Ekolojik sistemler teorisine göre bireysel ve toplumsal olaylar kişinin gelişiminde oldukça etkili. Bizde toplum olarak bir yaşam geçişinin içindeyiz. Pandemi, ekonomik kriz ve afetler... Tüm bu geçişlerin içinde son yıllarda ismini daha sık duyduğumuz bir kavram var: Resilience.
Türkçe'de; dayanıklılık, yılmazlık, esneklik gibi anlamlarla yer buluyor. Ben yazılarımda ve verdiğim eğitimlerde daha çok dayanıklılık kelimesini kullanmayı tercih ediyorum.
İnsan doğasının en önemli özelliklerinden biri uyum sağlıyor oluşu. İşte insanın bu uyum sağlayıcı sistemine vurgu yapan rezilyans (resilience) kavramı, 1970’li yıllardan beridir üzerinde çalışılan bir konu. Rezilyans - dayanıklılık - olumsuz durumlara karşı hazırlıklı olma, zor şartlara uyum sağlayabilme, stres ve travmayla başa çıkabilme, zorlayıcı deneyimlerden öğrenerek başa çıkma potansiyelidir.
Doğuştan var mıdır?
Kısmen.
Sonradan gelişebilir mi?
Evet.
Rezilyans, Amerikan Psikoloji Derneğine (APA) göre ise, olumsuzluklar geçince eski haline dönebilme becerisi olarak tanımlanıyor. İyileşme gibi düşünülse de iyileşme ve dayanıklılık arasında fark vardır. İyileşme aşamalı bir geri dönüşü, geçici bir sürecin sonucunda kişinin sağlıklı işlevlere kavuşabilmesini ifade eder. Afet ya da kayıp gibi travmatik bir deneyim yaşamış kişiler günlük hayatına devam ederken farklı oranlarda zorluk yaşayabilirler ve bu zorlantılarla mücadele ederek belirli süre sonunda eski işlevlerine dönebilirler. Rezilyant bireyler ise zor durumlarda dahi doğal işlevlerini yerine getirerek günlük hayatına devam edebilirler. Dayanıklı bireyler olaylarla ilgili başa çıkma tepkilerinden önce anlamlandırma sürecine girerler. İyileşme ise zorlayıcı durumla ilgili başa çıkma yöntemleri uygulanıp sonrasında durumu anlamlandırmayı ifade eder.
Duygusal dayanıklılığı olan kişilerin dört özelliği dikkatimizi çeker...
Gerçeği olduğu gibi kabullenme: Gerçeği olduğu gibi görme konusuna bardağın yarısını dolu ya da boş görenler metaforu açıklık getirebilir. İyimserler bardağın yarısının dolu olduğunu söylerken, kötümserler yarısı boş bardak diyebilirler. Gerçek olan ise bir bardağın içinde su olduğudur. "Bardak var mı? İçindeki su mu?" gibi tartışma soruları da kuşkucular tarafından ortaya atılabilir ama şimdilik konumuz bu değil. Gerçeği olduğu gibi görmek ne iyimser olmak ne de inkâr etmektir. İçinde bulunulan durumun gerçeklerini tam anlamıyla değerlendirebilmek ve sonuçları kabul edebilmektir. Yedek plan bulundurabilmektir. Beklentilerden uzak durmaktır.
Ders çıkarma: Gerçekleri görmek ile yakından ilişkili olan ders çıkarma ise zorlayıcı durumlarda kurban rolüne girmektense güçlüklerin üstesinden gelerek yeni beceriler kazanmaya odaklanabilmektir. ‘Neden ben?’ sorusu yerine ‘Bu durum ne anlatıyor?’ sorusu üzerine düşünebilme kapasitesidir.
Anlam bulmak: “Hayat ona yüklediklerinle anlamını bulur” yıllar önce bir danışma seansı sonrası ajandama not ettiğim bir cümleydi. Ancak hayatı anlamlandırmak o kadar kolay değildir. Belki de hayatın kendisi anlam arayışıdır. Kim bilir…
Kararlar hayatı anlamlandırmada önemli rol ve alınan kararlar değerlerle şekillenir. Anlam bulmak için değer atfettiklerimizi sorgulamak başlangıç olabilir diye düşünüyorum.
Olumlu tutum: İyimserlikle karıştırmadan ‘Şu anda iyi olan ne?’ sorusuna odaklanmaktır. Afet bölgesinde bulunan ya da travmatik yaşantı geçiren birisine ‘Şu anda iyi olan ne?’ sorusunu sormak iyimserlik gözlüğü takmakla eşdeğerdir. Fakat ‘Olmasaydı ne olurdu?’ sorusunun da kimseye fayda sağladığı söylenemez. Buradaki olumlu tutumdan kasıt içeride ve dışarıdaki kaynakları görebilmeye çalışmaktır. Kişinin içindeki güçlü yanlarını ve çevreden gelecek kaynakları görebilmesini sağlamaktır. Olumlu tutum kişinin olmuş olana değil de olacak olana odaklanmasına zemin hazırlar.
Tıpkı bir kas inşa etmek gibi dayanıklılığı arttırmak zaman ve kararlılık gerektiriyor. O zaman şimdiden buna başlayalım. Diğer yazılarda dayanıklılığa katkıda bulunan temel faktörlere bakalım.
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR