Önce gürültüyü duydum, sonra feryadı… Şangır şungur bir ses, bir çığlık… Daha gün ışımamış, fırladım yataktan sabahın köründe. Ya eve sakar bir hırsız girdi ya yan dairede birini boğazlıyorlar. Yatağın altına sakladığım beyzbol topunu (sopasını bulamadığım için topuyla idare ediyorum) kaptım. Sonra bir an durakladım. Acaba hiç sesimi çıkarmayıp, yatağın altına, topun yanına saklansa mıydım? Ben ne zaman böyle cesur olmuştum? Saniyenin onda biri kadar kısa bir zamanda beynimden bunları geçirdikten sonra şimşek hızıyla kararımı verdim. “Yürü ya İzzet" dedim; tiz bir karateci haykırışı ile koşarak yatak odasının kapısını açıp salona çıktım. Ve gördüğüm manzara karşısında dondum kaldım…
Kocaman cam masa paramparça olmuş. Hemen yanında, cam kırıkları arasında Gargamel boylu boyunca uzanmış yatıyor… Göğüs kısmında ise boydan boya derin bir yara… Sanki keskin bir neşterle kesilmiş, ikiye ayrılmış. Birden dehşet içinde fark ettim ki kalbi yerinden sökülmüş, alınmış… Çevrede mutlaka bir seri katil vardı… Zavallı Gargamel… Göz yaşlarıma hakim olmaya çalışarak (ve üç buçuk atarak) telefona koştum hemen 911’i çevirdim. Bir taraftan da düşünüyorum bu acil çağrı telefonu muydu yoksa Porsche’ın bir modeli mi? Sorunun cevabı tam netleşmeden arkamdan ölümcül bir hırlama duydum… Vahşi bir yaratığın cehennemi sesi… Diken diken olan tüylerimi yatıştırmaya çalışarak arkamı döndüm… Dev bir köpek… Gözlerini dikmiş gözlerimin içine bakıyor… Ağzında da Gargamel’in kanlı kalbi sallanıyor… Aman tanrım; bu Rin Tin Tin…
Bir uyanmışım ki ter içindeyim… Bu ne biçim bir kabustu…. Gargamel.. Rin Tin Tin… Can dostlarım, kader arkadaşlarım rüyama böyle girmişlerse mutlaka başları dertteydi. Hemen Gargamel’in telefonunu tuşladım. Uzun uzun çaldı, cevap yok… Tam vazgeçmişken açıldı telefon; kısık bir sesle “İz üzerindeyken rahatsız etme… Paris… James Bond” dedi ve kapattı Garga… Bunun ne anlama geldiğini ilerleyen dakikalarda anlayacaktım. Sonra hemen Rin Tin Tin’i aradım doğal olarak. Telesekreterine ne mesaj bırakmış dersiniz? Aynen şöyle: “Evde yokum, not bırakın ama eğer isminiz İzzet ise not bile bırakmayın” Nankör köpek… Hıyarlık bende, meğer bu hırtlar için boşuna telaşlanmışım. Sanıyorlar ki onlara muhtacım… Görelim bakalım el mi yaman, bey mi?
Fikret Şenes efsanesi geri dönüyor!
Ne zamandır merak ediyordum Fikret Şenes’in durumunu. O, herkes için Ajda’nın unutulmaz şarkılarının yazarıdır ama benim cici annemdir sevgili Fiko… Geçenlerde aradığımda telefona çıkmayınca daha da artmıştı merakım. Sonunda, dün ulaşabildim; bir baktım ki şen şakrak geliyor sesi “Dün aradığımda telefona çıkmayınca meraklandım Fiko” dedim. “Şu anda bir sihirli değnek değmiş gibi her şeyim düzeldi, ama ne olacağı belli değil, sağlığım bir iyi bir kötü oluyor” dedi.
