Alican Yücesoy: Cahil arıyorsan tiyatrolara git
Alican Yücesoy, hayatına dair pek çok şeyi Ece Saruhan ile konuştu.
Ali Can Yücesoy’un genel sanat yönetmenliğini üstlendiği Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda, (BBT) ‘Gülünç Karanlık’ adında kaçırılmaması gereken bir oyun sahneleniyor. Söylediği sözden rejisine, oyunculuklarından canlı performanslı müziklerine kadar her şeyiyle “Bu ülkede böyle işler de yapılabiliyor işte! Budur!” dedirtti bana. Wolfram Lotz’un yazdığı oyunu, çağdaş Alman Tiyatrosu’nun önemli yönetmenlerinden Nurkan Erpulat yönetiyor. Oyuncuların beyaz bir kâğıdın önünde başladıkları, ardından da tepeden tırnağa çamura bulandıkları oyunda Erol Ozan Ayhan, Yelda Baskın, Doğacan Taşpınar, Hatice Elif Ürse ve Alican Yücesoy rol alıyor. Batı’nın sömürgecilik tarihinin izlerini süren oyun, seyirciyi günümüze kadar uzanan bu sürecin çirkinliğiyle, çamuruyla, insanoğlunun ve sistemin barbarlığıyla yüzleştiriyor. Ekim ayında Almanya’da da sahnelenecek olan oyun; 15-16-21-22 Nisan’da Turhan Tuzcu Sahnesi’nde. Geçelim Alican Yücesoy ile sohbetimize...
Bendeki değişimi soruyorsan; yoruldum. Tabii bu çok keyifli bir yorgunluk. Şu anda kurumdaki her kişi 4 kişilik iş yapıyor. Herkes gerçekten çok çalışıyor. ‘Biz’ zaten seçim sürecinde de devredeydi, ürünlerini vermeye başladı. 1994’ten bu yana BBT’de en çok oyun bu sene çıktı. 6 yeni oyun yaptık, bizden önce kaldırılan 1 oyunu da geri aldık. Bu kadar az insanla bu kadar çok prodüksiyon yapmak gerçekten deli işi! “Ben yaparım” diyen varsa buyursun, beklerim. Bu, “Biz” demeden başarılacak bir şey değil. Herkes her şeye maydanoz olduğu için böyle, “Sen maydanoz olma” kafası yok. Aksine “Lütfen maydanoz olunuz” durumu var.
Bence bir tık ötesi. Seçimle gelmemiz zaten demokratik bir hareketti. Ondan sonra seçilen adamın kurumu yönetmesi gerekir ama bizde öyle bir şey yok. Birlikte konuşalım, üretelim, birbirimizin açığını kapatalım durumu var. Biz konuşuyor, biz yapıyor yani.
Bu sezon açılış oyunumuz ‘Yanlışlıklar Komedyası’ oldu. Birbirine savaş açmış, birbirinin halkını kabul etmeyen 2 ülkenin hikâyesini anlatıyor. Bu ülkelerde de birbirlerinden ayrılmış ikiz kardeşler yaşıyor. Oyun ayrılıktan ve sonrasındaki beraberlikten bahsediyor. Yani ülkemizin başlıca problemlerinden birinden. Bir diğer oyunumuz ‘Yarın Başka Koruda’ “Bir şey yapalım” demiyor oluşumuzu, durağanlığımızı konu ediniyor. Bu yolda giderken çok başarılı bulduğumuz ve birlikte çalışmayı çok istediğimiz Nurkan Erpulat bize ‘Gülünç Karanlık’ı önerdi. Okuduğumuzda çok beğendik ama önce “Biraz sert değil mi?” dedik. Sonra da “Yapacaksak biz yapalım” diyerek yola çıktık.
Bunlar Nurkan’ın reji olarak keşifleri. Almanya’da onların yaptığı tiyatroda tarz bir şey pırıl pırılken başlayıp sonra onu yok etmek. Biz de oyuna beyaz bir kâğıtla başlıyoruz, sonra her şey çamura bulanıyor. Oyun, Somalili bir korsanın monoloğuyla başlıyor. Öyle demesek de Suriyeli bir göçmenin hikâyesiyle devam ediyor, bir Avrupalının bu insanlara bakışıyla başka bir yere gidiyor. Gerçekten hep o çamur, o balçık hissi var hikâyenin içinde. Hayatın içindeki gibi...
Haklısın, “O köy bizim köyümüzdür” dediğimizle kalıyoruz, orada bitiyor her şey! Oyunda papağanın konuştuğu bir sahne var. Papağan dünyanın nasıl bir yangın yerine dönüştüğüne dair cümleler kuruyor ama onu dinleyen adam içeriğine değil sadece papağanın konuşuyor olmasına takılıyor. Yaşananları değil, papağanın konuşmasını inanılmaz buluyor. Bizim genel tavrımız da böyle. Bir kısmımız sosyal olaylara acayip tepkiliyiz ama bu noktada kalıyoruz. Oyun her yere çakıyor ama sonunda bir monologla “Peki ben ne yapıyorum?” diye kendimize de çakıyoruz. Gerçekten ne yapıyoruz abi? Son bomba patladığında ben sette çekimdeydim. Önce hepimiz bir durduk “Ne yapıyoruz biz?” diye. Sen işini yapmaya devam ederken bir yandan da dışarıda çamur gibi bir gerçeklik akmaya devam ediyor. Hareket etsek durmuyor, dursak durmuyor. Bu çamurlaşma memleketin yaşantısında bir ahenk bozukluğu yarattı. Hiçbir şeyde ahenk yok, birliktelik yok. Her şey iz iz, parça parça.
