HT Hayat Anasayfa al pacino filmleri | Yaşam

Alfredo James Pacino, Sicilya kökenli Salvatore ve Rose Pacino’nun tek çocuğuydu. 25 Nisan 1940’ta doğu Harlem’de dünyaya gelmişti. Babasının bir sabah çekip gitmesinden sonra annesi onu alıp Bronx Hayvanat Bahçesi yakınlarında küçük bir evde yaşayan ailesinin yanına taşındı. Pacino, taklit yeteneğinden ötürü küçüklüğünde bile “Aktör” diye çağrılıyordu. Aslında baseball’cu olmayı istiyordu ama oyunculuğa yetenekli olduğunu fark eden öğretmenleri kendini bu konuda geliştirmesini daha uygun buldu.




Genç Pacino oyunculuktan önceleri biraz sıkıldı, hatta daha okuldaki ikinci yılında dünyada bundan daha bezdirici bir iş olmadığına karar vererek olay mahallini terk etti. Sonrası maceralı. Fakat şahsen Pacino’nun postacılık, manavlık, ayakkabı satıcılığı, süpermarket kontrolörlüğü, kapıcılık falan yaptıktan sonra fikrini değiştirip kürkçü dükkânına dönmesi ve bu kez büyük bir şevk ve hırsla Lee Strasberg’ün ünlü okulu The Actor’s Studio’ya girmeyi başarmasından dolayı mutluyum. Çünkü başka türlü onu hiç seyretmemiş olabilirdim. (Bu eşsiz oyuncuyu ilk olarak seyrettiğim Sidney Pollack’in yönettiği “Köpeklerin Günü” filminin ilk seansından heyecandan adeta başım dönerek çıkmış ve hemen bir sonraki seansa bilet almıştım.)


Pacino’yu kısacık bir girişte özetlemek güç. Gerek var mı, bilmiyorum da. Neticede dünyada onu tanımayan yok. Fazladan bir bilgi olarak, oyunculuğa stand-up gösterileriyle başladığını; 60’larda Greenwich Town kafelerinde ya da ücra mahallelerdeki ambar ve bodrumlarda bu şekilde sahne aldığını söyleyebilirim. “İlk kez konuşabildiğimi hissettiğim yerdi sahne” diyor. “Hep söylemek istediğim ama normalde asla söyleyemeyeceğim şeyleri karakterler aracılığıyla söyleyebiliyordum ve bu beni müthiş özgürleştiriyordu.”






İp üstünde yürüyen adam


Onunla ilgili en sevdiğim hikâyeye gelince... Bir zamanlar Uçan Wallenda’lar diye bir trapez topluluğu varmış. bu topluluk akıl almaz işler yapan yetenekli cambazlardan oluşuyormuş. Gösterileri sırasında arka arkaya berbat kazalar geçirmiş, büyük kayıplar vermişler. “Böyle bir trajediden sonra nasıl olur da ısrarla ip üzerinde yürümeyi sürdürürsünüz?” diye sorulmuş grubun şefi Karl Wallenda’ya. “Hayat ipin üzerinde” diye cevap vermiş. “Gerisi sadece beklemek...” Al Pacino bu sözün sadece Wallenda’nın mesleğini değil, kendi mesleğini de anlattığına inanıyor. “Benim için hayat burada, sahnede... Ve oyunculuk ip üstünde yürümekten farklı değil; ikisinde de ya yaparsın ya ölürsün.”


Ama durun, size iyi haberi vereyim: Nihayet bu eşsiz oyuncuyu daha yakından tanımak için bir fırsatımız var: 20 yıldır arkadaşı olan gazeteci, yazar Lawrence Grobel’in onunla yaptığı upuzun röportajdan oluşan “Al Pacino” adlı kitap... Pacino’nun anılarını yazması için belli ki daha çok bekleyeceğiz, o zamana kadar bu kitabı ezberlemeye şahsen hiç itirazım yok. İşte kitaptan seçtiğim birkaç bölüm...

‘Her gün dayak yemek doğrusu pek zevkli değildi’






“Farklı ırk ve ulustan insanların yaşadığı bir yerden, Güney Bronx’tan geliyorum. Karışık bir mahallede büyüdüm. 6 yaşıma kadar dışarı çıkmama izin yoktu. Çok utangaçtım. O yaşta okula gitmek ve her gün dayak yiyebileceğini hissetmek pek zevkli değildi. Ayrıca kendimi korumayı bilmiyordum, çünkü öğretilmemişti. Biri bana vurduğunda kolayca pes ediyorum. Bir keresinde çocuğun teki anneme küfretmiş, ben de ‘Anneme küfretme!’ diye bağırmıştım. Tek hatırladığım kavga ettiğimiz. Âdet böyleydi; herkes herkese sürekli meydan okuyordu.”


