HT Hayat Anasayfa Ahmet Ümit: Bundan çok güzel bir komplo romanı çıkar! | Yaşam

Gezi olaylarıyla ilgili en sık dile getirilen sosyolojik tespitlerden biri de kuşakların birbirini anlamasına vesile olmasıydı. Kaç 68 kuşağı ebeveyn çocuğuna “Sen neymişsin” demiştir mesela? Yazar Ahmet Ümit ve psikoloji mezunu sinemacı kızı Gül Gürak Ümit de Gezi’deki baba-kızlardandı. İzlenimlerini anlattılar.

Ahmet Ümit: Olaylar başladı. “Baba biz Gezi’ye gidiyoruz” dediler. “Ben de geleyim” dedim. Bir baba olarak kaygılandım. Neticede benim tecrübem var. Yıllarca gösterilere katıldım. Torunum Rüzgâr’ı Vildan’a bıraktık, çıktık.


Hangi gündü?

Gül Gürak: 31 Mayıs. Polisin ilk müdahaleyi yaptığı gün. Duyarsız kalamadık. Sokakta yardıma ihtiyacı olan birine koşarsınız ya hani. Onun gibi bir şeydi.

1 Mayıs gösterilerine katılır mıydınız yoksa kendinizi ilk defa mı sokakta buldunuz?

G.G.: İlk büyük eylemim buydu. Gerçi Şişli’de oturduğumuz için istemeden de olsa eylemlerin içinde buluyordum kendimi.


Ahmet Bey tecrübeli olduğunu söyledi.

A.Ü.: Tabii. İlk 74 yılında katılmıştım.


Bu defa ne gibi farklılıklar vardı?

A.Ü.: Birçok ilki barındırıyor. Bir kere kendiliğinden gelişti. Sabaha karşı o çadırlara sanki düşmana baskın yapılırmış gibi girilmesi herkesi ayağa kaldırdı. 1 Mayıs’lara pek çok kere tanık oldum ama ben böyle bir şey görmedim. Yalansız söylüyorum; akın akın geliyorlardı. İkincisi; Türkiye’nin toplamı burada buluştu. Apolitikler, dindarlar, Kemalistler, BDP’liler, anarşistler, fanatikler... Ve kavga dövüş de olmadı. Herkes tek bir amaçta birleşti


Nedir o?

A.Ü.: Ağaçla başladı. Sonra hükümetin anlayışsız tavrı ve polisin aşırı güç kullanımı sonucu adalet arayışına ve aynı zamanda şuna dönüştü: “Sayın Başbakan, kendi görev çerçevenizi bilin. Yasalarınız var; suç işlersem tabii ki yargılayın ama bana bağırmayın; kürtaj yapıp yapmayacağıma, içki içip içmeyeceğime karışmayın...” İşin içinde doğa var. Günümüzde artık salt insan odaklı değil, insan ve doğa odaklı eylemler ön plana çıkıyor. Bütün dünya bu noktaya geldi.


Neden doğa da eklendi?

A.Ü.: İnsan odaklı düşüncenin esas temeli doğadır çünkü. “İnsan en müthiş varlıktır” denirdi. Ama biliyoruz ki öyle değil. Doğadan doğduk ve o olmadan yaşamamız mümkün değil. Ve bu bir öğüttür; doğada herkesin var olabilmesini sağlayan müthiş bir denge var. O zaman buna kulak ver, var olmak her canlının hakkı. Yok etmeden sen de var ol, başkası da...


Sokaktan gözlemleriniz neler?

G.G.: Hoşgörü ve sağduyu ortamı vardı. Bu bir devrim, hükümeti devirelim gibi bir tutum görmedim. İnsanlar nefes alacak alan istiyor. Çok kısıtlanmış hissediyorlar kendilerini. Bundan 4-5 ay önce “3 ağaç için insanlar ayağa kalkacak” deseler “Türkiye‘de böyle bir şey olmaz” derdim. Arkadaşlarım “Aydınlanma sürecidir bu. Kendimi hiç bu kadar özgür hissetmemiştim” diyor. İnsanlara bir güç geldi.

