri veriyor olmamızın nedeni, diğer birçok kadının yaptığı gibi suçu kendinizde aramanızı önleyebilmek. ‘Bende bir sorun olmalı’, ‘Neyi yanlış yapıyorum?’ deyip kendimizi eleştirmek yerine onunla yüzleşmemiz daha sağlıklı. Birçok kadının başkalarıyla paylaşmaya çekindiği ve hatta neredeyse bir tabu haline getirdiği yalnızlığı sizin gibi birçok kişinin yaşadığını unutmayın.
21’inci yüzyılın gerçeği:
21’inci yüzyılda yaşayan bir kadın olarak, önceki kuşaklara göre hayata dair birçok konunun öncelik sırasının değiştiğini fark etmişsinizdir. Geleneksel toplum yapısında erkekler ekonomik olarak bir büyük rol oynuyordu. Günümüzde ise kadınlar erkeklere göre birçok yönden daha üstün. Kadın ve erkek arasındaki dengenin geçmişin tam tersi bir seyir izliyor olması, güçlü ve bağımsız kadınlar yaratıyor, ancak yalnızlığı da işte bu noktada belirmeye başlıyor. Bu yüzden zaman zaman hayatınıza dönüp baktığınızda, yanlış ya da eksik olan hiçbir şeyiniz olmadığı halde kendinize dahi itiraf edemediğiniz acımasız ve üstesinden gelinemez bir yalnızlık duygusuyla içten içe mücadele ediyor olabilirsiniz. Bu his sizi mutsuz kılıyor ve eksiksiz gördüğünüz hayatınızı sorgulamanıza neden olup sizi yıpratmaya başlayabilir. İyi bir iş, başarılı bir kariyer, daha da yükselmek ve kendi ayakları üzerinde daha sağlam durabilmek isteği, 30’lu yaşlarındaki birçok kadının hayali. Bu yüzden güzel ve sağlıklı bir ilişkiye sahip olsalar da, evliliği ve özellikle çocuk sahibi olmayı devamlı erteleme taraftarılar. Evlenme yaşının her geçen yıl biraz daha ileri atılıyor olmasının nedeni ise modern kadının günümüzde özgürlüğüne hiç olmadığı kadar düşkün olması ve zevklerinden ödün vermek istememesi. İtiraf etmek gerekiyor ki kimseye bağlı olmadan her şeyin üstesinden tek başına gelebilmek ve bununla birlikte kendini güçlü hissetmek kadar insanın egosuna iyi gelen bir his de yok. Ancak yalnızlık da göze alınıyorsa!
Tercih meselesi:
30’lu yaşların başında büyük bir arkadaş grubunun bir parçası olmayı, onlarla beraber eğlenceli programlar yapmayı ve sabaha kadar doyasıya eğlenmeyi planlarız. Ancak yaş ilerledikçe her gününüzü beraber geçirdiğiniz en yakın arkadaşınız muhtemelen çoktan evlenmiş, hatta çoluk çocuğa karışmıştır. Herkes kendi hayat mücadelesine kendisini kaptırdığı için arkadaşlarınızla artık istediğiniz her an görüşememeye başlarsınız. Eski eğlenceli günler giderek geride kalır. Özgürlüğünüze düşkün olmanız ve hayatınızdaki önceliklerde ilk sıraya işinizi ve kendinizi koymanız, bütün ömrünüzün 20’li yaşlardaki gibi keyifli ve eğlenceli geçeceği hissini yaratır. Ekonomik özgürlüğünüzü ilan ettiğiniz ilk anda ailenizden ayrılır ve kendi evinizi tutarsınız. Yalnız yaşamanın keyfine varır, hatta günün bütün koşuşturması geçtikten sonra evinizde tek başınıza kalmayı ve kafa dinlemeyi istersiniz. Bilgisayarın başında geçirilen birkaç saatte Facebook ya da Twitter gibi siteler üzerinden sosyalleşir ve böylece kendinizi daha iyi hissedersiniz. Çünkü içinizdeki boşluk hissini bir şekilde insanlarla iletişim kurarak gidermeye çalışırsınız. Ancak yatağınıza uzandığınız zaman içinizi garip bir boşluk hissi kaplayabilir. Bu durumda en sağlıklısı bunun kendi tercihiniz olduğunu hatırlamak ve bu şekilde mutlu olacağınıza inandığınızı unutmamaktır. Bir düşünsenize, sağlığınız yerinizde, sevdiğiniz insanlar yanınızda ve çok iyi bir işiniz var. İçinizdeki yalnızlık hissinin sizi gereksiz yere depresif kılmasına izin vermeyin ve bunu yaşadığımız çağın bir salgını olarak kabullenin.
YORUMLAR