‘Gecelerimi dedemle konuşarak geçirirdim’



“Babam bizi bebekken terk etmişti. Annem, anneannem ve dedem tarafından yetiştirildim. Dedemin bana bir fiske vurmuşluğu yoktur. Pek konuşmaz, duygularını ve sevgisini göstermezdi. Ama hep yanımdaydı. 1900’lerin başında, New York ve Doğu Harlem’i anlattığı hikâyelere bayılırdım. Zaten onu herkesten çok ben konuştururdum. Çatıda saatlerce ip sarardı. Ve ben gecelerimi orada, onunla konuşarak geçirirdim. Çocukluğunu anlatırdı. Annesini 4 yaşındayken kaybetmiş, 9 yaşındayken de okulu bırakıp bir kömür madeninde çalışmaya başlamış. İşten eve her geldiğinde, karşısında onu bekleyen beni bulurdu. 5 sent isterdim, her seferinde söylenirdi ama sonra eğilip ayakkabısına dokunacakmış gibi yapar ve nasıl oluyorsa orada bir 5 sent bulurdu. Benim için bir rol model olduğunu söyleyebilirim. Aileyi o geçindiriyordu ve ne olursa olsun yaptığı işi hayatının neşesi sayıyordu. Tıpkı oyunculuk hocam Lee Strasberg gibi o da gerçeklik ve dürüstlük algısı güçlü kişilerdendi. Ben galiba ancak bu tür adamlarla yakın ilişkiler kurabiliyorum.”




‘Hamallık işine, taksiyle giden adamdım’


“Gençlik yıllarımda türlü garip işe girip çıktım. Postacılık, temizlikçilik, ayakkabı satıcılığı yaptım; manavda, eczanede, süpermarkette çalıştım. Eşya taşıdım, en zoru buydu. İnsanların taşınırken hamallara ihtiyaç duymalarının öncelikli sebebi kitaplar. Herkesin binlerce kitabı var, kutulara koyuyorlar. Çok aldatıcı! Ben, hamallık işine taksiyle giden adamdım. ‘Al biraz gecikti’ derlerdi, ben de taksiye atlayıp saati 3 dolara piyanoları merdivenlerden çekmeye giderdim. Sanat eserlerini taşıdığım da oldu. Değerli bir heykel taşırken duvara toslamayı düşünebiliyor musunuz? Benim başıma geldi. Heykelin kafası omzundan koptu. Önemli bir sanat eseriydi ve beklenen sözleri duydum: ‘Sen ödüyorsun...’ Sinemada yer gösterici olarak da çalıştım. İnsanlar bana, ‘Film ne zaman başlayacak?’, ‘Son film iyi miydi?’ diye sorarlardı. Bir gün bu insanların söyleyeceğim her şeyi dinleyeceklerini tam da o zaman fark ettim. Bir yandan da oyunculuk okuluna gidiyordum.”


Pacino’dan yeni oyun, yeni film


Al Pacino'yu en son “Danny Collins” filmiyle izledik. Oğlu, gelini ve torunuyla yeniden iletişime geçmeye çalışan yaşlı bir rock yıldızını canlandırdı. Önümüzdeki şubatta ise yeni filmi “Beyond Deceit” vizyona girecek. Yönetmenliğini Shintaro Shimosawa'nın yaptığı filmin bir diğer başrol oyuncusu Anthony Hopkins. İkili, ilk kez aynı yapımda oynayacak. Şimdiden çok konuşulan film, bir avukatın ilaç şirketiyle yaşadığı mücadeleyi anlatıyor. Fakat usta oyuncu Al Pacino yorulmak ne bilmiyor. Bir de Broadway'de “China Doll” oyunu için sahnede. Onu bu yıl son kez canlı izlemek istiyorsanız bilet ücreti 224 dolar.


Zodyak Kitap’tan çıkan “Al Pacino”, Hollywood’un bu yaşayan efsanesini kendi ağzından okumamıza fırsat veriyor. Kitabın, ünlü gazeteci, yazar Lawrence Grobel’in 30 yıllık bir zaman dilimine yayarak yaptığı dev bir röportajdan oluştuğu söylenebilir. İçinde yazarın sinemaya, tiyatroya daha doğrusu genel olarak oyunculuğa bakışı da var, hayatının en mahrem anlarına dair hikâyeler de...

