İş yerinde, evde, sosyal hayatımızda hatta yolda bazen aksilikler yaşar ve zaman zaman hiçbir şeyin yolunda gitmediğini düşünür; umutsuzluğa kapılırız. Ya da her şey yolundayken "Şimdi kötü bir şey olacak" hissi yaşarız. Peki bu duruma sebep ne diye hiç düşündünüz mü? Uzm. Klinik Psikolog-Psikoterapist Feyzullah Alpman, kaygılarımız hakkında merak ettiğimiz soruları yanıtladı.
Hayatımızda zaman zaman olumsuzluklarla karşılaşırız ve yaşadığımız bu olumsuzluklar bizi bazen çaresizliğe sürükler. Bu sürüklenmeye karşı koyabilmenin ve güçlüklerle başa çıkmabilmenin püf noktaları var mıdır?
Karşılaşacağımız güçlükler, olumsuzluklar çok doğaldır ve her zaman olmuştur, olacaktır. Olumsuzluklar olmasa hayatın bize sunduğu güzelliklerin de bir anlamı olmazdı. Her şey, zıttıyla anlam kazanır. Hüzün, keder olmasa sürekli mutluluğun da anlamı olmazdı. Baş edemeyeceğimiz düzeyde bir olumsuzlukla karşılaştığımızda, ümitsizlik, çaresizlik yaşarız. İnsana karşılaştığı güçlükleri aşmak büyük zevk verir, güçlendirir. Bizi yetiştiren ebeveyn tutumlarına, travmalara, olumsuz yaşantılara bağlı olarak birçok düşünce bozukluklarımız oluşur. Bize çaresizlik duygusunu yaşatan bir güçlükle karşılaştığımızda ilk akla gelen en kötü düşünceler, felaket senaryolarıdır. Başka seçeneğimiz hiç yokmuş, en kötü durumdaymışız gibi gelir. Henüz yaşamadığımız bir durumla ilgili birtakım zihinsel yanılsamalarımız olur. Gelecekle ilgili falcılık yapar, karşımızdaki insanı dinlemeden onun adına karar verir, zihin okuruz. Başımıza gelebilecek olumsuz durumu aşırı felaketleştiririz.
Bize çaresizlik hissettiren güçlüklerle baş edebilmemizin en etkili yolları:
- Zihinsel yanılsamalarımızı düzeltmek,
- Yaşamadığımız bir durumun sonucu hakkında felaket senaryoları yazmamak,
- Başkası adına hüküm vermemek,
- Zihnimizdeki olumsuz düşünceleri olumlamak,
- Farklı seçeneklerimizin olduğunu anımsamak,
- Bizi kaygılandıran durumla yüzleşmektir.
Örneğin; iş hayatında yaptığı önemli bir hatadan dolayı çalışan kişinin ilk aklına gelen düşünceler; işten atılmak, yöneticisinin kızması ya da iş arkadaşlarına karşı rezil olmak olabilir. Bu durumda yapması gereken şey; ilk aklına gelen düşüncelere kanmak yerine, durup düşünmek, 'Başka ne olabilir?' sorusunu kendisine sormak ve olumlu seçenekleri sıralamak olabilir.
Olumsuz şeyleri kabullenmek olumsuzlukları beraberinde getirir mi? “Ya yapamazsam”, “Kesin olmayacak”, “O da gidecek” gibi yargılayıcı düşüncelerden zihni arındırmak imkansız mı? Bu endişelerle yaşanır mı?
Olumsuz durumlarla gayret göstererek, çaba sarf ederek baş edemiyorsak, bunları kabullenmek bizi rahatlatır. Ancak her olumsuzluğu kabullenmek, sadece olumsuzlara odaklanmak bir süre sonra olumluları görmememize neden olur. Bütünü görmek yerine olumsuz yöne odaklanırız. Bu da hayatımızda her şey kötü algısına neden olur. Genelleme gibi bir düşünce bozukluğunun sonucu olarak da mutsuz oluruz. Olumsuz inançlar; kişinin yetiştiği aile ortamı, çevreye, travmatik yaşantılara, olumsuz anılara bağlı olarak gelişir. Yapamayacağına inanan kişi çocukluğunda çok eleştirilmiş, takdir edilmemiş, desteklenmemiştir. Hep başarısız olacağına, kaybedeceğine inandırılmış ya da inanmayı seçmiştir. Bu olumsuz inançların üstesinden gelmesi için kişinin, potansiyeline inanması ve yeni bir deneyimle yapabildiğini görmesi gerekir.
