Son yıllarda “Dizilerimiz 100 küsur ülkeye satılıyor, artık format da satıyoruz” diye övünüyoruz ya, bu başarının arkasındaki isimlerden biri İzzet Pinto. Dizi ve formatları 100 ülkeye pazarlayan Pinto’nun, öyle afili diplomaları yok ama ticareti babadan öğrenmiş. 8 yaşında pazarda tezgâh açan, 20 yaşında Çin’e bavullamal satan Pinto, bugün kocaman bir şirketin başında oturuyor. Pinto’yla gençlere ilham kaynağı olacak hikâyesini konuştuk.
Lise sona kadar İstanbul’da okudum. Liseyi bitirip Amerika’ya gittim. Üniversiteyi kazandım ama yaz dönemi için 2 aylığına döndüğümde fark ettim ki aslında okumayı sevmiyorum. Ders çalışmak bana göre değil.
Doğru şanslıydım, ailem de destek oldu ve üniversiteyi okumadım. Aslında bu konuda utanmıyorum çünkü çok şükür kendi çapımda bir şey başardım. Başarmasaydım o zaman “Yahu tüh, okusaydım keşke” diyebilirdim. Ben ticareti seviyorum.
Kesinlikle ticaret benim için doğru karar... 13 yaşımdan beri sürekli bir şeyler satardım, okulda arkadaşlarıma, dışarıda dükkânlara.
Mesela 8 yaşımda babam beni yetiştirmeye başladı, o zamanlar saat işindeydi. Yazın Büyükada’ya giderdik bana “Git pazarda bunları sat” derdi. “Satamam” derdim. Düşün, 8 yaşındayım!
Evet durumumuz çok iyiydi ama hiçbir zaman fark etmedim çünkü çok dikkatli yetiştirmeye çalıştılar beni ve ablamı. Pazarda bağırmaya utanırdım, bağırması için arkadaşıma para öderdim.
Ona para veriyordum, o bağırıyordu ben de satıyordum. 13 yaşıma geldiğimde katalogdan satış yapan şirketlerin ürünlerini sattım. Okulda çakma kotları gerçek diye sattım. Sonra daha da büyüttüm işi, 16 yaşımda ihracat fazlası ürünleri bulup, tamir ettirip dükkânlara satardım.
“Burada çalışmak istiyorum” dedim, hemen destek verdi. O da ortaokul mezunuydu ve işlerinde çok başarılı olmuştu.
Burada kırtasiye sektöründe 1 sene çalıştıktan sonra patron “Hong Kong’da ofis açacağım seni oraya göndereceğim” dedi. Fakat sözünde durmadı, işten ayrıldım. Başka birinin yanına girdim; elektronik üzerine. O da “Hong Kong’da ofis açacağım seni oraya göndereceğim” dedi ama o da sözünü tutmadı.
Herkes Hong Kong’dan mal getiriyordu. O da sözünde durmayınca kendim gidip orada ticareti daha iyi öğrenmeye karar verdim.
20 yaşında valizimi aldım ama Bangkok’a taşındım. Çünkü Hong Kong’dan daha ucuzdu.
En büyük şansım ailem. Önce Allah yardım etti sonra babam ve annem. Hiçbir zaman marka tişörtüm olmadı.
Almadı, öyle yetiştirdiği için ben de istemedim. Çalışayım kendim alayım istedim.
Tam tersine hırs yapmıştım, kendim kazanacağım çok daha iyi yerlere geleceğim diye.
Bakıyorum bir şey bulamıyorum, birkaç gün sonra deli gibi yağmur yağarken bir alışveriş merkezine sığındım, bir baktım kadın ayakkabıları 5 dolar. “Perakende 5 dolarsa toptanı 3 dolardır” diye düşünerek ayakkabı firmalarını araştırmaya başladım. Rica minnet numune ayakkabılar alıp apar topar İstanbul’daki ayakkabı fuarına katıldım. Tam 25 bin çift sipariş aldım. Bu kadar sipariş gelince babam “Madem bu kadar sipariş var, 100 bin adet getirelim” dedi.
Her şey çok güzel gidiyordu ama ayakkabıların altına nerede üretildiğini yazmak gerekiyormuş, bilmiyorduk. Bütün malımız gümrükte kaldı ve neredeyse batma noktasına geldik. Zar zor etiketler yapıştırıldı ama sezon kaçtı, elimizde patladı mal. 2 yıl idare ettim ve sonra babam “Dön” dedi. Ama dönmedim. Para da yollamadı.
Elimde kalan son 200 çift ayakkabıyı Afrikalılar gibi işporta tezgâhında satmaya çalıştım ama kamera şakası sandılar. Onlara göre yabancıların hepsi paralı. Utandıkları için almadılar ve sadece 1 tane sattım ve 5 dolar kazandım. Eve yürüyerek döndüm. Lüks bir evim vardı; gecekondu mahallesinde, eskort kızların kaldığı binada küçük bir oda tuttum.