"Hey, uçuyoruz değil mi?"


“Tiyatroya sinemadan daha çok önem veriyorum. Filmde her zaman bir kontrol, kendini geri çekme hissi var, oyunda daha rahatım. Bir de şu var: Kameraya oynarken hep verir ama asla almazsınız. Seyircinin önünde canlı oynamaksa bambaşkadır; hem bir alışveriş vardır aranızda hem de zorlu bir mücadele içindesinizdir. Bir tiradı sürdürürken dönüp seyircilere bakarsın ve aralarında sana bakarken gözleri ışıl ışıl parlayan bir kadın görürsün. ‘Hey’ dersin sessizce. ‘Uçuyoruz değil mi?’ Anlatması zor.”


‘Çalışmıyordum, seks hayatım bomboştu, bir plan yaptım...’

‘Mafya filmlerindeki gibi bir andı’



“Actor’s Studio’yu bitirdikten sonra ‘Esrar Bitti’ filminde oynadım. Filmi ilk izlediğimde çok sarhoştum ve kendimi görmek beni şaşırtmıştı. İçimden, ‘Ne kadar yetenekli bir aktör ama daha çok çalışmalı. Öğrenecek çok şeyi var’ diyordum. ‘Baba’ filmi kariyerimde bir dönüm noktası oldu. Rol için 35 bin dolar ödediler. ‘Baba 2’ biraz daha maceralı oldu... Önce 100 bin dolar teklif ettiler, kabul etmedim. ‘150 bine ne dersin?’ diye sordular bu kez, ‘Sanmıyorum’ diye cevap verdim. ‘Ya senaryoyu Mario Puzo yazarsa?’ Bu kez, ‘Elbette’ dedim. Mario senaryoyu yazdı, okudum. Tam da aradığım senaryo sayılmazdı, yine reddettim. 200 bine çıktılar. ‘Hayır’ dedim. 300, 350 ve 400 bin, hiçbirini kabul etmedim. Nihayet beni New York’taki ofislerine çağırdılar. Masada bir şişe viski duruyordu. İçip sohbet etmeye başladık. Yapımcı çekmecesinden teneke bir kutu çıkarıp bana doğru itti. ‘Burada 1 milyon var desem?’ diyerek gözlerime baktı. Mafya filmlerindeki gibi bir andı. ‘Hiçbir anlamı yok’ dedim. Fikrimi de ancak Coppola’yla konuşunca değiştirdim. Onu dinlerken resmen tüylerim ürperdi. Bir yönetmen böyle hissetmeni sağlıyorsa eğer, onunla mutlaka çalışmalısın... Bu arada 1 milyon almadım elbette. 600 bin aldım, bir de filmin getireceği kazançta belirli bir hissem oldu.”





‘Kendimi beethoven sandığım oldu’


“Evde tumba davullarım, gitarlarım ve piyanom var. Arkadaşlarım geldiğinde doğaçlama müzik yapmayı seviyorum. Eskiden kendimi Beethoven sandığım zamanlar oldu, keşfedilmemiş bir dehaydım sanki. Piyanonun başına geçip saatlerce kendi bestelerimi, şarkılarımı çalardım. Ara sıra da kendimi bir caz grubunda ya da Beethoven dörtlüsünde çalarken hayal ederdim. Oyunculukta böyle hayallerim hiç olmadı. ‘Korkuluk’ filmini çekerken, geceleri Gene Hackman’ın kardeşiyle gece kulüplerine gidiyorduk. Oradaki gruplar onlarla çalmamıza bile izin veriyorlardı. Gece 03:00’e, 04:00’e kadar orada kalıyor, sabah da yedide uyanıp sete dönüyordum.”

‘Meğer yanlış kişinin elektriğini kesmişim’


“26 yaşındaydım. Bir arkadaşım bana bir işten bahsetti. Kapıcılık yapacak, bu sayede de yalnızca bana ait bir dairede yaşamaya başlayabilecektim. Param yoktu, yiyecek hiçbir şeyim de, ama başımın üzerinde bir çatı vardı hiç değilse. 11 ay sürdü bu. Benim için verimli zamanlardı ama aynı zamanda hayatımın en depresif dönemiydi. Bir keresinde apartmana bir kız taşındı. Bu kadar güzel birinin varlığına inanamadığımı hatırlıyorum, onunla tanışmalıydım. Bir rastlantı olmasını bekleyemezdim. Çalışmıyordum, seks hayatım bomboştu, bir plan yaptım... Sigortasını attıracaktım ve böylece sorunu çözecek birini bulmak için aşağı inecekti... Hemen bodruma inip o dairenin sigorta kutusunu aramaya başladım. 6 aydır kapıcıydım ama sigorta kutusunun yerini bulamıyordum. Sonunda onun dairesine ait olduğunu düşündüğüm bir sigortayı indirdim, ardından durumu kontrol etmek için arka bahçeye gittim. Düşünebiliyor musun, meğer yanlış kişinin elektriğini kesmişim.”

