Teoman’ın şarkılarını, sözler onu anlatıyormuş gibi dinleme eğilimindeyim; hep bir itiraf tınısı alıyorum. Hayatında olup biten ne varsa gizlemeden, saklamadan yansıtıyor. Hatta bana öyle geliyor ki duygularını, deneyimlerini, zihnini kurcalayan soruları, nüfuz edilemeyen yalnızlığını açık sözlülükle, korunmaya çalışmadan dile getiren Teoman, kendini çoğu zaman sanki çok yüksek bir yerden boşluğa bırakıyor. Aşağıda bir ağ olup olmamasına aldırmadan... Onu dinlerken ben de bir şeyleri hatırlıyor, kendi içimdeki küskünle, korkakla, zalimle yüzleşiyorum. Kendisine taktığım ad bu yüzden “itiraf sanatçısı”... Şarkı sözlerinden oluşan “İnsanlık Halleri” kitabının çıkacağını öğrenince, hemen ondan bir röportaj istedim. Zor ikna oldu ama sonrasında yine aynısını yaptı, yani her şeyi anlattı... İşte müziği bırakmaya karar verdikten sonra yaşadıkları, gelecekte yapmayı planladıkları ve kızı Zeyno’yla ilişkisi... Karşınızda bir kez daha Teoman...
Vay, ne kadar eskiymiş.
Doğru söylemişim ama.
Derdim müzik değilmiş, sonradan anladım. Beni asıl sinir eden şey müzik değil, onu artık eskisi gibi ciddiye alamayışımmış. Yine de müzik hayatım boyunca can simidim oldu, sayesinde kendime bir hayal dünyası kurdum. Bırakmak daha çok etrafındaki alanlarla ilgili, ilişkilerle...
Şarkıcılık hayalleri kurmaya başladığımda, bu işin benim için gerçekten değerli olup olmadığı üzerine çok düşünmemiştim. Beğenilme, değerli hissetme arzusu en önemli motivasyonumdu. Şarkıcılara, yazarlara özeniyor, başka kimseyle ilgilenmiyordum. Sıradan bir iş yapmayacak, farklı biri olacaktım. Başarı ilk kez tattığında birçok şeye cevap olabiliyor ama sonra etkisini yavaş yavaş yitiriyor. Dedim ya, problem müzikte değil, bende.
Eski duygular geri gelmeyecek, peşlerine düşmek anlamsız. Hangi başarıyı elde etsem müzik beni tatmin eder diye düşünüyorum ara sıra; olmayacağını anlıyorum. Yerine de başka bir şey koyamam. Problemlerin, insanın kendine hedefler koymasıyla hatta onlara ulaşmasıyla çözülmediğini artık biliyorum. O yüzden gerçekten yapmak istediklerimi listeledim. Eskiden roman yazmayı hayal ederdim, şimdi haftada üç gün spora gitmenin hayalini kuruyorum. Demek ki bu bana daha önemli geliyor. Ya da daha gerçekçi... Yaşım ilerledi, anneme hayırlı evlat, kızıma iyi baba olayım, gerisi fasa fiso. Önümde iyi ihtimalle 20-30 sene var. Pek sıkılmadan geçiririm inşallah.
Valla, lisede bayağı sümsüktüm ama 19’uma geldiğimde bir rock grubunun solisti olmuştum. Parasızlıktan çok süründüm ama eğlenceden de geri kalmadım. Kafamın estiği her şeyi yaptım. Eksikliğini hissettiğim şeyler varsa bile, zorunluluktan değil, canım öyle istediği içindi. O yılları, geleceğe dair içimde hissettiğim umut, güzelleştiriyordu. Zygmunt Baumann, “Mutluluk, mutluluk umudunda” diyor ya; yıllarla azalan şey, o.
Depresyonunun nedenini şan şöhret zannediyorsun. Değil aslında. Ünlü olmasam da bundan daha mutlu hissetmem kendimi.
