Koç Üniversitesi’nin 25.Yıl etkinlikleri kapsamında yapılan Aklın Çocuk Hali panelinde “Çocuk ve Teknoloji” konusunu teknolojik okur yazarlık ve robotlarla öğrenme perspektifinde yaptıkları çalışmalarla anlatan psikoloji bölümü doktora öğrencisi Cansu Oranç’tan dinlemiştim. Oranç aynı zamanda ilginç bir projede de çalışıyor. Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dil, Zihin ve İletişim Araştırmaları Grubunun Avrupa Birliği destekli bir araştırma projesi bu. İsmi "L2TOR: Sosyal Robotları Kullanarak İkinci Dil Eğitimi"
Projenin Türkiye ayağını yürüten grubun hedefi okul öncesi dönemde çocuklara robot ve tablet aracılığıyla İngilizce öğretmek. Bunun için çocuklara yönelik bilimsel dayanaklı ders programları ve oyunlar tasarlıyorlar. Şimdiye kadar ulaşılan bulgular çok heyecan verici; yakın gelecekte robotların hayatımızın birçok farklı alanında aktif olacağı şimdiden görünüyor.
Cansu Oranç ile okur yazarlıktan, dijital okuryazarlığa oradan da robotlarla eğitime değindiğimiz çok keyifli bir söyleşi yaptık... Umarım keyifle okursunuz.
Biz, senelerdir “0-2 yaş arası çocukları ekranlardan uzak tutmalıyız” diye bilir ve söylerken siz, teknolojik okur yazarlık perspektifinden bakarak bu keskin çizgilerin artık esneyebileceğini ifade ettiniz. Uzun zamandır duyduğum ilk yeni bilgiydi bu. Teknoloji ve çocuk konusuna en başından başlayalım mı?
Teknolojiyle çocuk etkileşiminin çalışılması televizyonun hayatlarımıza girişiyle başlıyor; 70’li yıllar civarında. Ama teknolojiler günlük hayata girince psikolojiye konu olmuyor. Hayatımızın bir parçası olmaya devam edeceği, geçici olmadığı anlaşılınca psikoloji araştırmaları devreye giriyor. Televizyon da böyle oldu şimdi de böyle. Benim ilgilendiğim arttırılmış gerçeklik ve robot gibi konularda ilk defa biz psikoloji olarak biraz önden gitmeye çalışıyoruz. Günlük hayatlarımıza karışmadan önce neler öğrenebiliriz ve tasarımcıları, ebeveynleri, eğitmenleri önceden bilgilendirebilir miyiz diye gayret ediyoruz. Ama televizyon, telefon ya da dokunmatik cihazlarda öyle olmadı. Önce hayatımıza girdi, sonra araştırmalar başladı.
Siz bu konuyu çalışmaya nasıl başladınız?
Ben önce basılı kitaplarla başladım. Okul öncesi dönem çocuklar resimli kitaplardan yeni bilgiler öğrenebilir mi, sorusuyla. Ebeveynlere resimli kitaplar hakkında sorular sorarken olayın aslında dijital kitaplara, dokunmatik cihazlardan okunan kitaplara döndüğünü fark ettim. Tabletlerden okunan animasyonlu, müzikli, resimli, hareketli kitaplar.
Kitabı da farklı şekillerde incelemek zorunluluğu doğdu yani...
Aynen öyle. Ve bu araştırmalar açısından çok zor. Çünkü dijital kitap dediğiniz zaman benim kafamda tek bir şey canlanmıyor. Ses var mı, kendi okuyor mu okumuyor mu? Ebeveyn orada bir işe yarıyor mu yaramıyor mu?
Türkiye’de de bu şekilde mi?
Amerika ve Avrupa’da bu tarz kitaplar çocukların hayatının daha fazla içinde. Bizde o kadar değil. Çünkü bizde herhangi bir kitap çocuğun hayatının içinde pek yok. Ben araştırmalarımda yurtdışındaki çalışmaları baz alıp, Türkiye’deki çocuklara uyarlayarak yürütmeye çalışıyorum. Özetle resimli kitaplardan elektronik kitaplara kayma oldu çalışmalarımda. Çocuklar elektronik kitaplardan yeni bilgi öğrenmeye açık mı? Bunu araştırıyorum.
Peki ya robotlar?
L2Tor projesinde gönüllü olarak çalışıyorum. Bu, sosyal robotların ikinci dil eğitiminde kullanılmasıyla ilgili.
* Sınıfta bir robotla karşılaşsalar ne düşünürler?
