HT Hayat Anasayfa Sinem Kobal: ‘Görünmezlik pelerinim olsun isterdim’ | Yaşam

Küçük yaştan beri televizyonda olduğu için onu Emma Watson’a benzetiyorum. Şöhretin tüm dezavantajlarını, tabii avantajlarını da yaşadı. Ama en zor zamanında da en mutlu zamanlarında da konuşmadı. Bugünlerde evlilik hazırlığı içinde. Bebeköy’de buluştuğumuzda adeta bunun huzuru yüzüne yansımıştı. Garnier’nin güzellik elçisi Sinem Kobal ile hayatındaki son gelişmeleri konuştuk...


Çocukluğun setlerde, çekimlerde geçti. 15 yıllık başarılı bir kariyerin var. Seninle birlikte canlandırdığın karakterler de büyüdü. Seyirciyi bundan sonra nasıl şaşırtacaksın?

Çocukluktan bu yana ekranda olmanın avantajı büyük. Olabildiğince farklı rolleri, projeleri tercih etmeye çalışıyorum. Ama seyircinin sende görmeyi sevdiği bir hal var ve dizide onu kırmak çok zor. Sinemada oyuncular bu anlamda daha özgür. Zaten fark ediyorsundur, 2 senede bir dizilerin konusu değişiyor. Ben de oyuncu olarak üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. Yine de farklı bir karakter olması, senin ve arkadaşlarının çok iyi oynamanız dizinin başarısı için tek başına yeterli olmuyor. Senaryo, yönetmen ve ekip işi...


Hayalini kurduğun, rüyasını gördüğün bir rol var mı?

Bir sürü var. Tam olarak “Şöyle bir kadın” diyemem ama, gözümde canlanıyor. Karakterin hikâye içindeki duruşu beni heyecanlandırıyor. Hırsız, polis, dansöz, şarkıcı ya da öğrenci olabilir, fark etmez. O karakterin mesleği değil, aramızdaki serüven heyecan verici. Mesela “Romantik Komedi”de Didem daha önce hiç canlandırmadığım, komediyi çok iyi taşıyan bir karakterdi. İzleyici beni ilk defa öğrenci değil, deli dolu bir kadın olarak görmüştü. Güzel bir ters köşe olmuştu. Bana böyle fırsat sunan senaryolara bayılıyorum.

‘BALERİN TARAFIMI GÖSTEREBİLECEĞİM BİR PROJE DENK GELMEDİ’

Bir kitap okurken mesela “Bunu oynamalıyım” diyor musun?

Çoğu oyuncu kitap okurken, film seyrederken “Bu karakteri ben canlandırsam nasıl olurdu?” diyordur herhalde. Ben de izlediğim her filmde yolculuk yapıyorum, hayallere dalıyorum ama galiba balerin olduğum için en çok “Black Swan”ı (Siyah Kuğu) izlerken içim kıpır kıpır olmuştu.


Son dizinde türkü söyledin. Böyle bir yeteneğin olduğunu bilmiyorduk. Balerin tarafını ne zaman göreceğiz? Çok dokunmadın baleye...

Türkü söylemeyi de çok sevdim. Diziden sonra ilgim arttı. Özellikle Karacaoğlan, Âşık Veysel gibi ozanları dinliyorum ama bilmediklerimiz o kadar çok ki. O dönem yazılan şiirler, besteler insanın kalbine çok dokunuyor. İnanılmaz ruhumu okşadı. Balerin tarafımı gösterebileceğim bir projeyse henüz denk gelmedi.


Bu projede türkü, bir başkasında boks... Daha neler kattın kendine?

Hep iz bırakan şeyler oluyor. Dans ettim, karaoke yaptım, oryantal yaptım. Bilmediğim şeyler de çıkıyor karşıma. 13 yaş sahneye ve televizyona çıkmak için çok erken aslında. Ama bale beni sahneye hazırladı, o yüzden yeri çok ayrı. Bana bir hayat disiplini de kazandırdı. Tam saatinde orada olacaksın, çorabından kıyafetine her şeyin tam olacak... Balerin olanlar ne demek istediğimi anlamıştır. (Gülüyor.)


Role hazırlanmaya fırsat var mı?

Hep yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Türkü söylemem istendiğinde çok hazırlıksızdım. Günlerce uyumadım. (Gülüyor.) Çok kısa sürede hazırlandım. Ama bir daha o kadar panik olmamak için şimdi şan ve dans derslerine devam ediyorum. Proje geldiğinde hazırlanırım, arada vaktim olduğunda da hangi konularda kendimi geliştirebileceksem onlara yöneliyorum.


Tabii burada işler Hollywood’daki gibi yürümüyor...

Kendini hazırlayabileceğin zaman çok az, o yüzden yapabileceğim her şeyi yapmaya çalışıyorum. Doğrudan bale yapmadım ama orada öğrendiklerimi kullanma şansım oldu. Bir de annemin söylediği şu: “Çocukluğunda da herkesi hep izler, süzerdin.” Gerçekten en sevdiğim şey insanları izleyip ne yaptıklarına bakmak, ne hissettiklerini anlamaya çalışmak. Bu da içgüdüsel olarak yaptığım bir birikim.


