Bu ara kimle röportaj yapsam bana Bedük’ü övüyor, “Onca yıllık şarkımı baştan yaratıyor” diyor. Metroda yanımda oturanın kulaklıklarından yine bir Bedük remiksi duyuyorum. Sonunda ben de dayanamayıp Bedük’ün Atatürk Oto Sanayi’deki stüdyosunun kapısını çaldım. Soracak bir sürü şey var. Erken bastığımız için stüdyo epey dağınık, her yerde kablolar, kahve fincanları... Bir arada ortalığı ufaktan toparlarken “Dağınık biraz ama kablolar stüdyonun bağırsaklarıdır” diyor. Yerinde benzetme... Sohbet başlamadan birkaç yeni işinden parça dinlettirdi. Ardından sohbetimiz başladı.
Ana tema solist mi yoksa onun anlattığı bir olay mı ona bakıyorum. Benim ana enstrümanım gitar, gitarla ana armonisini çıkarmaya çalışırım. Bestecinin ne yapmak istediğini anlarım. Sonrası deneme yanılma yoluyla devam eder. Müzik bir oyun, puzzle gibi. Herhangi bir işte sana sorunla gelirler ama burada sorunu ben yaratıyorum... Ama sonuçta başkasının parçaları. Çok dağıtacaksam arayıp danışıyorum. Mesela Mirkelam’ı aradım “Abi şarkıyı iyice darmadağın ediyorum, izin var mı?” dedim “Ne istiyorsan yap” dedi ben de yürüdüm gittim.
Çok. Özetle, dinleyici olarak şarkı içine girme evresi, deneme yanılma yolunu izlediğim müzisyen evresi, sonra mantığın işi devraldığı prodüktör evresi, paketleme evresinden sonra da oynama, coşmaca evresi geliyor.
Olmuyor. Kendi yaptığım işleri sürekli dinlerim. Sürekli eksik bulurum. “Bitti” diye bir şey yok, uzun zaman kurcalıyorum ve sonra “Bu herhalde çalışıyor” deyip bırakıyorum. Öyle kesin olmak imkânsız.
Gelsinler! (Gülüyor.) Hit dediğin şey farklı bir sistem. Öncelikle hit parçayı dönemler belirler. Bırak dönemi artık 5 ay içinde tüketiliyor. Benim şarkılarım öyle yazın gümbürdeyen popçular gibi değil. Ama aldığım şarkıyı eskisinden daha iyi yapıyorum, bu doğru. Mesela Franz Ferdinand’ın This Fire’ı... İşin olayı kendi dinleyebileceğim hale getirmekte. Tutmasa da, hit olmasa da sıkıntı yok benim için.
Yoo... Orada devreye para gibi duygusal şeyler giriyor! Yani aranjörlük mesaili işim, diğeri hobi gibi iş. Kendi plak şirketim falan da var... Çatışma olursa vakit kaybederim.
Adım elektronik müzisyene çıktı ya, kimisi bilgisayarla müzik yapıyorsun diye küçümsüyor falan. Sanki bir tuşa basıyorsun oluyor. Yaptığın işin aritmetiği var ama stüdyo ortamını bilmeyene nasıl anlatırsın bunu... Ben de Youtube kanalımda insanlara stüdyoda işlerin nasıl döndüğünü anlatan videolar çekip paylaşıyorum. “He bu da müzikmiş” diyen epey oldu. Bir sürü de yorum geliyor. Çoğu “Abi DJ olmak istiyorum, ne önerirsin?” diyor. Ne bileyim abi...
Hâkim değilim pek ama bütün olay kalabalığı doğru yerde tutmak. Önemli olan kitledeki herkesin aynı anda iyi hissedebileceği bir dünya yaratmak. Bu yüzden kolay bir iş değil. Müzik çok önemli. Bir restoranda kötü müzikler çalınca insanın keyfi kaçar mesela. Risklidir de.
Elektronik müziğin prensi diyen de oldu, sorma! (Gülüyor.) Aman başlık yapma bunları, n’olur...
Müzik yapan biri çıkıyor ve insanlar seni bir yere koymak istiyor. Rockçı bilmem kim, ünlü bilmem kim, popçu bilmem kim. E ben hiçbiri değilim, ne desin bana? Eninde sonunda bir kılıf uyduruyorlar. Parti çocuğu mevzusu da, sahnem çok eğlenceli geçer. Kimse karşımda oturup izlemez, illaki dans eder. Çok uç bir örnek ama başıma iki kere geldi. Konserimde dans ederken bacağını kıran gördüm ya... Dans ederken mi oldu, zıplarken mi oldu anlayamadım da. (Gülüyor.) Öyle eğlenceli yani.
Evet. Ama ufak tefek ritme ayak uyduruyorum ya sahnede, insanlar da benim çok iyi dans ettiğimi sanıyor. Dans müziği yapıyorum diye öyle sanıyorlar.
Zeki Müren, Bruno Mars, Yıldız Tilbe, Amy Winehouse ve bir de ben olurdum.
Basit olmak da en zorudur ama. Basitle ucuz arasında çok ince bir çizgi var. Mesela bizde müzik ya üst düzey bir sanat işiymiş gibi algılanıyor ya da eften püften uyduruk bir şeymiş gibi algılanıyor. Aslında onun ortası var. Mesela Bruno Mars ya da Elvis Presley...
İki albümdür İngilizce albüm yapmadım, Flashback diye bir İngilizce albüm yapacağım. Daha elekro-funk... İngiltere’de bir şirket kurdum Deli Ses, dünyaya seslenebilmek için. Albümümü oradan çıkaracağım. Bir iki grup işi var, başka bir isimle bir albüm çıkaracağım. Aranjör olarak ismim epey duyuldu, remiksler falan da var.
Deep house’a sardım bu ara. Çok radyo dinlediğimi fark ettim. Bizim meslek hastalığı da bu sanırım, başkaları neler yapmış diye radyoya kulak kesiliyorsun. Şimdi biraz ondan kopmaya çalışıyorum. Plaklarıma daldım. Lane 8 diye bir adam var, son zamanlarda ona daldım. Spotify’dan bakıyorum öyle.
Aynen, deneyimle sabit. Albüm yeni çıkmış millet bana “Albüm ne zaman çıkacak?” diye soruyor. Video yok diye albümü de yok sayıyor. Albümlerimi Youtube’a koymadığımdan insanlar benim albüm çıkarmadığımı bile düşünüyor.
Youtube’dan müzik dinlenir mi ya? (Gülüyor.) O kadar miks yapıyoruz, stüdyoda saatlerimizi harcıyoruz adam kalkıp şarkının tüm detaylarının kaybolduğu yerden dinliyor. Öyle olmaz ki... Ama madem ana akım bu, biz de ayak uydurmak zorundayız.
“Resimdeki ünlü kim?” Yıllar önce kendimi ilk kez çengel bulmacada gördüğüm zaman “Oldu bu iş” demiştim. Müzik piyasasına girerken bir abim öyle demişti, “Bulmacada sorulursan tamamsın”. Ben de görünce öyle hissettim. Bence ideal, çok tanınmayan bir sima ve 5 harf...
Röportaj: Ece Ulusum
Fotoğraflar: Süreyya Yılmaz Dernek