* Ondan yeni bir dil öğrenebilirler mi, matematik öğrenebilirler mi? Bunları soruyorum.
Amerika’daki çalışmalar ve uygulamalarda çok fazla arttırılmış gerçeklik ve sanal gerçeklik uygulamaları var. Artık çocuklar arttırılmış gerçeklik uygulamalarıyla müze geziyor, yeni bilgiler öğrenebiliyorlar. Okullarda arttırılmış gerçeklikle gezegenlerin nasıl dizildiği, nasıl döndüğü, yörüngenin ne olduğunu öğreniyorlar. Bunlar henüz bizim günlük hayatımıza girmedi. Ama girecek. Benim derdim çocuklar farklı teknolojilerden yeni bilgiler öğrenebilir mi? Bir sonraki sorum da şu olacak. Öğrenebilirse nelere dikkat etmemiz gerekecek? Bu teknolojilerin nasıl tasarlanması gerekiyor?
Çocuk nasıl öğrenir?
Çocuk sosyal etkileşimle öğrenir. Bir yetişkinle, arkadaşıyla, öğretmeniyle.
Yani öteki insandan öğrenir...
Aynen öyle. Teknoloji değişir, bilginin türü değişir ama sosyal etkileşimle öğrenme gerçeği değişmiyor. Peki biz teknolojinin kendisini o sosyal etkileşim yapabilir miyiz, diye bakıyoruz şimdi.
Peki sosyal etkileşimden kasıt ne? Yani içinde bir duygu mu olmalı?
Çocuk yetişkinle bir kitap okuyor ya da herhangi bir içerik tüketiyor. Yetişkin onun üzerine yeni bir şey ekleyebiliyor mu? Kitapta örneğin bir zeplin uçuyorsa, yetişkin zeplin şudur, zeplin şöyle uçar diyor mu? Yetişkinin burada görevi içerikte verilen bilgiden daha fazlasını vermek veya o bilgiyi pekiştirecek yan bilgiler vermek, bağlantılar kurmak.
Nasıl kitap okuyalım çocuklarımıza faydası olması için?
Gerçekten sohbet ederek. Kitabı baştan sona metne sadık kalarak okursunuz ama sonrasında bağlantılar kuruyor musunuz günlük hayatla ilgili; çocuğun anlayabileceği şekilde. Açık uçlu sorular soruyor musunuz? Sence bu kitap başka nasıl bitebilirdi? Bu karakter niye öyle davrandı? Alternatif dünyalar hakkında hayal kurmak çocukların pek çok bilişsel becerisine katkı sağlıyor. Kitap okumak o yüzden çok önemli. Öyle olsa ne olurdu, böyle olsa ne olurdu? Aradaki olasılıkları değerlendirmek çok ciddi bir düşünce egzersizi. Dediğim yanlış anlaşılmasın çocuğu sorulara boğmak değil. Çocuğun ipuçlarını takip ederek ona da sohbet etme alanı sağlamak.
Gelelim teknolojik okur yazarlığa. Çocuklarımızı nasıl teknolojik okur yazar olarak yetiştireceğiz?
Biz yetişkinler teknolojinin içinde emilmiş durumdayız. Teknolojiyi çok fazla kullanıyoruz. Çocuklar bizi çoğu zaman elimizde telefon ile görüyorlar. Durum buyken siz onlara 7-8-10 yaşına kadar hiçbir deneyimi olmamış; aleti verdiğinizde müthiş bir içerikle karşı karşıya kalıyor. Dijital okur- yazarlık çocuk teknoloji dünyasında bağımsız olana kadar bir yetişkin olarak ona rehberlik etmemiz ve yol göstermemiz. Elindeki sonsuz ihtimalli aleti, sonsuz içeriği kullanmayı öğretmemiz. Sonrasında çocuk yine kendisi keşfedecek, yine problemler çıkacak, yeni teknolojiler çıkacak onları anlamak da bir vakit alacak. Ama ilk başta biz onun bu tabanını oluşturmaya çabalamalıyız.
Ve bu nasıl başlayacak?
2016’da Amerikan Pediatri Akademisi 2 yaşa kadar çocukları ekranlarla hiç buluşturmayalım dedi. Tek bir istisna ile: Görüntülü konuşma teknolojileri... Onların bir mahsuru yok dendi. Bu müthiş bir şey. Torun ve anneanne bir ekran üzerinden konuşuyorlar.
Peki çocuk bunu algılayabiliyor mu 0-2 yaşta?
İlk başlarda algılayamasa da 1,5 yaştan itibaren algılamaya başlıyor. Tabii daha önce tanıştılarsa.