Çok şey söylemişlerdi Fikret Şenes'in hastalığı için ama öğrendim ki, Demans’mış. Bu rahatsızlıktan muzdarip olanlar beyinde yaşanan bir hasar ile zaman zaman bulundukları yeri ve karşısındakileri hatırlama yetilerini kaybederlermiş. Fiko'nun bir iyi bir kötü olması da bu yüzden işte. Onun böyle cıvıl cıvıl konuştuğunu duyunca benim de moralim düzeldi ve hemen sordum "Yeni bir şeyler var mı" diye. “Çok değişik bir şarkı hazırlıyorum” dedi “Duyunca sen de şaşıracaksın”
Aslında şaşıracağımı pek sanmıyorum, çünkü Fiko ne yapsa en iyisini yapar. Ama çok sevindiğim bir gerçek. Çünkü Fikret Şenes efsanesi bir şarkı için de olsa geri dönüyor. Allah ömür versin Fiko'ya da 1 değil yüzlerce şarkı daha yazabilsin. Yeni jenerasyonların da ihtiyacı var bu özel kadının onların duygularını dile getirmesine. Bakalım bu en son şarkı kime nasip olacak?
Ayşe kafayı takıya taktı
Uzaktan gördüğümde bir an tanıyamadım, tamamen siyahlar içinde bir kadın yanıma yaklaşıyor… Sonra bir baktım alıcı gözüyle, bizim Ayşe (Özyılmazel). Gülerek oturdu yanıma; “Modacı kimliğimle geldim bu sefer” demez mi…
“Ne yani?; Sezen’in Şinanay şarkısındaki ‘simitçi, kahveci, gazozcu’ gibi sen de artık ‘gazeteci, şarkıcı, modacı mı’ oluyorsun?” Kıkır kıkır gülüyor… “Tam modacı da denmez” dedi “Takı yapıyorum artık”
Gerçekten de takı işine iyice kafayı takmış Ayşe. Zaten kendi aksesuarlarını kendi seçer ve çok da titizlenirmiş bu konuda. Herkes ‘nereden aldın?’ diye sorup dururmuş üstündekileri. Artık bu zevkini takı tasarımları için kullanacakmış. “Her sıkılan hatun ya tasarıma ya cupcake’e vuruyor kendini, göreceksin benimki çok farklı olacak” diyor. İlk etapta tasarladığı kolyelerin üzerine sloganlar yazmaya başlamış bizim "yeni yetme zanaatkar."
O anlatırken, gözüm boynundaki kolyeye takıldı. Dikkatli bakınca üzerindeki harfleri fark ettim; ‘Gider’ yazıyor. “Nedir bu sloganının anlam ve önemi” diye sordum safça… “Gider işte, beklemez gider...Alayına gider... Gider yapılır. Nasıl istersen öyle anla…” “Shakespeare’in dediği gibi “As you like it” diye bir ukalalık yaptım; Yani "Nasıl hoşuna gidiyorsa” … “Ben ona ‘yersen’ diyorum” demez mi Ayşe… Sustum
Kim yumurtalarını dondurdu?
Haberi duyunca “Bir yaşıma daha girdim” diyecektim ama neme lazım; gerçek olur filan diye hemen vazgeçtim. Kadın resmen yumurtalarını dondurmuş. Kim mi? Kim Kardashian… “İnsanın aklına böyle bir şey nasıl gelir” diye düşündüm; sonra öğrendim ki, Kim, ailesinin genlerini korumak için bu yola başvurmuş. Bu işlemi yaptırmak için de ABD’deki realtiyshow’unun son bölümüne konuk olan ve her zaman gittiği jinekoloğuna baş vurmuş.
“Peki bunun yerine çocuk yapsa ya” diyeceksiniz haklı olarak. Bir gün mutlaka çocuk sahibi olmak istiyormuş Kim ama ‘daha erken şimdi zamanı değil’ diye düşünüyormuş. Kanye West ile ilişkilerinin mükemmel gittiğini açıklayan ünlü yıldız "Her şey çok güzel ama zaten iki kez evlendiğim için hemen çocuk yapmak istemiyorum. Özellikle doğru zamanı bekliyorum" diyormuş. “Elalemin derdi, seni mi gerdi” derseniz… Haklısınız…
Haber: İzzet Çapa
YORUMLAR