Nebil Sayın: İçerde'nin senaryosu Matruşka gibi
‘İçerde’nin Coşkun’u Nebil Sayın, “Dizinin hikâyesi matruşka gibi. Senaryoda açtığınız her kapı size yeni kapılar sunuyor. ‘İçerde’ seyirciyi içine çekiyor. Dışında kalamıyorsunuz” dedi.
Pazartesi akşamları herkesi ekrana kilitleyen, parodileri ve caps’leriyle sosyal medyada fenomen haline gelen, Show TV’nin izlenme rekorları kıran dizisi ‘İçerde’de Coşkun karakteriyle karşımıza çıkan Nebil Sayın’la Cihangir’de bir araya geldik. Röportajın ardından fotoğraf çekimi için çıktığımız sokaklarda karşılaştığımız insanlar Sayın’la hem fotoğraf çektirdi hem de dizideki performansına övgüler yağdırdılar...
Yaz döneminde menajerim aradı. Bir işten bahsetti. 60 yaşında bir adamı oynayacağımı söyledi. Sonrasında yaş 40’lara düştü. Kafam karıştı. Ardından öğrendim ki aynı adamın her iki halini de oynayacakmışım. Görüştük, senaryo çok hoşuma gitti, değişik geldi ve başladım.
Hikâye matruşka gibi. Her kapıda yeni kapılar var. Ekstrem karakterlerle çalışmak eğlencelidir. Daha fazla yol alırsın, bir sürü renk seçeneğin vardır. Hayattan öğrendiklerini uygulama şansı verir sana. O anlamda Coşkun karakterini çok sevdim.
Dizinin geneline baktığınız zaman, karakterleri göz önüne getirince Kebapçı Celal, Minik ve Coşkun’da bir çizgi roman havası var. Oyuncu olarak da belli ki çizgi roman karakteri gibi görünen insanlar seçilmiş. Dizide günlük hayatta çok sık görebileceğiniz insan çok az. Benim de öyle bir tipim var. Karikatür gibi adamım.
Bir emek var ve bunun görüldüğünü, görmek çok mutlu ediyor.
Senaryoda açtığınız her kapı size yeni kapılar sunuyor. ‘İçerde’ seyirciyi içine çekiyor ve hikâyeyi yaşamaya başlıyorsunuz. Dışında kalamıyorsunuz. İnsanlar zaten zor bir hayat yaşarlarken böyle bir şey arıyorlar. Çekim kalitesi çok önemli. Bir de hiç tevazu gösteremeyeceğim çok kaliteli bir oyuncu kadromuz var. Bütün bunlar bir araya gelince izlenebilir bir şey çıktı ortaya. İzlenebilir bir şey olmakla da kalmadı fenomen oldu. Sosyal medyada gençlerin yaptığı sarkastik parodilere bayılıyorum. Benim aksanımı taklit edenler var. Sette değilsem ben de her bölümü izliyorum.
Çok kötü, kötünün kötüsü bir karakter. O komiklik herkeste, her türlü insanda var. Kimse “Ben kötüyüm” diye bağırmaz ortalıkta. Herkes ortalıkta iyilik meleği gibi dolaşır. Bu görüntünün altındaki pislik harmanlandığında ortaya komik çıkar. Coşkun neden mi komik oldu? Kötüleri hep iki boyutlu izledik, Coşkun’u biraz daha insan yönüyle de ele aldım. O tezatlıktan komik olmak için çok özel bir şey yapmaya gerek yok.
Bugüne kadar sadece bir kez iyi bir karakter oynadım. Orada da mahallenin kabadayısını oynuyordum. Undergrand rolleri bana yakıştırıyorlar. Yüz maskem çok uyuyor. Elmacık kemiklerimin çıkıklığı kameraya sert ifadeleri güzel veriyor. Öyle bir avantaj var ama iyilik meleğini oynayacağım bir karakter olursa onun da üstesinden gelirim. Hayranlıkla seyrettiğim anti kahraman ‘Behzat Ç.’ vardır, en fazla o kadar iyi olabilir karakterim. Günlük yaşamda da iyilik ve kötülük dengesi de o kadar zaten.