Kişiyi ekrandaki görüntüyle bağlayabiliyor mu yani?
Gerçek dünya ve ekran ilişkisini kurma meselesi biraz karışık. 2 yaştan önce zor. Bu sadece kişi için değil masa için de geçerli. Ekranda gördüğü şeyin gerçek hayattaki karşılığını kavramak 2-2,5 yaştan itibaren başlıyor. Bu yaş zaman içinde küçülebilir çünkü çocuklar artık bunun içine doğuyor. Ve bizim bundan kaçmamızın pek bir anlamı yok, çünkü biz yetişkinler olarak bunun içindeyiz.
Ne kaçmak, ne aşırı maruz bırakmak...
Ve rehberlik etmek çünkü siz anneanne ile çocuğu ekran aracılığıyla bir araya getirdiğiniz zaman onun kim olduğunun bağlantısını çocuğa verensiniz. Yani siz bir telefonla neler yapılabilir bunu çocukla paylaşmak durumundasınız.
Başka bir örnek istesem?
Mesela fotoğraf çekmek bizim için artık çok kolay. Hop hemen çocuğa hiç sormadan fotoğrafını çekiyoruz. Buradan çocuğun aldığı mesaj ne olabilir? “İstediğim herkesin fotoğrafını çat çat çekebilirim.” Halbuki böyle değil. Çocuktan izin alarak, açıklayarak. Yoksa “bu dikdörtgeni niye bana tutup duruyor bu insanlar” diyor. Bunlar bizim için çok olağan ama çocuk için çok yeni.
Biraz daha büyük yaşlarda ise navigasyonu anlatabiliriz mesela. “Hadi bakalım Cansu’nun evine nasıl gidiliyor? Bak buraya adresi yazdık, burası bizim evimiz.” Geçmişte çocuklara harita okumayı öğrettik. Şimdi de navigasyon öğreteceğiz. Ya da internetten alışveriş yapıyorsak onu anlatmak.
Yani gündelik yaşamda sıkça kullandığımız uygulamaları açıklamaktan bahsediyoruz?
Kesinlikle. Çünkü olay sadece video izlemek değil çok daha farklı. Elbette videolar da var ama çok daha fazlası da. Artık çocuklar kendileri içerik üretebiliyor. Yetişkin çocuğa olanaklara dair bir yelpaze sunsun ki; çocuk bunun üzerine kendisi ekleyecek. Teknolojinin farklı fonksiyon ve kullanım alanlarını çocukla çok küçük yaştan itibaren paylaşmak bence dijital okur-yazarlığın çok önemli bir tabanı.
Robotlarla öğrenme konusuna gelelim mi?
Robotlar çok heyecanlı.
Bunlar nasıl robotlar? Şeklini şemalini bana anlatın.
Bunlar insansı robot dediğimiz robotlar. İnsansı dememizin sebebide tipik bir insan figürünü kopya ediyor olması. İki bacak, iki kol, iki göz, bir ağız kulak. Dolayısıyla baktığınız zaman aşağı yukarı insan figürünü çağrıştıran robotlardan bahsediyoruz. Burada da biz Koç Üniversitesi dil ve iletişim çalışmaları grubu olarak müthiş bir projenin içindeyiz. İngiltere’den, Hollanda’dan ve Almanya’dan üniversitelerle çalışıyoruz. Merak ettiğimiz şey şu. Yakın gelecekte insansı robotlar yabancı dil eğitiminde sınıfta öğretmene destek olarak kullanılabilir mi? Ve kullanabilirsek bu nasıl bir robot olmalı bu? Sosyal etkileşim becerileri nasıl olmalı, diye. 3 yıllık bir proje bu 2018 yılının sonunda da bitirmiş olacağız. Biz bu proje için çok kapsamlı bir müfredat oluşturduk. Ve şu an Hollanda’da İngilizce öğrenen çocuklarla bizim yazdığımız müfredat test ediliyor. Matematik becerilerini ikinci dilde öğretebilir miyiz? Yani 1-2-3 saymayı öğrenebilirler mi? Altında, üstünde, yanında, sağında, solunda gibi uzamsal kavramları öğrenebilirler mi yabancı dilde buna bakıyoruz.
Neden böyle bir proje oluştu?
Robotların çok ciddi avantajları var. Tabletler, telefonlar bunların hepsi sizi bir ekranda kısıtlı tutuyor. Robotlarla ise 3 boyutlu ve adeta arkadaşmışçasına bir bilgi paylaşılabiliyor.
Amaç sosyal etkileşim yani?