‘Palyaçoluk ederek güldürmek isterdim’


“1968’den önce küçük kafelerde stand-up gösteriler yazıp oynuyordum ve çok hoşuma gidiyordu. Bunu hâlâ severek yapabilirim. Ama anlamadığım bir şey var: Anketler yapıyor ve seyirciye beni hangi tarz rollerde görmek istediğini soruyorlar. Ciddi rollerde görmeyi sevdikleri ortaya çıkıyor, stüdyolar da bunun üzerine atlıyor. Bu korkunç. Belki inatçıyım ama kendime bir meta olarak bakmayı reddediyorum. Sinema ticari bir sanat, bunu anlıyorum. Harcanan onca parayı görmezden gelip sanat filmi çekmekte ısrar edemezsin. Yine de birilerinin oylama yapması, birilerinin de beni sadece ciddi rollerde seyretmek istemesi canımı sıkıyor. Tabii haksızlık etmemeliyim; komedi filmlerinde oynadım, oynamadım değil. Fakat ben daha çok Buster Keaton tarzı komedilerde rol almak, palyaçoluk ederek insanları hakikaten güldürmek istiyorum. İyi komedyenlere her zaman hayran olmuşumdur. Mesela Mel Brooks’u seyredip saatlerce gülebilirim. Gerçekten nasıl biri olduğunu öyle çok merak ediyorum ki. O tür adamların zihinleri, dünyaya bakışları çok çarpıcı, olayları sıralamaları, insan ruhundaki komiği görmeleri. Bunda özgürleştirici bir şey var.”





‘Kendimi kadın hareketine karşı hassas hissetmiyorum’


Çocukken seksle ilgili ne öğrendin?

Bu konuya ne zaman geleceğimizi merak ediyordum. Çalışmayı seviyorum, çünkü seksi gölgede bırakıyor. Aksi takdirde seks tek meşgalem olabilirdi.


Bu yüzden mi çok çalışıyorsun?

Evet. (Homurdanıyor)


İlk cinsel deneyimini hatırlıyor musun?

İlk cinsel deneyimim? Hmmm! 9 yaşındayken bir kızla yakınlaşmıştık. Bluzunu çıkarmıştı ve galiba benden büyüktü. Göğüslerine dokunduğumda kıkırdadı. Yaylı bir somyanın yanında ayaktaydı. Biraz itiştik, onu ittim. Yatak yaylıydı ya bu hareket onu havaya zıplattı. Bunu 3-4 kez tekrar ettik. Ve ben seksin bundan ibaret olduğunu sandım. Sonra da hemen gidip prezervatif aldım. Hepimiz prezervatiflerimizi cüzdanlarımızda taşıyorduk, ne için kullanılacaklarını bilmesek de. Belki bir tek en yakın arkadaşım Cliffy biliyordu. Cliffy hep bir sır saklıyor gibiydi. Vahşiydi, cinsel anlamda da bizden ilerideydi. 14 yaşında Dostoyevski okuyor ve onun ne mükemmel bir yazar olduğunu anlatıyordu. Bir keresinde annemi pandiklemeye çalışmıştı. 30’unda uyuşturucudan öldüğünü duydum.


Sen kullandın mı?

Hayır, hiç. Zaten o dönemdeki arkadaşlarımla yollarımız bu noktada ayrıldı. Bir meyve sebze çiftliğinde çalışıyor, kırmızı domateslerin arasındaki yeşil domatesleri ayıklıyordum. Bir gün patronum gelip elindeki kâğıda bir köy resmi çizmeye başladı. Ağaçları ve patikaları çizdikten sonra durup şöyle bir bana baktı ve “Hayatta iki yol vardır: Doğru yol ve yanlış yol. Sen yanlış yoldasın” dedi. Domatesleri kastettiğini sandım ama aslında arkadaşlarımı kastediyordu. “Onlarla kalırsan sonun onlar gibi olur. İşsiz ve aylak.”


"Aşk zamanın oyuncağı olmaz"


Kadınlardan korktuğun oldu mu?

Evet, oldu.


Ne açıdan?

