Doğa’yı yaptığı başarılı işlerden tanır, severdim. Sevmeyen, gıcık olan ya da itici bulanı da duymadım bugüne kadar. Onu daha yakından tanımamsa Kerimcan sayesinde oldu. Aylardır güzel bir röportaj yapmak için uygun anı kolluyorduk. Bugün bir kere daha anladım ki “doğru zaman” diye bir şey var. Her şey o kadar olması gerektiği gibiydi ki... Eşek bile vardı ortamda. Ah bir de hava güzel olsaydı... Hayatımda Alaçatı’yı böyle soğuk görmedim. Sağlık olsun tabii... Şimşek çakmadı, çığ da düşmedi ya! 2015 geldi işte sonunda. Birbirinden yapıcı kararlar aldık hepimiz. Ocak sonuna kadar yarısı kalsa kâr... Doğa ve Kerimcan’la da bu vesileyle güzel bir ‘yeni hayat’ röportajı yaptık. Sizin için yeni olan neyse o tarafından bakın okurken... Bu röportajın sonunda anladım ki insanın başına iyi ya da kötü ne gelirse gelsin ailesi, hayatını paylaştığı insan ve onun içsel zenginliği en büyük şansı oluyormuş... 2015 hepimize duyarlılık ve bunu birlikte paylaşabilecek insanlar getirsin...
Farklı bir yıl oldu sizin için...
Doğa: Bu sabah yürüyüş yaparken onu düşündüm. Neler değişti hayatımda, nasıl bir hayat yaşıyorum, 2014 benim için nasıl bir yıldı? Birçok insan için en önemli şey işidir, kazancıdır. İnkâr etseler de bu böyledir. Ben hiç öyle biri olmadım. Ailem, arkadaşlarım, sevmek, sevilmek, kendini onlarla birlikte iyi hissetmek, sonra işim, sonra kazancım gelirdi ama 2014 olarak baktığımda kazancım gerçekten Kerimcan oldu. Geç evlendim ben, 35 yaşımda... Çok güzel bir şeymiş.
Evlenmek mi, geç evlenmek mi?
Doğa: İkisi de... Benim yaşlardayken hâlâ ne istediğini bilmiyorsun ama ne istemediğini çok iyi biliyorsun.
Çok güzel söyledin bunu...
Doğa: Kendi adıma çok doğru bir yaşta çok doğru bir evlilik yaptığımı düşünüyorum. Yıllar geçtikten sonra da değişeceğini sanmıyorum. Bir de hani nasıl aileni sen seçemiyorsun, bence eşini de seçiyormuş gibi duruyorsun ama o senin kaderin, zaten bir yerde seni bekliyor.
İnanıyor musun buna?
Doğa: Kesinlikle inanıyorum.
“Sen doğduğunda senden doğacak çocuğun babası da belli olurmuş” derler... Of çok korkutucu...
Doğa: Hatta “Çocuk da aileyi seçer” derler oluşum esnasında. Ben buna da çok inanırım. Babamı ve annemi ben seçtim. Tam bana göre bir baba ve anne. Hayatımda yeni bir deneyim yaşıyorum... Kerimcan: Doğa benim hayatımda bir sürü şeyi değiştirdi. Ne kadar stresli bir hayatımız olduğunu biliyorsun. Kavgaların, gürültülerin arasında nefes almaya çalışan bir insandım. Habercilik mesleği başlı başına bir stresmiş, içindeyken ne kadar anlamsız bir sıkıntıya girdiğini anlamıyormuşsun. Sen hâlâ haberciliğin içinde olduğun için beni anlaman zor belki. Sert bir dünya orası. Hele bir de siyasi olayların ortasındaysan Türkiye’de yapılabilecek en zor mesleklerden biri bence... Dolayısıyla Doğa’yla beraber o girdabın dışına attım kendimi. 250 kilometre hızla giderken bir anda yavaşladım. Sonra etrafıma bakmaya başladım. Orada bir ağaç varmış, hiç görmemişim. Daha da yavaşlayınca ağacın üzerindeki yaprakların rengini fark etim. Biraz daha yavaşlayınca kokusunu duymaya başladım. Doğa o “anda kalma” işini çok iyi becerdiği için bana da öğretti. 43 yaşında “anda kalma”yı öğrendim.
