Kavacık’taki Erler Film’deyiz. Arkamdaki uzun büfede Türker İnanoğlu’nun ünlülerle çekilmiş onlarca mutlu fotoğrafı var. Orta sehpada sinemayla ilgili biblolar, hemen yanda bir spot ışığı... Masasının üzerindeki büyüteçlere baktığımı görünce İnanoğlu, “Artık çok iyi göremiyorum. Sizi çok zor seçiyorum ama okumaya, araştırmaya devam ediyorum. O yüzden böyle her çeşit büyütecim var. Bunlar hep sinemacılıktan” dedi. Sinema dünyasına çok şey vermiş ama karşılığında gözlerini feda etmişti, bu konuyu uzatmadan esas konumuzu konuşmaya başladık.
İlk renkli filmi (Aşka Tövbe) ve western (Kader Bağı) filmi çekti, videoyu ülkeye getirdi, ilk uydu antenini kurarak yurtdışı yayının ülkemizde izlenmesini sağladı, Türk sineması için birçok mesleki kanunun çıkarılmasında ön ayak oldu, Yeşilçam’a Türkan Şoray, Erol Taş gibi dev isimleri kazandırdı, Türvak Sinema - Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığı’nı kurup geleceğe dev bir yatırım yaptı. Ülkemizde eksik gedik yapılan arşiv çalışmalarına karşın, Türker İnanoğlu 5 yıllık bir çalışmanın ardından 2 ciltlik bir kitap yayımlandı: Afişlerle Türk Sineması: Başlangıcından Bugüne 1914-2018. İçinde 8 binden fazla afiş var. Bu detaylı çalışma için birçok kurum ve koleksiyonerden yardım alınmış ve hepsi 2 bin 384 sayfaya sığdırılmış. Bu kitaba yalnızca ‘sinema kitabı’ olarak bakmak yanlış olur; çizimler, film isimleri, renkler, tipografi, oyuncuların kıyafeti ve nice detaydan Türkiye’nin popüler kültür atlasını çıkarmanız mümkün. O yüzden bu kitabı bir kenara not edin... Türker Bey ile kitabı ve afişleri üzerine konuştuk.
Gece gündüz demeden hep çalıştım ve bugüne geldim. Çok rahatsızlıklar, hastalıklar geçirdim ama sinemanın bana verdiği kuvvetle iyileştim. Bu mesleğe girdiğim günden itibaren sinemaya büyük bir aşkla bağlandım. Bu sevgim de itibar gördü. Eh böyle olunca da borcumu ödemek istedim. 60 bin ciltlik kütüphane var, müze var, bir performans mekânı var ve daha önce çıkan kitaplar... Hayatımı Türk sinemasına adadım. İnşallah gelecek nesillere faydalı olur, bu kitaplar onlara ışık tutar.
Kesinlikle. Efendim şimdi bu afişler Türk sinemasının nüfus kâğıdıdır. Oyuncular, teknik ekip, yapımcı, yönetmen, afişi basan matbaanın adına kadar her şey var. Devlet bu alanda fazla bir şey bırakmadı, projeler yapmadı. Anca ben elimden geldiğince yapıyorum. Önceliğim gelecektekilere Yeşilçam sinemasını anlatabilmek. Gençlere dönemdeki duyguları göstermek ve onların geçmişteki abi ve ablalarını tanımasını istedim.
Dikkatli olan görecektir. Burada 104 senelik bir sinema tarihi yatıyor. Bende neredeyse bütün ülkenin sinema kitapları bulunuyor. Ancak 2 ciltlik, 8 bin küsur afişlik bir iş görmedim ben. Türkiye nasıl bir evrim yaşadıysa görebiliyorsunuz.
Esasen o kareyi ben seçmedim. Rahmetli dostum, sağ kolum Erol (Şenel) koymuş bu kareyi. Değiştirmek istemedim. Böyle aralara kareler koymak güzel de oluyor.
Dediğim gibi, arkadaşımdı... Üstelik işin başında o vardı. Bütün mizanpajını yaptı, her detayıyla ilgilendi. Yıl 2017’ye geldi, vefat etti. Bir yardımcısı vardı; Zeynep (Kabakcı). Kitabı da o tamamladı, hâkimdi her şeye.
Var tabii olmaz mı? Zannediyorum 160 afişe ulaşamadık. Ancak hiç kolay değil bu kadarını bile yapabilmek. Bu dünya çapında büyük bir başarı. Kitap aynı zamanda Avrupa ve Amerika’daki kütüphanelerdeki sanat kitaplıklarına da gidiyor. İngilizce bir metin ekliyoruz. Yurtdışında da epey ilgi göreceğini düşünüyorum.
İkisinin arasında dağlar kadar fark var. Sosyal medyacılar daha çok imkâna sahip, diğerlerinin elinde neredeyse hiç imkân yok. En başlarda televizyon da yok. İkisinin arasındaki ne tutku ne de heyecan aynı olabilir. Hangi film gelirse gidilirdi, sinema hayatın çok içindeydi. Çok meşhurdu boy (fener) afişler. Mithat Ağakay diye bir abimiz yapardı dediğiniz afişleri. O afişlerle halka duyurulurdu.