Bunu anlatmak zor. Anneye neden güveniyoruz? Çünkü terk etmiyor


Çok sayıda ilişkin oldu, terk eden kimdi?

Karşılıklı olur ama sanırım benim genel olarak acayip bir terk edilme korkum var


Bir kadında aradığın şey ne?

Yemek yapabilen kadınları severim, ilki bu. Bir de önce arkadaş olmak lazım. Aşk farklı aşamalardan geçer. Ama dayanır. Aşk kesinlikle dayanır. Shakespeare, “Aşk kıyamete kadar yaşar. Şayet bu bir yanlışsa, ne ben artık yazayım ne de kimse sevebilsin...” demiş. Anladın işte, gerçek aşk zamanın oyuncağı olmaz. Öte yandan aşk insanın canını sıkı yakabilir


Kaç kez âşık oldun?

İki kez. İlki 1969’da, ikincisi de 76’da. İlkinde kariyerim sebebiyle aşkımı yaşayamadım. İkincisinde başka bir sebep buldum.


Bunlar Jill Clayburgh ve Marthe Keller ile olan ilişkilerin miydi?

Kim olduklarını söylemeyeceğim. Üzgünüm.


Susan Tyrrell senin için, “Al, dizginleri sıkı tutulu bir aygır, bir hayvan gibi. Ancak uçtuğunda serbest kalabiliyor” dedi.

Ne güzel bir iltifat, Susie’yi seviyorum


Sana aygır denmesi hoşuna gidiyor mu?

Aygır mı? Ah! Ben o şekilde anlamadım, sadece uçmaya odaklandım


Sally Kirkland da kadınların seni çok seksi bulduğunu söyledi. Şüphesiz bunun farkındasın, değil mi?

... (Gülümsüyor.)


Gülümsemeni kaydedemem.

Evet, edebilirsin. Biraz önce ettin.


Jill Clayburgh da sana övgüler düzüyor; senin benmerkezci olmadığından dolayı “oyunculuğu şiire dönüştürebildiğinden” bahsediyor.

Devam et, devam et...


Herhangi bir tepkin yok yani? Eh, o zaman biraz da kadın hareketinden bahsedelim.

(Şarkı söylüyor.) “The girl that I married...”


Feminist misin?

(Şarkı söylemeye devam ediyor.)





Peki, çocukluktan bu yana kadınlara karşı tavrını değiştirdin mi?

Eskiden bir kadının önünde diz çökerek onu kollarımın arasında yükseltmek istediğimi söylerdim. Ve sonra da yeni birini bulurdum. Ama oyuncu olunca bu değişti. Kadınlarla erkeklerin sahnedeki öneminin eşit olduğunu gördüm ve onlarla çalışmak duyarlılıklarımı bir parça değiştirdi. Öte yandan her şeye rağmen maço olduğum söylenebilir, kendimi kadın hareketine karşı hassas hissetmiyorum.


Dünya çapında en çok arzulanan erkeklerden biri olduğunun farkında mısın?

Nereden biliyorsun, oylama mı yaptın?


İnsanlar ekranda sergilediğin cazibenin seni bir nevi seks sembolüne dönüştürdüğünü söylüyor. Bu gerçek hayatta romantizmi senin için zorlaştırıyor mu?

Bana kalırsa bu çılgınlık. Ne soruyorsun tam olarak?


Bir seks sembolü olmanın senin için ne ifade ettiğini...

Ben böyle hissetmiyorum. Bence bana beni tanıdıkları için bakıyorlar. Ünlü biriyim, bundan ötesi yok.


Bir kadının gelip sana numarasını verdiği durumlarda kalmıyorsun yani.

Tabii, elbette.


Numaraları saklıyor musun?

(Gülüyor.) Bir keresinde yüzme havuzundaydım, kızın biri bana bakıp duruyordu. “Beni tanıdı” diye düşündüm. Ama bu kız farklıydı, kim olduğumu bilmiyordu. Ne konuştum ne de yanına gittim, öylece oturdum. Yıllardır özlediğim mükemmel bir deneyimdi. Çok güzeldi.


Kim olduğunu bilmediğini nereden biliyorsun?

Daha sonra tanıştığımızda bunu konuştuk. Bilmiyorum, belki de gelmiş geçmiş en iyi aktristi. Ama sanmıyorum, bence gerçekti. Ve çok etkileyiciydi.


Neden cevap vermedin?

Verdim. Resmimi verdim. (Gülüyor.)


İmzaladın mı?

İmzaladım. “Robert Redford.”


Gülenay Börekçi

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.