“Orada” olmak size ne kattı?

G.G.: Empati yeteneğimin arttığını düşünüyorum. Daha önce hiç karşılaşmadığım hatta belki de önyargıyla baktığım insanlar vardı. Onların hayat görüşlerini gördüm. Birbirimize hoşgörüyle yaklaşmayı öğrendik.


Polisle burun buruna geldiniz mi?

G.G.: Harbiye tarafında kaldık. Çok kalabalık olduğumuz için insanlar kaçarken birbirlerini ezebilir gibi geliyor ama herkes “Sakin olun” diye birbirini yatıştırıyordu.


Şiddete başından beri karşıyız

Korktuğunuz oldu mu hiç?

G.G.: Biraz. Gazdan ziyade o fişeklerin insanların kafalarını parçalaması, plastik mermiler beni tedirgin etti. Ama korku eşiği bir yerden sonra aşıldı.

A.Ü.: Aslında ben hep korktum. Korkulmaz mı; çocuklarım gidiyor. Sokaktakiler de çocuğum sayılır. İnsanlar hâlâ korkuyor, tutuklayacaklar mı diye. Tutuklarlarsa tutuklasınlar. Bu sivil itaatsizlik eylemi. Evrensel adalet, vicdan, hukuk vardır. Biz bunu savunuyoruz. Şiddete başından beri karşıyız. Otomobil yakılması da yanlıştır kamu malına zarar vermek de. “Arkadaşlar size kullanılan şiddet ne kadar orantısız olursa olsun lütfen şiddete başvurmayalım”; başından beri bunu söyledim.


Baş komiser Nevzat adlı bir karakter yarattınız. Bu olaylarda polisin tutumunu nasıl yorumluyorsunuz?

A.Ü.: Polisle empati kurmaya çalışıyorum. 60 saat görev yapmışlar. Korkunç durumdalar. Allah’ları şaşmış. Çoğu sokakta gösteri yapan çocuklarla yaşıt. Soru şu; o çocukları bu çocukların üzerine nasıl sürersin? Hem de böyle vicdansızca. Herkes polisi suçluyor. Aralarında insan ölümüne sebebiyet veren var; bunun hesabı sorulmalı. Öte yandan; o emri veren, o sabah o çocukların, çadırların üzerine polisleri süren kim? Asıl suçlu onlar. Bu eylemleri başlatan polis değil, acımasız devlet refleksidir. Daha önce vesayet rejimine karşı çıkan AKP ne yazık ki aynı vesayet rejiminin yöntemlerini kullanarak bu işi bastırmaya çalıştı. Yanlış düşünmeye başlarsınız, yanlış kararlar alırsınız ve siz kaybedersiniz...


Yeni romanımın 3 bölümü Gezi’den

Şimdi ne olacak?

A.Ü.: Türkiye daha fazla özgürlük ve anlayışa ulaşırsa sorunlar çözülür. Bunu bilhassa hükümete öneriyorum. Kurtuluşu budur. Burada uluslararası bir emperyalist komplo yok. Kaldı ki ben bir komplo teorisi yazarıyım ama burada öyle bir şey göremiyorum. En azından başlangıçta yoktu. Ama eğer sen bu kadar kavga edersen; düşmanlarına malzeme vermiş olursun. Onlar da “Yazık oluyor” demez, bundan faydalanmaya bakar. Sağduyulu, akıllı, soğukkanlı olup buna fırsat vermeyeceksiniz. Bu olayların altında bence büyük bir paranoya var. Bundan çok güzel bir komplo romanı çıkar.


Gezi’nin kitabını yazmayı düşündüğünüzü Twitter’da duyurdunuz zaten.

