Emin Gürsoy: Şubat'ı yaratırken Şahmeren'dan etkilendim!"
Emin Gürsoy’u hepimiz Deli Yürek dizisinin Kuşçu’su olarak tanıyoruz ama o Baba Ocağı, Şubat gibi dizilerin de yaratıcısı aynı zamanda.
Hayatı boyunca gözlem yapmayı sevdiğini ve hikâyelerini zor zamanlarda çıkardığını söyleyen Gürsoy’la Beşiktaş Bistro Era’da buluştuk. Gürsoy, mütevazı, yaratıcı ve planlı biri. Bugün geldiği noktayı kendisinin planladığını söylüyor. Şu anda Van Devlet Tiyatrosu’nda Bildirim oyununu oynuyor. TRT 1’de ekrana gelen Şubat dizisinin de yaratıcısı o. Gürsoy’la ilk göz ağrısı Şubat’ı konuştum.
Evet. O zamanlar öykümü ANS’ye yani Abdullah Oğuz’a sattım. Senaryoyu da arkadaşlarımla yazmayı tercih edeceğimi söyledim. Onur Ünlü vardı ekibimizde. Hepimizin başında da Meral Okay... Projenin sorumlusu bugün Kanal D Genel Yayın Yönetmeni olan Pelin Diştaş’tı. Prodüksiyon amiri de inanmayacaksınız ama Timur Savcı’ydı. Her şey kuruldu, oyuncu seçimleri yapıldı. Bir hafta sonra çekime başlayacaktık. Ama bir yönetim değişikliği oldu ve dizi yayına girmeden rafa kaldırıldı.
Ben Beşiktaş Serencebey’de oturuyordum. Zaten sürekli sokakta gözlem yapardım. O dönemde kâğıt toplayıcılardan etkilendim. Onları izlemeye başladım. Onlar çektiklerini arabalarına oturdukları zaman yanlarındaki çuval çöküyor ve sapları çıkıyordu. Geceleri o görüntü bir tahta benziyordu. Bu benim için çok etkileyiciydi. Şubat, hikâyesi böyle başladı. O dönemler Şahmeran’a takmıştım. Onu okurken yeraltı hikâyeleri gelişti. Sonra da İstanbul’daki yeraltı hikâyeleri çıktı. Bu fantastik bir hikâyeye kadar gitti.
Fringe yoktu ki ben hikâyeyi yarattığım zaman... Ama “Güzel ve Çirkin”e benzetenler oldu. Bana Notre Dame’ın Kamburu, Şahmeran daha yakın geliyor. Binlerce masaldan etkilendim. Benim kurgumda Şubat’ın yüzü yaralı değildi. Duble karakteri yoktu. Ama Deli İbrahim vardı. Adını tarihteki Deli İbrahim İsyanı’ndan öyle koymuştum. Şubat’ta hedeflediğim çağdaş bir masal yaratmaktı.
Aslında ben Şubat’ta oynamak istiyordum. Proje başladığında Ustura Kemal’le anlaşmış olduğum için oynayamadım. İlk yazdığımda Saltuk’u oynamak isterdim. Çünkü benden Şubat olmazdı. Zaten Şubat olarak kendimi kabul ettiremezdim. Aslında biraz daha bekleteyim de 55-60 yaşına gelince Aziz’i oynarım diye gömülü tutuyordum ama olmadı. (Kahkahalar) Onur Ünlü daha erken davrandı. Onur Ünlü, “Biz bu işi yapıyoruz, müsaade var mı?” dedi. “Proje sizin. Ben karışmam” dedim. Yazıyı yazdıktan sonra zaten sizin olmaz.
“Çok güzel be” dedim. İlk bölüm için alttaki isimleri yabancı yazsalardı ve CNBC-e’de yayınlasalardı “Olur” derdim. Yerdik. Hayal ettiğimi ilk bölümlerde gördüm. Sonrasında başka bir hikâye kurmaya gittiler. Çok daha fantastik bir iş oldu ama benim kafamda Şubat başka türlü devam ediyor.
Şubat hep eksik ay. Bizim Şubat’ımız da eksik. Yetim, kimliği yok. Robinson Crusoe, Cuma’ya ismini cuma günü bulduğu için koymuştur. Aziz de çocuğu şubat ayında bulduğu için adını Şubat koyar. Mesela Yağmur o da çok ironik bir şeydi. Eskiden mazgalların üzerinde yağmur gideri yazardı. Şubat yeraltında yaşadığı için bu bir tür tabelaydı. Yağmura giden yol. Kızın adı o nedenle Yağmur. Çok ince düşündük.
Çünkü 28 yaşındaydım. Şehirle ilgisi yoktu, enerjim vardı ve kendimi sıkışmış hissediyordum. Dünyaya açılmak istiyordum, onun yeri de İstanbul’du. Geçen 12 yıllık süreç kendi kişisel tarihim için çok kıymetli oldu. Popüler dünyanın içine girdim ama hiçbir zaman tuzağına düşmedim. Kuşçu’yu hiç önemsemedim. Ama Şahmeran’ı, Şubat’ı, Baba Ocağı’nı yazdım. Tiyatro yaptım. İstanbul benim dünyaya açılmama ve her şeye daha geniş bakmama yardımcı oldu. Tasavvufla İstanbul’da tanıştım.
Şimdi tiyatroya dönmemin nedeni, 65 yaşımda sahnede olmak istiyorum. O nedenle sahneye, oynamaya ihtiyacım var. Bunu da bana Devlet Tiyatrosu sağlıyor. Van’da olmanın bana katkıları var. Oradaki sakinlik bu işi yapmama daha çok zaman sağlıyor.
Röportaj: Oya Doğan