Anlatılırdı, sonra bazen kareler gösterilirdi. Değişir... Çok ince sanat işiydi afiş yapmak, kıymetliydi. İsim konusunu da şimdi fark etmiş oluyorum bu detayı.
Konuya göre genellikle... Ama her zaman da öyle olmuyordu. Mesela sinemacının eşi bir isim beğenir, eve gelince söylerdi; yakın dostlar önerilerde bulunurdu. Ancak muhakkak konuyla bütünlük içinde olmalıydı, izleyiciye konuyu andırmalı.
Alışkanlıklarla ilgili. Esasen bir afişi fotoğrafla yapmak daha kolay oluyordu. Onu da Erol (Şenel) getirdi zaten. Yurtdışından döndüğünde fotoğraflı afişleri görmüş, Türkiye’ye de getirmiş oldu. Fotoğrafa da hızlı adapte olundu çünkü çok film çekiliyordu ve afiş de hızlı yapılmalıydı. Hem de ucuzdu... Ama şimdi şimdi tekrar çizimlere, grafiklere dönülüyor.
Çünkü en başlarda star isimler patlama yapmamıştı, halk filmlerden daha çok tanıdığı sanatçılara önem vermeye başlamıştı...
Başka unsurlara. Artık Türkiye’de star yok. Elbette iyi sanatçılar var ama star yok. Bir Cüneyt Arkın, bir Türkan Şoray, bir Hülya Koçyiğit yok, hem de hiçbiri gibisi yok. Eskiden ruh vardı, nostaljiden belki diyorum ama öyleydi, illaki bir çekici tarafı vardı. Şimdi teknik imkânlar var ama ruh yok. Bu arada dünyanın dört bir yanında çalışan çok yetenekli afiş tasarımcılarımız var, onlar bu konuda iyi olduğumuzun kanıtı.
Bu filmlerde bir sansür baskısı vardı. O zamanlar sansür de ters tepmeye başladı. Adam, tutan ya da tutmayan eski bir filmini alıyor, adını falan hiç değiştirmeden aynı konuyla bir seks filmine çeviriyordu. (Gülüyor.) Kitapta ayrıca onlar da var. Benim hiç işim olmadı o seks furyasıyla. İyisiyle kötüsüyle hepsi filmdir elbette...
Ben artık düşünmem. Zaten onlar tehlikeli şeyler. Biri getiriyor; iyi, hoş, güzel. Sonra telifi olduğu ortaya çıkıyor. Biz o işlere girmedik. Ama elbette olması gerekir, bunların hepsi bir miras.
Canım kardeşim, ben Yeşilçam sinemasında faaliyetini aksatmadan o günden bugüne getiren tek kişiyim. Erler Film de 60 yıllık bir firma. Sonrasında Kemal Film var, İpek Film var... En uzun ömürlüsü ben oldum şu anda. Eh tabii tüm filmleri izledim, işin içindeydim. Siyah beyaz filmleri izlerken ağlıyorum, kendimi tutamıyorum. Hepsi ölmüş, hepsi gitti. Ağlamamak elde değil. Bir ben kaldım, ben gidince de her şey bitecek gibi...
Çok yok. Var tabii yine birkaç planım, bir sürpriz yapabilirim. İnşallah yaşarsam... Sinema seyircisi beni çok sever. Bizde kamera arkası çok fazla ön planda değildir. Ama insanların bir şekilde sevgisini kazandım. Bazen müzeye gidiyorum, yaşlı hanımlar beni görünce şefkatle sırtımı sıvazlıyor.
Bunlar da hep benim sevgim ve saygımdan, yaptığım işlerin altında yatan emeğimden kaynaklı bir bağ. Şu zamana kadar hiçbir zaman magazin basınına “Sarhoş oldu” ya da “Dağıttı” diye düşmedim. Bunların hepsi de seyircide bir etki bırakıyor.
Kitapta yalnızca sinema filmi afişleri yok. Video filmler, televizyon filmleri, Türkiye’de çekilen ve Türkiye konulu yabancı filmlerin afişleri de bulunuyor. Yabancı filmlerin afişlerinden yurtdışındaki Türkiye algısını da görmek mümkün. Afişleri bulunan filmler arasında şunlar var: İsveç yapımı 12. Karl (1925), Kızıl Şafak (1932), Nasreddin Hoca ve Kurnaz Peter (1939), Orient-Express (1954), TenTen İstanbul’da (1961), 007 Rusya’dan Sevgilerle (1963), Indiana Jones: Son Macera (1989). Şimdilerde Türkiye’ye kolay kolay ne oyuncu ne de müzisyen getiremezken o vakitler kimler! gelmiş kimler!
Röportaj: Ece Ulusum
Fotoğraflar: Ece Oğultürk