Evet ama nasıl bir karaktere sahip olacağız ki o kayığı batırmayacağız? Hem olup bitenlerin farkında olmak hem de hayata tutunmak gerçekten zor! Biz çocukken geçim derdi diye bir şey vardı. Ne güzel bir şeymiş o! Şimdi yaşam derdi var, hayatta kalma derdi var! Siper nedir öğreneceğiz yakında! Bayağı survivor’ız! Bombaların patladığı dönemde araba kullanırken önümdeki arabaya fazla yaklaştığımı hissettim ve “Ya patlarsa” tedirginliğine kapıldım. Araya 3 arabalık mesafe koyarak kendimce tedbir aldım. Bu endişenin farkında olup hayata devam etmek o kadar zor ki! Ben bu ülkenin bir vatandaşıyım, vergimi ödüyorum, ülkem iyi olsun diye sanat yapıyorum. İstediğim tek şey kendimi güvende hissetmek. Çünkü ancak kendimi güvende hissedersem akıl sağlığımı korurum. Akıl sağlığını kaybedersen elinde hiçbir şey kalmaz. Ona da ramak kaldı zaten. Yakında İstiklal Caddesi’nde çıplak koştuğumu duyarsanız hiç şaşırmayın!
Haklı. Ben bunu 15 senedir söylüyorum. Tiyatroya başlayacağımı söylediğimde annem bulaşık yıkıyordu. Bana dönüp “Hah! Tiyatrocular çok okuyan, kültürlü insanlardır” dedi. Ne zaman ki tiyatroya başladım, işin hiç de öyle olmadığını gördüm. Cahil arıyorsan tiyatrolara git! Çok fazla vardır. Bırak kitabı, broşür okumayanlar var. Bunları “Ben farklıyım” demek için söylemiyorum. Kendimce okuyorum ama yeterli mi? Bence değil. Okumak bir lüks değildir, kendine yapabileceğin en büyük kıyaktır. Okunacak milyonlarca şey var ama biz milletçe de okumayı kaybettik. Okumayı sökemedik ama konu sosyal medyada 140 karakterle yazmak olduğunda elimize su dökülmüyor.
Evet, bir cepten yeme durumu var. Oyuncunun kendi inisiyatifinin olup olmaması durumu değiştiriyor.
Ben jön değilim, oyuncuyum. Önce bir karakter olmak zorundayım, jönünü mönünü sonra konuşuruz. Ekranda çok karton karakterler var. Dizi süreleri çok uzun, senaryo elimize 1 gün önce geliyor, oyuncunun yeterince çalışacak vakti olmuyor. Benim için önemli olan karakterin hakkını verebilmek. İşimle ilgili sorumluluğu kendim almayı seviyorum. Gerçekten hissettiğimi oynamak, yapmak istiyorum.
İyi gidiyor. Melis çok pozitif bir insan. BBT’deki seçim öncesinde ve sürecinde insanın kolay kolay katlanamayacağı bir süreç yaşadım. Hep tiyatrodaydım. ‘Olmaz’lar beni ve seçim yoluna birlikte girdiğim arkadaşlarımı delirtiyordu çünkü bizim lügatımızda ‘olmaz’a yer yok, olacak! Bu süreçte insan kendisine destek olacak birini arıyor. Melis bana hep destek oldu. Çökecek noktaya geldiğimde hep “Dur bir dakika, Melis yanımda” dedim. Evde bir köpeğim var, dili olsa o bile bana “Başlayacağım tiyatroya! Biraz gezelim” diye sitem edebilirdi ama Melis hep yanımda oldu. Bu, çok şanslı bir durum.
Keşke ama bu kadar utanmazın içinde zor... Bazı insanları hiçbir şey utandıramaz artık. Şu halimize bak, her şeyimizle yıkıcı bir orduyuz. Utanması gerekenler adına da biz utanıyoruz. 1 sene önce çocuk gelinleri konuşuyorduk, hâlâ konuşmamız yeterince utanç verici değilmiş gibi bir de çocuk tacizleri eklendi üzerine. Bu artık delilik!
Biz de “Film neden tutmadı?” diyoruz, işte bu yüzden tutmadı. Hiç gerçekçi değil çünkü!
Bizi de seyircinin oyunu sahiplenmesi çok mutlu etti. Özel tiyatroların risk alması daha zor ama alıyorlar. Aslında ödenekli tiyatrolar risk almalı, araştırmacı olmalı. Bilmem nereye adam yollayıp “Bak bakalım ne yapıyorlar?” demeleri lazım. Biz yeni akımları, tarzları sürekli takip ediyoruz. Ancak deneye deneye gelişebiliriz.
Ben asla yapamam, deliririm. Ben memur değilim, oyuncuyum. Sanatla ilgili bir iş yaparken olaya “Ne de olsa maaşım yatıyor” diye bakamazsın. Biz 09.00-17.00 çalışmıyoruz. Yaptığımız işin başka bir heyecanı var. Oyun bitiyor, üzerinden saatler geçiyor, enerjimiz yine tepede oluyor. Cem Yılmaz “Başarılı insanların ortak özelliği it gibi çalışmalarıdır” demiş. Aynen öyle! Ben 2 gün çalışmasam yerimde duramam.
Röportaj: Ece Saruhan
Fotoğraflar: Duygu Akgöz