‘BAŞARI DEDİĞİN ŞEY SÜREKLİLİKTİR’

Sen nasıl görüyorsun sektörü?

İlk zamanlarımda diziler 50-60 dakikaydı, şimdi değişti 140 dakika oldu. Değişimi kendi içimde ben de yaşadım. Türkiye’de çok iyi senaryolar yazılmaya, çok iyi yönetmenler, oyuncular ve daha kaliteli işler çıkmaya başladı. Ama bu arada tüketim hızlandı ve süre kontrolü elden gitti.


Dizi furyasında iyi bir oyuncu nesli yetişti. Başarılı, dünyayı takip eden, sektörün sorunlarını gören...

Bu umut verici. Sektöre adım attığım yıllarda çok fazla oyuncu çıkıp kayboluyordu. 15 yıldır sürekliliğim olması beni mutlu ediyor. Başarı dediğin, günün sonunda sürekliliği sağlayabilmek.


Bu arada gençliğini, çocukluğunu yaşayabildin mi?

Zor gerçekten; kolay desem yalan olur. Kendini tanıma, keşfetme, fütursuzlaşma, içine kapanma meselelerini herkes ailesi ve arkadaşlarıyla yaşarken ben tüm Türkiye ile yaşadım. Düşünsene; 10 sene hiç durmadan çalışmış ve okula gitmişim. Bunu fark edince ruhumu beslemeye, kendime vakit ayırmaya başladım. Sonra her şey yerine oturdu. Çocukluğum yine de keyifli geçti.


İçinde kalan bir şey var mı?

Ait olmadığım bir meslek seçseydim ya da kariyerim iyi gitmeseydi, üzüntülerim daha çok olabilirdi. Ama kendime çok sevdiğim bir yol seçtiğim için, iyi ki tüm zorluklarına rağmen vazgeçmemişim ve mutluyum.


Emma Watson’a bir röportajımızda “Görünmezlik pelerinin olsun ister miydin?” diye sordum, “Evet isterdim, çünkü her şeyi göz önünde yaşamak zor, insanlar seni acımasızca eleştiriyor, üstelik eleştiriler dış görünüşünle ilgili oluyor” demişti. Sen ister misin?

Çok tatlı ve içten bir cevap vermiş. Kim istemez ki! Evet ben de isterdim ama bence bu röportajı okuyan insanların da bunu isteyeceğine eminim. Ben böyle meselelerde önyargılı davranmaktansa empati kurmayı tercih ediyorum. Ben zaten genelde kendiyle derdi olan biriyimdir. Etrafımdakilere önyargılı ve eleştirel bakmam.


Sana karşı olmuyor ama sen başkalarıyla empati kuruyorsun...

Empati kurduğunda her şey daha kolay oluyor, hayata sevgiyle bakıyorsun. Günün sonunda bizi üzen şeylerin hepsinin sağlık sorunları yanında ufak kaldığını görüyorum. Zaten hayatın zor ve sert olduğu bu dönemde, başkalarını üzmek yerine mutlu etmeye çalışmak bizi aydınlığa götürür diye düşünüyorum. Yani bardağın dolu tarafından bakmak lazım biraz. O yüzden başka şeylere kafa yormak iyi bir çıkış yolu ama o pelerin de fena olmaz. (Gülüyor.) Anlaşılmadığım ve farklı şeylerle karşılaştığım dönemlerde bir pelerinim olsa ve altına saklanabilsem, canım yanmasa güzel olurmuş.


‘DOĞALLIK SAVUNDUĞUM ŞEY’

Emma Watson’la ortak yönünüz, güzellik elçisi olmanız. Sen de Garnier’nin güzellik elçisisin. Güzellik elçisi olmak nasıl bir şey?

Bundan 7-8 sene önce, “Ben star olmakla değil, başarılı olmakla ilgileniyorum” demiştim. Garnier güzellik elçisi olmam için geldiğinde, “Sinem biz saf, natürel, güzel, genç ve başarılı biriyle çalışmak istiyoruz ve bunu sende görüyoruz” dedi. Bu beni mutlu etti, demek ki istediğim şeyi doğru yansıtabilmişim, çünkü doğallık zaten savunduğum bir şeydi. Çocukluğumdan beri makyaj yapıyorum ve doğallığın ne kadar doğru olduğunu, ilgi çektiğini görüyorum. Bana göre güzellik; iri gözler, hokka gibi burun, muhteşem dişler değil. Güzellik bir bütün. Bu konularda ben de güzellik elçisi olduğum markayla aynı bakış açısına sahibim. 3 yıldır saf ve doğal güzelliği ortaya çıkaran, kadınların doğal güzellikleriyle ışıldamalarına fırsat veren bir markanın güzellik elçisi olmaktan dolayı mutluluk duyuyorum.

Gençken doğallık demek kolay, ancak Cate Blanchett olup “Kırışıklıklardan korkmuyorum” diyen de var. Sen korkuyor musun?

