Son günlerde toplumun vicdanını sızlatan ve insanları vicdan muhasebesi yapmak zorunda bırakan bir olayın acısını yaşıyoruz. Konya’da ders çalıştığı kütüphaneden çıkıp teyzesinin evine doğru yürüyen Kadir, birlikte yaşadığı hanımla parkta kavga eden ve darp eden bir erkekle karşılaşır. İçi elvermez, kadını kurtarmak için müdahalede bulunur. Derken kavga, kadını döven erkek ile Kadir kavgasına dönüşür. Kavgada kadını döven erkek Kadir’den kalbine aldığı bir bıçak darbesi ile ölür. Sayın Cumhurbaşkanımız “İnsani ve vicdani bir durum” diyor. Sayın Adalet Bakanı ise “Suçlu diyemeyiz ama ortada bir ceset var” diyor.
Ben de yıllar önce benzer bir olay yaşamıştım. Bir gece saat iki suları idi. Canhıraş bir kadın feryadıyla uyandım. Pencereden dışarıya baktım; ses sokakta duran bir otomobilden geliyordu. Otomobildeki erkek ve kadın ağır hakaretler savurarak kavga ediyorlardı. Erkek arada bir tokat patlatıyordu; her tokatta kadının feryadı ve küfürleri biraz daha artıyor, kadın sürekli dayak yiyordu. Böyle bir olaya uzun süre seyirci kalmam mümkün değildi. Hemen polisi aradım. Beş dakika geçmeden iki polis otosu birden geldi. Otomobilin içindeki bay ve bayanı dışarıya davet ettiler. Bayan sert bir şekilde polise itiraz etti. “Hüviyetlerden gördüğünüz gibi o kocamdır. Benim bir şikâyetim yoktur. Siz ne karışıyorsunuz?” dedi. Kadını kurtarmak amacıyla yaptığım telefon nedeniyle ben polise mahcup olmuştum.
Kadınlar ya korku ya da ezilmeyi alışkanlık haline getirmeleri nedeniyle, haklarını korumaktan veya ifade etmekten çekiniyorlar. Nitekim Konya’da yaşanan olayda da Savcılık ifadesinde “Özgür yumrukla benim sağ omuz arka kısmıma vurdu. Hatta bundan dolayı morarma olmuş olabilir.” diyen hanımefendi, basına yaptığı açıklamada “ Özgür bana vurmuş olsa darp izi olurdu.” demiş.
Asırlardır dünyayı yöneten, şekil veren erkekler oldu. Kadın asırlarca sesini bile duyuramadı, hor görüldü, hareme kapatıldı, peçelerle örtüldü, üretim yapan bir fabrika gibi görüldü. Yalnızca o gece değil, asırlarca şikâyet bile edemeden tokadı yedi, hoyratça kullanıldı, özgürlüğü elinden alındı.
Kadına geçmişte saygı duyulmadı. Hala da layık olduğu saygıyı göremiyor. Erkekler, kadına sahip olmak istiyorlar. Kadın cinsinin zarafeti, inceliği, estetiği, yüzünün güzelliği onun aleyhine çalışıyor. Kadın bedeni cinsellikle bağdaştırılıyor. Kadın vücudu cinsel bir obje gibi görülüyor. Bu nedenle kadın haksız baskılar altına giriyor. Haçlı Seferi’ne giden Hıristiyanlar eşlerine bekâret kemeri takarlardı. Sarayda erkekler, her gün kuvvet macunları ile beslenirken, eşlerini hadım edilmiş harem ağaları ile yönetirlerdi. Yazın incecik gömleklerle gezen Arap erkekleri, eşlerini hala çarşaf ve peçe ile dolaştırıyorlar. Erkeklerin aklı ve gözü sürekli cinsellikte olduğu için beden merkezli yaşıyorlar. Oysaki kadın, kalp, ruh ve zihin merkezlidir. Erkek yüzeydedir, kadın daha derinde yaşar.
Kadın ve erkek birbirlerine karşı değildirler. Bir madalyonun iki yüzü gibi, bir bütünün iki yarısıdırlar. Birbirlerini kullanmak için değil, birbirlerini tamamlamak için dünyaya gelmişlerdir. Dünya nüfusu onların birlikteliği ile büyür. Kadının da erkeğin de dünyaya gelişine onlar arasındaki ilişki neden olur. Bir yazar, “Kadın ve erkek birbirlerinin tohumlarını içlerinde taşırlar” diyor. Bu yakınlık ile evlerinde sevgi ve saygıya dayanan bir birlik yaratabilirlerse, dünyaya sevgi ve saygı yayacak genç nesiller onların şefkati ile yetişir, dünya zenginleşir. Kadın ve erkek birlikte yaşamak, dünyaya sevgi, barış, huzur, mutluluk getirmek için yaratılmışlardır.
YORUMLAR