Sadece Coşkun değil Kebapçı Celal de kötü bir adam ama seyirci sahipleniyor, “Celal Baba” diyen bir sürü genç var. Alyanak namuzsuz herifin teki ama bayılıyorlar ona. Sadece komik olduğu için değil. Bunun sebebi karakterlerin çok boyutlu ve hayata yakın olması.
Film gibi adam.
Labirent.
Keyifli rollerle yoluma devam etmek istiyorum. Aynı zamanda oyun yazıyorum. Hatta 2008 yılında yazdığım ‘Kentsel Gelişim Karhanesi’ oyunumu sahnelemiştik. Beklentim bu meşgalenin devam etmesi.
Çok mutlu oluyorum, “Aa siz yakışıklıymışsınız” diyorlar. “Orada çok yaşlısınız” diyorlar çünkü 60 yaşında bir adamı oynuyorum. Aksan çok şaşırtıyor. “Dublaj mı?” diyorlar. 1-2 kez ikna etmek için aksanlı konuştuğum da oldu.
Aksan yapmak çalışarak kazanılmış bir marifet değil. Çocukluğumdan beri böyle bir yatkınlığım var. Duyduğum aksanı çok rahat taklit edebiliyorum. Coşkun, Diyarbakır aksanıyla konuşuyor. 15 yıl Beyoğlu’nda yaşamış biri olarak Diyarbakır aksanıyla konuşmak zor olmadı.
İzmir’de yaşıyorum, el yapımı deri eşya ve tasarımlar yapıyorum. İşlevsel şeyler de sadece görselliği olan objeler de yapıyorum. Fakülteyi bu işlerle okudum. Bizim jenarasyonda köseleyle uğraşmak çok popülerdi. 80’lerin sonu, 90’ların başında sokakta tezgâh açar, zabıtayla kavga ederdik. Tüm üretim ilişkilerinden bağımsız kendi komünlerimizi kuruyoruz hayalindeydik. Kendimizi yeni 68’ler zannediyorduk. Güzel bir hayaldi. O umutla başladık. Kapitalizmi erken öğrenen arkadaşlarımız bunları seri üretime geçirip zengin oldular. Benim parayla ilişkim iyi olmadı yettiği kadar... Sonrasında da zaman zaman başvurduğum bir işti. Son 3 yıldır düzenli olarak çalışmaya başladım. İstanbul’da atölye kurmuştum, İzmir’e taşınınca da evin bir odasını atölye yaptık.
Çocuğumuz İstanbul’da hayatını yaşayamayacaktı. Eşim öğretmen, Ege sahilindeki bütün okulları yazdı. İzmir çıkınca taşındık. Bir ay içinde Göztepeli olup çıktık. İstanbul’a âşığım. Şimdi İstanbul’u uzaktan sevmek aşkların en güzeli.
En başından şu an yaşadığım şeyi öngörerek karar vermiştim. “İstanbul’da iş olursa gider gelirim” demiştim. Şimdi de gidip geliyorum.
Oyuncu olmaya 15-16 yaşında karar verdim. Çok ünlü olacaktım, bütün kızlar bana âşık olacaktı. Herkesin bu mesleğe başlamadaki etken neyse benimki de oydu. Sonrasında oynamanın keyfini almaya başladım. Beklentiler ve değerler değişti. Ne pahasına olursa olsun oynamaya dönüştü. Asma tavan ustalığım da var. O dönemlerde çalışarak, garsonluk yaparak workshop’lara katıldım. Oyunculuk için bir şeyler vermeye başladım.
Gelecek vaat etmeyen bir şeyle uğraşıyorum. Bunun için ailemden yardım almak istemedim. Ama çok sıkıştığımda hep yanımda oldular. Sevdiğin bir şey için kendi çabanla hayatta kalmak daha güzel.
Röportaj: Neziha Kartal