Saçların beyazlamasını çok seviyorum. Kırışıklıklar konusunda da şu an bir korku hissetmiyorum, belki dediğin gibi yaşadıkça değişebilir bu. Tabii ki bir kadının burnunun büyük olması onun hayatı boyunca kendini özgüvensiz hissetmesine yol açacaksa ve ufak bir dokunuş bunu iyileştirecekse, karşı değilim. Ama ben, işim gereği mecbur kalmadıkça hiçbirini istemiyorum.



Bu arada çanta tasarlamışsın. Var mıydı önceden tasarımların?

Ufak tefek tasarımlarım vardı. Çizmeyi, boyamayı ve yazmayı seviyorum.


Yazıyorsun... Hikâye falan mı?

Küçük hikâyelerim var, düşüncelerimi yazıyorum. Ama Garnier için yaptığım tasarımları insanlara sunacağım hiç aklıma gelmemişti. Onlarla 3 sene önce bir araya geldik. Bu sene farklı olarak imzamı taşıyan bir çanta yapmak istedim. 3 farklı temadan yola çıkarak hazırladığım çantalar için önce “Güzellik, kusursuzluk ve aşk benim için ne ifade ediyor?” diye düşündüm. Aşk için kırmızı tonları, güzellik için yaz ve denizi çağrıştıran maviyi, kusursuzluk için ise doğayı simgeleyen renkleri tercih ettim. Hissettiklerini ve duygularını kalıcı bir şekilde ifade edebilmesi insanı gerçekten çok mutlu ediyor.


‘DUYDUKLARINIZ DOĞRU’

“Çantalardan biri aşk temalı” dedin; bu konunun açıldığına sevindim. Kenan İmirzalıoğlu ile karar aldınız, “Allah tamamına erdirsin” diyelim.

Teşekkür ederim.


Cihangir’e gelin gidiyormuşsun, öyle görünüyor. Nasıl bir hayat seni bekliyor?

Birçok soruyla karşılaşıyorum ama göz önünde olmayı sevmediğim için üzerine konuşmuyorum. Duyduklarınız doğru. Sizlerle paylaşmak da keyifli ama onun dışındakiler bana, bize özel kalsın.

Her şey yolunda gidiyor. Yazılanların hepsi doğru mu?

Hepsi değil canım.


Nisanda evlilik var diye duydum.

Yok, o doğru değil. Yüzüğün fiyatı da doğru değil. Bu kadar. Özelimiz bize kalsın.


Ama herkes o kadar iyi dileklerde bulunuyor ki...

Evet biliyorum, ne mutlu bana, gerçekten çok teşekkür ederim.


‘İÇİMİ KIPIRDATAN BİR ŞEY OLDUĞUNDA YİNE EKRANLARDA OLACAĞIM’

Yeni nesil için “Aşka önem vermiyorlar, duyarsızlar” denir ama ben bazen haksızlık edildiğini düşünüyorum. Büyük aşklar da yaşanıyor. Sen ne düşünüyorsun yeni neslin aşka inanmaması, çabuk tüketmesi meselesi hakkında?

Bizim nesile böyle bir önyargıyla bakmak doğru değil. Her şey değiştiği gibi yaşama şeklimiz, paylaşımlarımız da değişti ama duygular aynı... Çağın gereği mektupların yerini mesajlar almış olabilir, ama yeni neslin sanata, aşka, yaşadığı ülkeye, dünyaya duyarlı olduğunu düşünüyorum ben. Hatta tepkisini de gösteren ve harekete geçen bir nesiliz.

Peki son olarak uzun yıllardır kendine, mesleğe çok fazla şey verdin, çalıştın. Günün sonunda “Hak ettiğim şeyleri yaşıyorum, mutluyum” diyor musun?

Emeğimin karşılığını aldığım bir dönemdeyim. Akışına bırakırım, sabit hırslarım yok. Hayatın getirdiklerini her zaman sevgiyle kabul etmeye çalışırım. “Analar Anneler” uzun zamandır ilk defa kısa süren bir macera oldu benim için ama kıymetliydi. Fazla ara vermeyi düşünmüyorum. İçimi kıpırdatan bir şey olduğunda yine ekranda olacağım.


Annelik konusunda ne düşünüyorsun? Vardır herhalde annelik hayalin, önünde koca bir hayat var.

Çocukları küçüklüğümden beri çok seviyorum. Şu anda öyle bir şey yok ama zamanı geldiğinde tabii ki isterim.


2015 kadınlar açısından çok zor geçti. Kenan İmirzalıoğlu, röportajımızda erkeklere çok güzel bir mesaj vermiş ve “Erkeksen adam ol” demişti...

Kadınlar olarak biz kendimiz için bir şey yaparken, ilgi gören, saygı duyulan ve örnek alınan erkeklerin de kadınları desteklemesi çok önemli. Bu konuda güzel söylemleri olan herkese teşekkür ediyorum ve destekliyorum.



Röportaj: Aysun Öz

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.