X

Sanki beynimde devamlı bir kronometre var, kulağımda tik tak sesleri. Bir gece yarısı, yüksek lisans projelerimden birini internetten teslim etmeme yaklaşık 20 dakika kalmıştı. İş ha bitti ha bitecek, kalbim ağzımda. Ne yapsam beğenirsiniz? Daha fazla dayanamadım ve bilgisayarımı kapattığım gibi arkama bile bakmadan kendimi dışarı attım. Sonra projemi teslim ettiğimi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz! Bir cezası olacağını bile bile, günlerce üzerinde çalıştığım ödevi ertesi gün göndermeye karar vermiştim çünkü... Benim gibilerin bu durumuna “zamanla yarışma fobisi” diyenler var. Ancak bilim dünyasında tam adı konmuş değil. Aslında herkes bu hissi bazen yaşıyor. Bazılarımızsa hep yaşıyor. Ve kimisi de hiç ama hiç yaşamıyor. Nasıl yani? Mesela bu çeşit insanlar uçağının kalkmasına dakikalar kala, bırakın paniklemeyi, kahvelerini zevkle yudumlamaya, etrafa boş boş bakmaya devam edebiliyor. Bu rahatlık benim gibileri daha da geriyor. Kusuruma bakmasınlar ama kollarından tutup koltuklarına götüresim geliyor! Peki aramızdaki bu fark neden? Hangimiz doğru tarafta?


‘Mühim olan karakteriniz!’

“Zamanla yarışma fobisi”nin ardında tonla sebep yatıyor olabilir. Mesela çocuklukta yaşanan bir olay tetikleyebilir. Bu tür insanlar trafik sıkışırsa diye 3 saat önce evden çıkar, yeterince zamanı varsa bile panikler, başkalarına mahcup olmaktan, bencil görünmekten korkar, devamlı saate bakar, 3 farklı alarm kurar... Ancak nafile, çünkü doğru zaman algıları yoktur. Ben de sabah uçağına yetişememe endişesiyle gece uyumayan biriyim. Zamanla yarışılan oyunları oynamak bile bana aynı baskıyı hissettirir. Konuyla ilgili araştırmalar yapan bilişsel davranışçı terapist Harriet Mellotte, “Kısıtlı zaman fobisi yaşamak öncelikle kişinin kendine güvensiz olduğunu gösterir” diyor. “Çünkü bol vakitleri olsa bile bir işi tamamlamak için daha çok zamana ihtiyaç duyar, kendilerini ‘Başkaları ne düşünecek?’ diye kritik ederler. Bu mod sebebiyle depresyon peşlerini bırakmaz, iş hayatında ve özel yaşamda ilişkileri kopma noktasına gelir.” Ama anladığım, bu bir çeşit müşkülpesentlik. Kimi araştırmalar kişilerin panik haliyle yalan söyleme eğiliminin arttığına, işe olan özeninse azaldığına işaret ediyor. Psikolog Dr. Linda Sapadin de “Bu kişiler devamlı endişelenmeye odaklanır. Zamanla bu endişe, onu nasıl yeneceğinin yollarını denemek yerine bir nevi bahaneye döner” diyor. Ama gelin bir de bardağın dolu tarafına bakalım. Benim hatırıma! Meselenin sonuçlarını analiz eden kimi uzmanlar, durumu lehinize çevirebileceğinize de dikkat çekiyor. Zira zaman kısıtlaması performansı artırabilir de. Daha az karmaşık kararlar almanızı sağlayabilir, çünkü bir süre limiti konduğunda aklı bulandıracak işler devre dışı kalır, ki bu işe daha çok odaklanmanızı sağlar, dizlerinizi titretmek yerine motivasyonu, yaratıcılığı artırıcı şekilde kullanılabilir. Nörolog John Kounios, “Deadline (bir şeyi yapmak için size sunulan son zaman) anksiyeteyi tetikleyebilir ancak diğer yandan bilişsel strateji yapma yeteneğinizi ve yaratıcılığı kamçılayabilir” diyor. “Never Be Late Again” kitabının yazarı Diana DeLonzor da “Zaman fobisinin tadını çıkaranlar; bırakın stres olmayı, en iyi performanslarını o can alıcı dakikalarda gösterirler” diye ekliyor.


Yumuşak karnınızdan bahsetmeyin!

Faydalı yanları olsa da vücut devamlı zamanı yönetememe stresi yaşamaya elverişli olmadığından, bu durum gerçekten de özellikle anksiyeteyi tetikliyor, tansiyonu fırlatıyor, kalp hastalığı hatta kanser gibi ciddi rahatsızlıklara bile davetiye çıkarabiliyor. İşte mücadele etmek için bazı püf noktalar...



Son 2 saat 47 dakika 33 saniye

Uzmanlara göre “deadline psikolojisi” internet alışverişlerinde de koz olarak kullanılıyor. “Son 2 saat 47 dakika 33 saniye kaldı” gibi ibarelerle müşterilerde öyle bir psikoloji yaratılıyor ki ihtiyacınız olmasa da hoop, o ürünü sanal sepetinize attırıveriyorlar. Duke Üniversitesi’nden Psikoloji ve Davranış Ekonomisi Profesörü Dan Ariely, zaman baskısı dikkat odağını daralttığından kullanıcıların kapsamlı bir dizi seçeneği ve ürün özelliğini dikkate alma olasılıklarının düştüğünü ve hedef şaşırtıldığını söyleyenlerden.


Yazı: Sema Ereren