Doğa bana hep “Her şeye rağmen hayat güzel, hadi gülümse” diyen bir kız çocuğunu çağrıştırıyor. Kerimcan: Aynen öyle... Kızdığı bir şeyler vardır tabii. Kerimcan: Uykusunun bölünmesine deli olur. Ben de hiç uyumadığım için o konuda biraz sıkıntılıyız. Nasıl yani? Doğa: Çok az uyur... Kerimcan: Yıllardan beri en fazla 4 saat uyumuşumdur. Bu aralar biraz daha fazla uyuyorum mecburen. Denge kurmak lazım. Bir de köpeğimiz var Poker. Onun tıkırtıları, üstüne de benimkiler... Bizim yüzümüzden uyanırsa Poker bir tarafa kaçıyor, ben bir tarafa... Evin içinde mümkün olduğu kadar sessiz bir şekilde bekliyoruz Doğa’nın uyanmasını. ‘Vallahi görmedim rüyamda’ Nasıl tanıştınız? Kerimcan: Kanaltürk’ün başında olduğum dönemden... Kanala kadın talkshow’cu arıyordum. 2005’ti sanırım. Gazetelerde çok sık görüyordum o dönem. “Neden olmasın?” dedim. Geldi annesiyle... Annemizi de çok severiz bu arada... Doğa: “Doğa’yla Gece Yarısı”... 3 sene falan yaptık. Sonra yıllar geçti... 10 sene sonra karşılaştık. Kanalın el değiştirme dönemi, sıkıntılar, mutsuzluklar vardı, arayamamıştım, içimde kalmıştı. Bir dertleşme gibi oldu yıllar sonra. “Tesadüf” diyeceğim ama o kelimeye de hiç inanmam, olacağı varmış. Kerimcan: Akacak kan damarda durmazmış... Sonradan konuştuğunuzda bunu hissetmiş misiniz yıllar önce ya da ne bileyim o dönemde rüyanızda birbirinizi gördünüz mü? Kerimcan: Vallahi görmedim rüyamda. Doğa: Neden görmedin Kerimcan? Kerimcan: Nerelerden girdin Nazenin... Doğa: Röportaj bayağı eğlenceli başladı. Kötü bir şey mi dedim ama ya aşk olsun... Kerimcan: Ben zaten çok kötü bir dönemimdeydim. Uyuyamıyordum bile bırak rüyayı, diye tatlıya bağlayalım... Bu arada Show Haber’de muhabir olduğum dönemde müdürümdü eşiniz. Görüntü itibarıyle korkutucu, samimi olunca da seni gülmekten kırıp geçiren iyi bir insandı... Doğa: Hâlâ öyle... Çok eğlenceli, esprili bir insandır, eşim diye söylemiyorum. Kerimcan: Benim için çok güzel bir röportaj oldu sağ olun... E öte yandan senin de işin bu Doğa, güldürmek... Çok başarılısın, “Güldür Güldür” olduğu günler akşam planı yapmayanlar biliyorum. Doğa: Canım eksik olma... Evdeki diyaloglardan beslenir misin? Doğa: İnanılmaz... Bir de benim şansım, bazı oyuncu evlilikleriyle ilgili sıkıntılar vardır ya eve iş getirmemek lazım, evde seni anlayan biri olmalıdır. Aynı meslekten biriyle olmak mı daha iyi yoksa sadece seni anlayan biriyle mi? Bunlar hep konuşulur oyuncu tayfasıyla... Kerimcan yeri gelir bana ezber tutar, yeri gelir oynadığım rolün şivesiyle ilgili fikirler verir. Atıyorum Mardin’de nasıl konuşurlar, Urfa’da nasıl konuşurlar farkını bilir. Kerimcan: İtalya’da nasıl konuşurlar onu sormaz ama Mardinliyim ya... Doğa: Evet yaa... (Gülüyor.) Sonra tip çalışırken de fikir verir. Yaptığım çoğu tipte katkısı vardır. “Elini şöyle koy, konuşurken şöyle yap...” Her