Oldu, hâlâ oluyor. İşimi bu ödünleri vermeden yapmak isterdim ama çok da önemli değiller sonuçta. Kariyerimde elde ettiklerim zamanında beni çok mutlu etti, kendimi değerli ve becerikli hissettirdi. Gençtim, kaygılıydım. Yıllar geçiyordu, hayatımda hiçbir iyi şey olmuyordu ve ben paniğe kapılıyordum. İlk albümümü çıkardıktan sonra gelen başarı, ün, para bana kendimi kuşkusuz iyi hissettirdi. ‘hatalarımı, kusurlarımı gizleme k zo runda kalmadım’
İşim, kendimi anlatmak. Bu olanağı kullanmayan insanlara şaşırıyorum. Gençken, sanatçıların toplumla gereğinden fazla uzlaştığını düşünüyordum. Beğenilmek için aşırı çaba gösteriyorlardı ve bu riyakârlıktı. Benim istediğim, tam tersiydi. Öyle bir pozisyon belirlemeliydim ki hatalarımı, kusurlarımı saklamak zorunda kalmamalıydım. Kendimle ve insanlarla pazarlık gerektirmeyecek bir hayatı hayal ediyor, başkalarına benzeme taklidi yapmayayım istiyordum. Seyirciye yağ çekip olduğumdan daha iyi biri gibi görünerek sürdüremezdim kariyerimi.
“Vay be, sandığımdan güçlüymüşüm meğer” diye düşünmedim hiç, daha çok tersi oldu. Müziği bıraktığımda, ünlü olmakla çok vakit kaybettiğimi düşünerek kendimi suçluyor, “Artık başkaları için çalışmayacağım” diyordum. Atina’ya gittiğimde mesela, bir gece sokakta dolaşırken bir açık hava sinemasına geldim. Ama içeride 10 dakika duramadım. “Kimse beni tanımadığı için zamparalık yaparım” diyordum, dışarı bile çıkmadım. Yogaya başladım, olmadı. Arjantin’e gittim, bütün gün odada sigara içtim. Neredeyse 2.5 sene hiçbir şey yapmadım. Evdeki üçlü kanepede tavanı seyrediyordum. Eskiden ciddiye aldığım şeyleri artık alamıyordum, kitap bile okuyamıyordum. Kızım doğunca kendime geldim. Kuruntularım, gelecek endişelerim azaldı. Ciddiye alabileceğim bir işim var artık; babalık. Bazen parkta buluşuyoruz, yanında bakıcısı oluyor. Yaklaşırken son 50 metreyi koşarken buluyorum kendimi. Çocuklarla vakit çok güzel geçiyor, kafaya taktığın dertler önemsizleşiyor. Sadece sorumluluk yükü var ama o kadar da olsun.
“Bir vazo sanat eseri olabiliyorsa, neden ben de olmayayım?” diyen Foucault muydu? Her neyse, insanın kendini “sanat eseri” haline getirmesi, isteklerini potansiyeliyle buluşturması aslında. Aklına eseni yapmak yapmamaktan daha iyi; her şey bittiğinde, yapabilecekken yapmadıklarımızı düşünmek acı verici olabilir. Eskiden müzik düşünürdüm, şimdi ‘Ne kadar zamanım kaldı, nasıl yaşamak istiyorum, neler beni gerçekten mutlu eder’ diye düşünüyorum. Müzik hâlâ var ama kısmen ekonomik gerekçelerle, kısmen eski işlerimi geleceğe derli toplu bırakmak için... Arşivi düzenlemek ve sunmak... Şarkı yazmak artık beni heyecanlandırmıyor. Ne eski enerjim var, ne de hayallerim... Müzik işini paketlemek üzereyim. Sevdiğim kitapları okuyor, aynı filmleri tekrar tekrar seyrediyorum. Görüyorsun, bunca yılın sonucunda ortaya çıkan şey pek de “sanat eseri” sayılmaz.
Hiçbir plan hatasız yürümüyor, bu da çok güzel bir şey. Hakikaten hikâye etmeye değecek olaylar hep öyle geliyor. Saçma sapan kararlar verip başladığım işler dahil, hayat bana bir sürü hikâye verdi; renkli anılarım var. Fakat hayır, şu saatten sonra sürpriz falan istemiyorum. Temkinli miyim? Belki de eskisi kadar cesur olmadığımdandır.
Arkadaşlarımla müzikte ve sinemada kreatif prodüktörlük yapacağım. Bana zevk verecek, meşgul olmamı sağlayacak, üstelik pek de vaktimi almayacak işler bunlar. Bundan sonra asıl vaktimi kızıma, kendime ayıracağım.
Müziğe yetenekli. Seviyor da. Sürekli şarkı dinlemek istiyor. Fakat profesyonel şarkıcı olmasın. Müzisyenlik dünyanın her yerinde zor iş. Zevk alacağı şeyler yapsın, geçinmek için de ünlü olmasını gerektirmeyecek bir işi olsun. Çünkü öteki türlüsü mutsuzluk...
Röportaj: Gülenay Börekçi