HT Hayat Anasayfa Makro Bağlantı - I: İzler | Hayatın Sesi

Her şeyin bir anda sakinleştiği, bir yandan etraftaki tüm hareketin yavaşladığı bir yandan da hafif hafif kıpırtılarıyla yaşamı hissettiğiniz o anları bilir misiniz? Yaprakların salındığını bildiğin ancak kıpırdarsan her şeyin bozulmasından korktuğun anlar... İşte o kısa anlarda her şey mükemmeldir. Hava tam da olması gerektiği sıcaklıktadır; görüşün canlıdır, berraktır. Yaşamında ilk kez gerçekten huzuru hissedebiliyorsundur. Artık gitmek istediğin hiçbir yer yoktur; yapmak istediğin hiçbir şey yoktur. Acele ettiğin veya eksik kalan hiçbir şey yoktur. Var olan ile bir tamlık ilişkisi içerisindesindir ve mutluluğu daha başka yerde aramaya hiç gerek yoktur.

Arayış sona ermiştir.


M.S. 2150 – Bir Makro Felsefe Klasiği isimli kitapta bu hal, Makro Bağlantı olarak adlandırılıyor. “Tüm var olanın, var olmuş olanın ve var olacak olanın makrokozmik birliği”ni ifade eden bu isim, aynı zamanda yaşamımızın nihai amacımızı da adlandırıyor.


Yaşamıma baktığımda bu hale yakın hissettiğim belirli olayları hatırlıyor olsam da en derinimde tamlık ve birliği hissettiğim yalnızca birkaç anım var. Bu anları düşündükçe şairin ne demek istediğini ilk kez anlamaya başladığıma dair ümitleniyorum:


“Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.”


Yüreğimi, şaşkınlığımın korosu eşliğinde bir anda doldurup taşıran bir kavuşma içerisindeyim. Yıllardır süregelen özlem sona ermiş. Gözlerim bir mavi bir yeşil bir nehir, kendisine bir yol bulup dolduğu yerden akıyor dışarıya doğru. Hayır, akmıyor aslında, sanki sınırlarıma sığamıyor da kenarındaki taşları, yaprakları önüne katıyor ve var gücüyle vuruyor bedenimin kapılarına. Sesini duyuyorum. Kapılar parçalanırken benim nutkum tutuluyor, kıpırdayamıyorum. Zaten kıpırdamak da istemiyorum. Tam olarak neredeyim, saat kaç, gün geceye kavuştu mu, bilmiyorum. Bilmemenin düşüncesi bile rahatlatıyor. Bedenimden taşan mavi-yeşil nehir içerisinde sonsuzluğa yüzüyorum.


Görkemli yapıların önünde kendimi böyle hissediyorum. Tüm var olan, var olmuş olan ve var olacak olanın içimde bir’leştiğine tanık oluyorum.


Bozcaada’nın çorak bir tepesinden günbatımını izlemeye doğru çalıların arasından geçerken, gözlerim rüzgargüllerinin heybetli, pervanelerine takılıyor. Gün her gün batıyor nasıl olsa, asıl şurada durup bu devinimi izlemeye kendimi bırakmak istediğimi düşünüyorum. Sanki dünyada bu rüzgargüllerinden başka bir şey yok. Biz bir rüzgargülü gezegeninde yaşıyoruz ve her bir rüzgargülü, birimizin evi; pervaneleri sayesinde enerji üretiyor ve yaşamımızı sürdürüyoruz. Gözlerim o tasasız ama güçlü dönüşleri izlerken evde olduğumu hissediyorum.


“Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgarda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.”


Sürekli orada, o anda kalmak ve orada yaşamak istiyorum ancak bir türlü oraya geri dönemiyorum. Dönmeyi başardığım anlarda ise bunu nasıl yaptığımı bilmiyorum.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.