şeyi danışırım, zengin bir insan, her şey hakkında bir fikri var. Kerimcan: Birlikte çok şey yapıyoruz, filmse tartışıyoruz, mesleki anlamda Doğa’ya çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan ben Doğa’nın Güldür Güldür ekibini de çok seviyorum. Hepsi birbirinden tatlı insanlar. İnanılmaz eğleniyorum onlarla. Oyuncu olabilirsin aslında Kerimcan... Ses tonu falan tamamdır... Kerimcan: Onlarla mı! Yok artık... Şöyle söyleyeyim, normal standartlarda bir oyuncu bile yapamaz onların yaptığını. Ama aslında televizyoncular bir yerinden işin içinde, biz de yıllarca haber merkezlerinde hikâye anlattık değil mi? Aaa biz Doğa’yla aynı filmde oynadık; Çakallarla Dans... Doğa: Evet ama aynı sahnede değil. O da olur inşallah... Bizim ekipten Defne (Samyeli) geçti mesela oyunculuğa, gayet de başarılı... Bir düşünsek mi Kerimcan? Kerimcan: Aynen... “Entertainment business” dedikleri eğlence odaklı işler ortak noktalarda birleşmeye başladı. Bir gün bir şekilde olur belki, hatta belki bu aralar yapıyoruzdur. Nasıl yani? Kerimcan: Bir yapım şirketimiz var. Senaryolar yazıyorum. Ufak tefek bir çizgi filme başladık. Stop motion anime... Bir şekilde sinemanın içine girmek istiyorum. Ama Doğa’ların yaptığı Güldür Güldür artık haddini bildiğin sınırlar... Bizimki daha başka. “Derin” diye bir senaryom var, biraz kendi hayatımdan... “Senin devletin mi yoksa benim yaram mı daha derin”; filmin sloganı... Benim rolüm ne? Artık hep birlikte oynayacağız işte... Birlikte çalıştığın Tuncay Özkan, Ergenekon sürecinde hapis yattı. Sen niye hapse girmedin? Bilmiyorum. O dönem yönetim kurulundan başkaları da girmedi. Sonradan girenler oldu. Bu işin matematiği yok maalesef. 15 yıl birlikte çalıştığım arkadaşlarımın terör örgütü kurmadığını biliyorum, o kadar kör değilim. Muhalefet geri çekilince bazı gazeteciler toplum lideri gibi öne çıktı. Bunun da suçlusu siyasiler. “Ayağımı denk alayım da bir sonraki operasyonda ben de içeri girmeyeyim” dedin mi o dönem? Operasyonlar sebep değil ama farklı düşündüğüm için Kanaltürk’ün satılmasıyla beraber Tuncay Özkan’la da yollarımı ayırdım. “Milletvekili ol” teklifleri geliyordu, onu da istemedim. Siyaset konuşmayı ve tartışmayı seviyorum, beni yönetenlerin bana hesap vermesini istiyorum ama profesyonel anlamda bir şey yapmak istemiyorum çünkü siyasete inanmıyorum. Dolayısıyla bu düzenin dışında olmaya karar verdim. Gerçi sonrasında yaşadıklarım da hafife alınır şeyler değildi. İçeride olanların yaşadıklarını asla küçümsemiyorum ama biz de dışarıda tecrittik. 