İnanılmaz kötüydü, bir oda bir tuvalet 10 metrekare. Ama hoşuma gitti, tekrar sıfırdan başlayabilirdim. Tanıdığım ayakkabı fabrikalarından rica ettim “Birazcık mal verin de satayım, satınca parasını ödeyeceğim” dedim. Verdiler, satıp ödüyordum. Zar zor geçiniyorum ve en büyük hayalim bir ayakkabıcı açmaktı. 21 yaşında aylık yüzde 20 faizle Çinli bir tefeciden büyük bir meblağ para aldım.
Kesinlikle... Şansımız yaver gitti. Zamanı geldiğinde birazcık iş oldu ve ödedik. Yine zar zor geçiniyordum. Ayakkabının yanına tekstil koyayım dedim ve Türkiye’ye gelip Osmanbey’den, Laleli’den mal aldım. 10 dolara aldığım gece kıyafetlerini orada eskort kızlara 100 dolara satıyorum. Pahalıya gitmek için iyi giyinmeleri gerekiyordu. İyi para kazanmaya başladım ve 4 dükkan daha açtım. İşler iyi giderken tsunami oldu, Endonezya’da bombalamalar... Turist gelmemeye başladı ve benim müşterim olan kızlar da iş yapamadı.
Aynen öyle. Ancak sonra düşüşe geçmeden dönmeye karar verdim.
Dergi çıkarayım dedim. Baktım bir dergiyle olmaz. Dediler ki “Reklam ajansları prodüksiyondan para kazanıyor”. Serkan Şedele ile tanışıp bildiğim yer Bangkok’ta müthiş bir prodüksiyon yaptık. Ve arkası geldi.
İstediğim gibi değildi. Kuzenim Stella M. Trevez bir kitap yazdı “Ben 44 yaşındayım oğlum 53” diye. Ayıp olmasın diye okudum ama bayıldım. Stella’yı aradım ve “Seni dünyaya açacağım” dedim. Güldü.
Onun üzerinden çok geçti. Stella’ya özet yazdırdım ve New York’ta kitap fuarına katıldım. Yaratıcı olmak önemli. Tayvan’dan çok büyük bir ajansı ikna ettim. Ve en çok satanlar listesine girdi. Sonra Brezilya ve İtalya’ya sattım. “Yazar ajansı olacağım” dedim ve araştırmaya başladım. Solmaz Kamuran’ı “Kiraze” romanını pazarlamak için ikna ettim. 1 yılda İspanya’dan İtalya’ya 10 ülkeye sattım. Sonra Ayşe Kulin’le tanıştım...
Bin Bir Gece. İlk Bulgaristan’a sattım. Sonra Sırbistan, Yunanistan, Dominik... 45 ülkeye satıldı. Şimdi bünyemizde 80-90 proje var. Bayağı büyüttük işleri.
Aşk-ı Memnu’yu da format olarak sattım, yani Güney Amerika’da İspanyolca olarak tekrar çekildi. En büyük çıkışı Muhteşem Yüzyıl’da yaptım.
Temsil ettiğim filmlerin bazıları Tims Production’ın filmleriydi. Muhteşem Yüzyıl’ı çekmeye başladıklarında istedim. 10 kere gittim, geldim ama bir türlü vermediler. Günlerce uyuyamadım çünkü hayatta en çok istediğim şey Muhteşem Yüzyıl’ın distribütörü olmaktı. Sonunda sağ olsun, verdiler. Hep teşekkür ediyorum çünkü benim şirketimi çok büyüttü o proje. Sonra Timur Savcı ile beraber Avustralya’nın en büyük distribütörü Broadway Entertainments’ı satın aldık. Ablamla başladık, şimdi 25 kişiyiz. Dünya televizyon sektörünün en hızlı büyüyen distribütörüyüz.
Yılda 10 iyi fuara katılıyor, 80-90 proje satıyoruz. Fransa’dan Hindistan’a yaklaşık 100 ülkeyle çalışıyoruz. 15 ülkede de temsilciliğimiz var. İspanya’dan format alıp İtalya’ya satıyoruz. Amerika’ya bile satıyoruz. 2 formatımız çok tuttu, “Bana Her Şey Yakışır”ı 25 ülkeye sattık. İyi fikirleri olanlar için düzgün şirketiz.
İnan 2 dakikada yarattığın iyi bir fikir, insanı milyoner yapar. Sabır çok önemli, inat etmek lazım. Maaş için çalışmayı düşünmedim, hiç heyecanlı değil. Emeğimin karşılığını alabileyim isterim. Şimdi zorlanayım ama 2 yıl sonra harikalar yaratayım...
Röportaj: Helin Avşar