A.Ü.: Evet. “İsmi de Paranoya olurdu” dedim. Sanki aylar öncesinden “Sizi yıkacaklar, devirecekler” gibi bir istihbarat gelmiş. Gezi başlayınca da bunun yanılgısına düştüler. İşte bu paranoyadır. O kadar tehlikeli bir şeydir ki kendinize zarar vermeye başlarsınız. Bu da; eğer ortada bir komplo varsa onu haklı çıkarmaya zemin hazırlayacak bir ortam yarattı. Şu an hali hazırda yazmakta olduğum bir roman var; “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”. Beyoğlu ve civarında kentsel dönüşümle beraber yaşananları anlatıyor. Yarısına gelmiştim. 3 sokak çocuğu var; Pirhana, Musti, Keto. Yine kitapta, Tarlabaşı’nda bir kültür derneğinde çalışan Elvan onlara yardım ediyor. Yıllar sonra yeniden buluşacaklar. “Nasıl buluştururum” diyordum; buldum: Gezi Parkı’nda. Bedava yemek çıktı ya, bu çocuklar da oraya gelmiş ve Elvan’la karşılaşıyorlar. Cuk oturdu. Bu vesileyle romanın 3 bölümünü Gezi’ye ayırdım.


Padişah yerine Atatürk’ü koyduk. Ardından da...

Mesela 10 sene sonra bu olaylar nasıl yorumlanır?

A.Ü.: Bu topraklar 3 bin yıl imparatorlukla yönetildi. Hitit İmparatorluğu, Doğu Roma, Osmanlı... Sonra Cumhuriyet’i kurduk ama kul kültürü kalkmadı. Padişah yerine Atatürk’ü koyduk. Arkasından da İsmet İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan... Ve insanlar hâlâ kul kültürünü yaşıyor. İşte bu eylemde “Biz kimsenin kulu değiliz” dendi. Kul kültürünün geride kaldığının ispatıdır. Tarih bunu böyle yazacak. Bu topraklarda çok fazla ayaklanma yok; boyun eğiş var. Çünkü biz babamızla hesaplaşmıyoruz. Tayyip Erdoğan kendini toplumun babası gibi görüyor. İlk defa “Bir dakika baba” dendi. “Sesini yükseltme.” Yani sorun AK Parti karşıtlığı değil. CHP de olsa bu insanlar aynı şeyi yapardı.


İşin demokrasi boyutu da yok mu?

A.Ü.: Var tabii. Bu çocuklar Türkiye’de bütün politik unsurların bir arada yaşayabileceğini gösterdi. “Ötekileştirmeden, dindar, Kemalist, sosyalist, Kürt, eşcinsel diye ayırmadan bir arada olabiliriz.” Gezi’nin politikacılar açısından en önemli dersi budur.

Ahmet Ümit: Bu kuşak başka

“Çok heyecanlıyım. 53 yaşındayım. Artık insanda belli değerler oturuyor. Hayatından bundan ibaret olduğunu düşünüyorsun ve sıkılmaya başlıyorsun. Bizim gibi eski kuşakların ‘Bunlardan bir şey olmaz, apolitikler’ diye küçümsediğimiz o gençlerin özgürlük mücadelesi bana umut verdi. Yeni olanakların da var olduğunu hatırlattı. Bu gençliği merak etmeye başladım. Daha doğrusu; umudu merak ediyorum. Biz de kapitalizme karşıydık. Yeni bir toplum kuracağız falan diye çıktık ortaya. Fark şuydu; biz somut bir ideal için uğraşıyorduk. Belki de o ideali hiçbir zaman göremeyecektik ama durmadan çabaladık. Kendimizden çok sanki soyut bir halk için dövüşüyorduk. Bu kuşak başka; istediği daha net ve somut; ‘Ağacımı kesme, bana karışma. İstersem küpe takarım, saçımın yarısını yeşile yarısını sarıya boyarım, ister mini etek giyerim, ister başörtüsü takarım’ diyor. Kendi hakkını savunuyor. Gençlerin bu çabalarının çok güzel sonuçlar doğuracağına eminim.”


Röportaj: Pınar Erbaş

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.