Dünyada alışkanlığını yitirmiş bir duygu ile uyanmak... Gecede ne yaşandı, nasıl bir uykuydu bilinmez; bağının kopması, nefes aldığı dünyayı yitirip kaybolmuş hissiyle karmakarışıktım.
Sabah... Sisliydi. Zor olan bu alışkanlığı kaybediş değil, onun nerede olduğunu düşünmekti: Hangi sissiz ve yağmursuz çölün sarayında, hangi dalında çiğ olmayan ağacın gölgesinde, hangi kuşun kanadında, hangi fikrin inceliğinde... Belki bilinmezliğinde. Kendimi bu soruların içinde buldum.
Hava yağmurlu ve sokaklar parlak asfalt ile gri-mavi ya da kara-mavi bulutların hükmettiği havanın parlatacağı kadar ancak parlatabliyordu... Islak arabaların vızırtılı geçişlerinde, tekerleklerinin kenara sıçrattığı sulardan anlayabiliyordum. Bu araba iniltileri gittikçe uzaklaşıyordu... Çünkü zihnimde, senli düşünceler çoktan yer kaplamaya başlamıştı.
Uyandım hayalden; dışarıda hava olduğu gibiydi, saat günün herhangi bir zamanı. Ne kadar derin daldığımı hesaplayamadan, oturduğum yerlerin acısıyla kımıldandım. Haddinden fazla dalmış olduğum belliydi. Sanki en ufak hareketle taşacak bir kap misali, çalkantıyla doğruldum yerimden. Çarpıntısı boyun damarlarımda hissedilen kalp atışlarım artık daha dingindi... Rüyaydı. Ama nasıl gerçek...
YORUMLAR