Kesinlikle. Ekranlı aletlerden diğer fark ise el, kol, jest hareketleri, vücut, baş hareketleri, göz kırpabilme. Çocuk sosyal etkileşimle öğreniyor dedik. Neden sosyal etkileşimle öğreniyor sorusuna bir cevap jestler ve hareketler. Yani siz bir çocukla konuşurken aynı zamanda parmakla gösterebiliyorsunuz. Bunu tablet yapamıyor ama bir robot yapabilir. “Bak, bu bir masa” diyebilir. Ayrıca robotların müthiş bir tekrar kabiliyeti var. Sıkılmıyor. Biz yetişkinler bir noktada “Şu an buna cevap veremeyeceğim” diyebiliyoruz ve fakat çocuk sıkılır robot sıkılmaz.
Bunun sonu robot bakıcılara gider mi ya?
Sağlık sektörü robotların kullanılmaya başlandığı bir alan. Japonya gibi ülkelerde hastanelerde bakıcı olmasa da yol gösterici, odadan odaya aktarma yardımcısı gibi kullanılıyor robotlar. Ya da restoranlarda yön göstermek için. Yani insanla birebir etkileşimde olan robotlar hızlıca artacak. Tabi ki bu maddi güce de bağlı o yüzden her bölge için bunu söylemek zor. Özetle robotlar bizi heyecanlandırıyor. İkinci dil eğitimi de çok önemli bir alan. Bu sadece Türkiye’deki çocuklara İngilizce öğretmek olmayabilir; Hollanda’daki bir Türk çocuğa Hollandaca öğretmekte kullanılabilir. Literatürde çocukların robotlardan yeni kelimeler öğrenebileceklerine dair pek çok bulgu var. Robot sosyal etkileşimde ne kadar başarılıysa o kadar iyi öğretiyor.
Yani robotu ne kadar insansılaştırırsan çocuk o kadar iyi öğreniyor diyebilir miyiz?
Robot hiç hareket etmeden dümdüz duruyorsa bunun bir faydası olmuyor. Sosyal etkileşim becerisi çok önemli. İkinci dil öğretiminin yanı sıra çocukların anlatım becerilerine de katkıda bulunabiliyor. Birlikte parkta dolaşıp gördüklerinden bahsedebilir ya da kitap okuyabilirler. Bunların içindeki sosyal etkileşim öğesi sayesinde çocukların öğrendiğine dair bulgular var.
Başka hangi öğrenmeleri kolaylaştırıyor robotlar?
Özellikle atipik gelişim gösteren çocuklarla ilgili harika robot bulguları var. Örneğin otizm gibi sosyal insanlarla sosyal anlamda sıkıntı yaşayan çocukların robotlarla olan etkileşimde bir insana göre ya da bir tablete göre biraz daha rahat yeni kelimeler öğrenebildiğini gösteren bulgular var.
Bu da çok ilginçmiş. Göz göze bakma meselesi yüzünden mi?
Aynen öyle; çünkü biz yetişkin olarak göz göze kilitlenerek iletişim kurarız. vücudumuzu ona göre ayarlarız mesela. Ama bir robotta
nasıl programlarsanız öyle olur. Ve bir anlamda aslında tüketici de robotu kendisine göre ayarlayabilir. Robot sizin söylemediğiniz hiçbir şeyi yapmak zorunda değil; şu anki dünyada en azından.
Sonrasını fütüristlerle konuşalım bunlar nereye varacak diye...
Bu başka bir röportajın konusu olur çünkü yapay zeka çok hızlı gelişiyor. Şu an bahsettiğim robotlar bizim sihirbaz tekniği dediğimiz şekilde yönetilen robotlar. Yani yan odada birisi bu robotu yönetiyor. Makine öğrenmesi söz konusu değil. En azından bizim kendi çalışmalarımızda kullandığımız robot biz hangi tuşa basarsak onu yapıyor. Ama bu bir avantaj çünkü bütün kontrol bizde. Dolayısıyla otizmli çocukla birlikte onun ihtiyaçlarına cevap verecek bir etkileşim tasarlayabiliyoruz. Bir de işaret dili konusunda yardımcı olabiliyorlar. O konuda Türkiye’de de yapılan çok güzel çalışmalar var. Tekrar edebilme becerisi üzerinden ilerliyor. Duyma problemi yaşayan çocuklar robotlarla birlikte işaret dili öğrenebiliyorlar. Atipik gelişim gösteren çocuklarla robotların kullanımı beni özellikle mutlu ediyor.
YORUMLAR