60 dava açıldı bana. En yakın dostlarım “Abi aramasan artık, senin telefonların dinleniyordur” falan dedi. Ciddi misin? Evet. Kimseyi de eleştirmek istemiyorum. İş arkadaşlarımın içeri alındığı dönemde 6 ay boyunca uyumadım. “Ya gecenin bir yarısı gelirlerse, oğlumu korkuturlarsa” diye uyanık bekledim. Herkes bedel ödüyor bu memlekette. Bombalarla havaya uçan meslektaşlarımızın evlatlarına “Biz de bedel ödedik” demeye asla cüret etmem ama gerçekten sıkıntılar yaşadık. Televizyonculuk mesleğim ama gazeteciliği sahtekâr gibi yapmak istemem. Asla bir televizyon programına çıkıp karşı görüşten birine bağırmam. Onlardan daha bilgili değilim ama düzenin bir parçası da değilim. Ama daha gençsin, ne iş yapacaksın ayıptır sorması? Çalışmak istedikten sonra iş çok. Neler yaptım; kömür sattım, çimento sattım... Tuncay Özkan’la görüşüyor musun? Hayır görüşmüyorum. Hapisteyken çağırdı, gittim, bir daha da görüşmedik. Yollarımızı ayırdık işte, daha fazla konuşmak istemiyorum. 15 yıl çalıştığım adamın arkasından konuşmam. Yönetim kurulu başkanıydın. Bu sana ne olarak yansıdı? Boğazıma kadar borç olarak yansıdı. Kanal satıldıktan sonra 9 milyon vergi cezası kestiler. Faiziyle 15 oldu. Neden sen oldun yönetim kurulu başkanı? Tuncay’ın (Özkan) siyasi kimliğinden dolayı... 5 ortaktık zaten. Onlardan biri Tuncay değildi. Kulislerde konuşulan “Trilyonlar Kerimcan Kamal’a, hapis yolu Tuncay Özkan’a” gibi bir durum olmadı diyorsun... Bunu söyleyecek adam ya bilgisizdir ya da kıt kafalıdır. Ne trilyonu! Evet trilyon ama borç olarak trilyonlar bana kaldı! Yurtdışında bankalarda hesabım falan mı varmış? Bir tanesini bulsunlar bağışlayım hemen. Kimin varsa ona gitsinler! ‘Anneannemle dedem işitme engelli’
Çok güzel bir günde buluştuk bu arada. Bugün 31 Aralık... Yarın itibarıyla yeni bir yıla başlıyoruz, yeni sözler, umutlar, beklentiler... Sizinkiler neler?
Doğa: Öncelikle içinde yoğun bir şekilde yer aldığım bir konuyla ilgili dertleşmek istiyorum. Hayvanlara, yeşile, yaşlıya, engellilere karşı çok hassasım. Bu sene daha bilinçli, insanların birbiriyle zorlukları paylaştığı, yardımseverliğin arttığı bir yıl olsun lütfen...
Özelikle engelliler ve hayvanlar konusuna parmak basıyorsun...
Doğa: Özellikle engelliler. Kimseyi hor görmeyin, alay etmeyin, yargılamayın, ayırmayın. Dolu dolu umutlarım bunlar... Anneannemle dedem işitme engelli. El-kol işaretleriyle bir ömür geçirmişler.
Tanıştırılmışlar sanırım...
Doğa: Tabii tabii... Güya yaptıkları görücü usulü evlilik ama sonradan büyük bir aşka dönüşmüş. Şimdi Kerimcan da öğrendi alfabeyi, anneannemle elinden geldiğince iletişim kuruyor. Böyle bir ailede büyüdüğüm için çok duyarlıyım. Sonrasında Metin Şentürk’le yıllarca çalıştım. Çok şey öğrendim. Engellilerle ilgili elimden geleni yapmak istiyorum.
Dedenle anneannenin hikâyesi çok tatlıymış...
Doğa: Dedem vefat edene kadar kucak kucağa yapışıp otururlardı inanamazsın.
Dillerini bayağı iyi biliyorsun o zaman...
Doğa: Tabii ki... Filmlerde falan saçma sapan hatalar yapıyorlar, deliriyorum. Arada bir Twitter’dan sallıyorum “Bilmiyorsanız danışın” diye...
Senin 2015’ten beklediğin ne Kerimcan?
