“Her toplumda yemekle ilintili gelenekler ve ritüeller vardır. Bu ritüeller ‘biz’ duygusunun oluşmasını ve kişilerin birbirlerine yakınlaşmalarını sağlar. İşte bundan dolayı da insanlar; bayramda, doğum günlerinde ya da diğer özel günlerde beraber yemek yer. Yeme ritüelleri, bir yandan insanları birbirine yakınlaştırırken bir yandan da kişinin toplumsal baskı altına alınmasına yol açar. Bu gibi durumlarda yemek, doğal işlevini yitirir. ‘Bedenle sağlıklı ilişkiye girmek’ demek, bu tür durumlarda toplumsal beklentiye göre değil, bedenin ihtiyacına göre hareket etmektir.” (Zaza Yurtsever, Korkma Ye)
Cinsellik kadar yiyeceğin ve yemenin de psikolojik, sosyal ve politik olarak önemi bulunmaktadır. Yiyerek bireyler, en özel alanları olan bedenlerine yabancı maddeler almaktadırlar; bu nedenle yeme psikolojik olarak benliğin yapılandırılmasında önemli görülmektedir (Belk ve diğerleri, 1996). Yeme davranışımız ve ne yediğimizle, bir başka haz unsuru olan cinsellik arasında direkt bir ilişki vardır.
Yeme ile ilgili alışkanlıklarımız üzerine pek çok faktör etkilidir; büyüdüğümüz aile, bölge, fiziksel sağlığımız, yaşımız, cinsiyetimiz, vücut şeklimiz, mesleğimiz, iş tempomuz gibi. Bu sayılan pek çok özelliğin en önemlilerinden biri de kişilik özelliğimiz ve psikolojik durumumuzdur.
Yemekle kurduğunuz ilişki, hayatla kurduğunuz ilişkinin mikro düzeyde yansımasıdır. Yemeği nasıl yersiniz? Hızlı hızlı, bir an önce oldu bittiye getirerek mi, ağır ağır tadını çıkara çıkara mı? Hayatınızda endişe mi hakim, sükûnet mi? Tek başınıza olsanız bile kendisine mükellef sofra kuranlardan mısınız, yoksa aç yatanlardan mı? Acıktığınızın veya doyduğunuzun farkına varabiliyor musunuz? Acıktığı halde yemek yemeyi erteleyip, başka işleri halledenlerden misiniz, doyduğu halde gözü bir türlü doymayıp hala yemeye devam edenlerden mi? İhtiyaçlarınızın ne kadar farkındasınız? Bedeninizin, zihninizin, ruhunuzun ihtiyaçlarını karşılamak için neler yapıyorsunuz? Yeni tatlar denemeye ne kadar açıksınız? Başka kültürlerde, başka coğrafyalarda yenen şeyler ilginizi ne kadar çekiyor? Merak edip denemek isteyenlerden misiniz, yoksa “Iyy iğrenç” diyerek dudak bükenlerden mi? Muhafazakar bir yapınız mı var, yenilikçi, cesur, risk almayı seven bir yapınız mı? Açık büfe yeme durumunda tabağını tıka basa dolduranlardan mısınız, yoksa birkaç parça bir şeyle idare edenlerden mi? “Atılmasın, kalmasın” diye kalan son yemekleri tüketenlerden misiniz, yoksa her daim taze yemek arayanlardan mı? “Ayıp olmasın” diye istemediğiniz durumlara ses çıkarmayanlardan mısınız, yoksa kendi ihtiyaçlarını ön plana koyup hayır diyebilenlerden mi? Kısaca, Fransız gastronomi duayeni Brillant-Savarin’in o ünlü deyiminde belirttiği gibi, “ne yerseniz osunuz!” Yemekle kurduğunuz ilişkiye bir de bu gözle bakıp, kendinizi masaya öyle yatırın. Bedeniniz sizi yanıltmayacaktır.
Bedeni dinlemek, aynı zamanda zihni ve ruhu dinlemektir. Yemekle kurulan ilişkinin sadece fiziksel değil; duygusal kısımlarına da bakılacak olursa, yenilen ve yenilmeyen her şey daha anlamlı olacaktır. Kilolara “Onlardan kurtulmak istiyorum fakat bunu bir türlü beceremiyorum,” “Denemediğim diyet kalmadı fakat durum hiç değişmiyor,” “Su içsem yarıyor” gibi bir bakış açısıyla yaklaşmak yerine “Bunlar benim parçam ve bu parçalar neye hizmet ediyor?” “Kilom sayesinde (!) insanlarla arama mesafe koyabiliyorum. Buna neden ihtiyacım var?” “Kilolarım beni nelerden koruyor?” gibi bir bakış açısıyla baktığınızda zihin-beden ve ruh üçgenini birbirinden ayırmadan, gerçeğe daha yakından bakabilme şansı elde edebiliyorsunuz.
Esen Acarer Kahya
YORUMLAR