Kerimcan: İnsanlar hep karşı karşıya geliyor. Bu yıllar önce de böyleydi ama Allah rahmet eylesin Attila İlhan’la bir dönem birlikte çalışma şansımız olmuştu, yan yanaydı odalarımız, onunla konuşmalarımız geliyor şimdi aklıma. Her yere yürüyerek giderdi. Hayat doluydu. Geldiğinde soru yağmuruna tutardık. “Oğlum” derdi, “Bana günlük şeyler sormayın. Günlük şeyler işin palavrasıdır. Ben hikâyenin tamamına bakarım, geçmişinden geleceğine doğru; öyle görürüm”... İnsanlar artık bu sahte kavgaların içinde yer almasınlar. Komşularını düşman olarak görmesinler. Tüm bu siyasi kavga bir oyun. Komşun, kızının arkadaşı, oğlunla birlikte askerlik yapmış çocuk... Sanki başka ülkenin insanlarıymışız gibi sürekli karşı karşıya geliyoruz, kaldı ki başka ülkenin insanları olsak ne olur? Özünde herkes ailesiyle birlikte hayatını idame etmek istiyor. Hadi Güldür Güldür konuşalım biraz... Başladığında benzer programlar vardı ama bence hepsini solladı çünkü çok doğal. “Çünkü içinde Doğa var” diye de espri yapayım... Şaka bir yana sanki hiç kasmadan, öyle çıkıp doğaçlama yapıyorsunuz gibi... Tam tersi inan...Özellikle arkada neler yaşıyoruz onu bir özel bölüm yapıp yayınlayalım diyoruz, insanlar o kadar merak ediyor ki... Her hafta 5 skeç oynuyoruz. Her skecin içinde de farklı tipler var. Eder sana haftada en az 8-9 tip. Bu tiplerin ses tonları var, şiveleri var, gözlükleri, kıyafetleri var, perukları, şapkaları var. O kadar disiplinli çalışıyoruz ki sana anlatamam. “Haydi çıkalım da oynayalım” gibi bir şey değil. Tamamen oyuncu işi. Zaten tüm ekibin oyuncu olmasından belli. Herkesin ezberlemesi ve anında meydana gelebilecek bir aksaklığı çözme yeteneği olması gerekiyor.
Nejat Uygur’u analım buradan...
O bizim duayenimizdi... Hani derler ya “Aile gibiyiz bu da ekrana yansıyor”... Evet aile gibiyiz ama gerçekten çok zor bir iş yapıyoruz. Alıştığın rol gibi değil; normal bir dizi olsa tamam. Her hafta sil baştan rollere hayat veriyoruz ama seyirciye yansıyan sonuca baktığında evet doğallığımızla yakaladık bu başarıyı. Hesapsız, kitapsız bir şey... Herkes birbirini çok seviyor mu gerçekten? Herkes birbirini çok seviyor, sayıyor, birbirine yardım ediyor...
Ali Sunal okuldan arkadaşın...
Evet ortaokuldan arkadaşım ama dostluğumuz daha da geçmişe dayanır. Rahmetli Kemal Sunal’la babam çok iyi arkadaştı. Benim çocukluğum Ali ve Ezo’yla geçti. Birlikte yemekler yenirdi, bayramlar kutlanırdı. Tuzu biberi oldu birlikte çalışmamız. Okul zamanlarını hatırlıyor musun, “Büyüyünce biz de babalarımız gibi oyuncu olalım” gibi şeyler... Ben okulda tiyatro kolu başkanıydım. Ali pek ilgilenmezdi. Ben zorla “Ali ne olur şu oyunumda oynar mısın?” diye çekerdim. “Rumuz Goncagül”ü sahneye koymuştum, hatırlıyorum. Ali, babamın oynadığı rolü oynamıştı. Çok güzel bir oyundu. O zamandan bu zamana işte...
Evli çiftiniz var bir tane...
Evet, Aylin ve Alper... Güldür Güldür ekibinin içindeyken tanışıp evlendiler, şimdi de bebekleri oldu. O da bizimle birlikte büyüyor. Karı koca, oyunda birbirinden nefret eden iki tipi de canlandırıyor yeri geldiğinde. Öncesinde ve sonrasında eğleniyor musunuz böyle durumlarda? Tabii canım. Biri bir şey söylüyor, öbürü altta kalmıyor, bazen öyle komik şeyler çıkıyor ki skece dahil ediliyor. Turnelerde de çok eğleniyoruz. Almanya seyircisiyle sarıla sarıla bir hal olduk. Ayrılamadık. Oralarda tabii daha bir duygusallık oluyor. Ekip pek değişmedi değil mi? İrem Sak geldi, ki en başta da vardı zaten. Erdem Yener yeni geldi. İlk “İnsanlar Âlemi”ni yapıyorlardı. O zamanlar yapımcı Elif Yakarçelik “Ekibe seni de davet etmek istiyoruz” dedi. “Bilmiyorum yapabilir miyim, biraz hızlı bir iş” dedim. Gidiyor bakalım... Çok uzak hayaller kurmam ben, realistimdir ama bir de tiyatro hep aklımda. Komedi dışında da bir şeyler yapmak istiyorum. Röportaj: Nazenin TOKUŞOĞLU Fotoğraflar: Yunus Emre ÇINAR
YORUMLAR