Hayat bir göldeki su gibi durağan değil ırmak gibi akan, ilerleyen bir haldedir. İnsanın da ilerlemesi, değişim ve dönüşüm göstermesi, kendini yenilemesi, kendini engelleyen zincirleri kırması gerekir, dinamik olması gerekir. Hayatımızda düşünce, duygu ve davranış döngüsü vardır. Yani ne düşünürsek ona göre bir duygu hissederiz ve o duygu da bir davranışa neden olur. Kendimizle ilgili olumsuz inançları değiştirip olumladığımızda da duygumuz ve davranışımıza etkisi pozitif olur. Sabah kalktığımızda “Ne berbat bir gün!” diyerek güne başladığımızda o günümüzün kötü geçmesi çok normaldir. Ama “Benim için yeni bir gün ve harika şeyler olacak!” şeklindeki bir düşünce daha mutlu ve enerji dolu hissettirir. Pesimist bir düşünce yapısıyla geçen bir yaşam insanı mutsuz ettiği gibi, psikosomatik rahatsızlıklar dediğimiz fiziksel bir çok rahatsızlığa da neden olur. Daha mutlu bir yaşam bizim elimizdedir. Hayat bize sunulmuş armağandır; onu mutlu yaşamak da, mutsuz yaşamak da bizim elimizdedir.
Her girişim iyi bir şekilde son bulmayabilir ancak kendi kendimize dahi zaman zaman “Başarısızım”, “Şanssızım” gibi damgaları vurabiliyoruz. Bu damgaları kabullenmemek için, daha güçlü birey olmak için neler yapılmalıdır?
Yaşadığımız bir olumsuzluktan dolayı genelleme yapmak ve onu felaketleştirmek, her zaman kötü şeyler bizim başımıza geliyor gibi davranmak yine bir düşünce çarpıtmasıdır. Hayatta iyi şeyler de olur, kötü şeyler de... Başımıza gelen iyi şeylerin tadını çıkarır, kötü şeylerden ders alırız. Dünya tarihine damga vuran birçok insanın hayatı başarısızlıklarla doludur. Onlar vazgeçmek yerine mücadele etmeyi, dersler çıkararak daha iyi sonuçlar elde etmeyi seçmişler ve tarihe damga vurmuşlardır. Örneğin; Atatürk, defalarca sorunlar yaşamış, hapis yatmış, mağlup olmuş, rütbesi sökülmüş, çok zor zamanlar geçirmiş ama pes etmeden yaşadığı zorluklardan dersler çıkararak, bir lider olarak yüzyıla, tarihe damga vurmuştur. Her insan kendini gerçekleştirme potansiyeliyle doğar. Yaşadığı çevrenin, anne-babanın yaklaşımlarıyla var olan potansiyelini ortaya çıkarır, ya da tam tersi kendi kendini engeller. Engellerini fark edip, zincirlerini çözmeyi başardığında daha güçlü olur. Kendini olumsuz etiketlerle tutsak etmek yerine yeteneklerine, potansiyeline odaklanmalı kendini özgür ve güçlü hale getirmelidir.
"Asıl güç içsel dinginliktir"
Güçlü birey olursak mutlu olur muyuz?
“Güçlü olmak” herkes tarafından çok farklı anlaşılabilir. Nasıl güçlü olmak? Fiziksel olarak mı, bilişsel olarak mı, statü ya da para olarak mı, ruhsal olarak mı? Güç kavramının içini iyi doldurmak gerekir. Birçok insan yanılır; çok parası olduğunda güçlü ve mutlu olacağını düşünür ya da istediği statüyü elde ettiğinde dünyanın en mutlu insanı olacağını zanneder. Asıl güç içsel dinginliğini, ruhsal bütünlüğünü sağlayabilmektir. Ancak bu şekilde mutlu olunabilir. Diğer güçler geçici olarak tatmin etse de insanoğlu doyumsuzdur ve sonra daha fazlasını ister. Kendisiyle barışık, elindekinin değerini bilen ve yetinen insanlar asıl güçlü ve mutlu olanlardır.
Aile içinde bireylerin bazıları diğerlerine oranla daha kaygılı olabiliyor. Peki kaygılı bireylere yaklaşım nasıl olmalıdır? Aile içi ilişkilerde bu denge nasıl kurulur?
Kaygılı kişi anlaşılmaya, desteğe ve yatıştırılmaya ihtiyaç duyar. Birey neden kaygı duyuyor? Gerçekçi nedenleri var mı? Yoksa yönetemediği karmaşık nedenler mi var? İyi bir dinleyici olmak gerekir kişiyi anlamak için. Onu anladığınızı hissettirerek gerçekliğe çekmek gerekir. “Sen yanlış düşünüyorsun” gibi suçlama ve eleştiriler daha olumsuz etki yapar. “Çok kaygılandığını görüyorum, konuya bir de şu açıdan baksak” gibi yaklaşımlarla diğer seçenekleri göstermek, kişiyi gerçekliğe çekmek gerekir.
Kaygısız yaşanır mı ya da hiç kaygılanmamak iyi bir şey midir? Tüm bunlara ek olarak kaygı bozukluğu nedir?
Hayatımızın herhangi bir döneminde yoğun, günlük hayatımızda da ara sıra kaygılar yaşamamız normaldir. Bu kaygılar optimal düzeyde olduğunda bize zarar vermez, hatta fayda sağlar. Aşmamız gereken sorunu aşar, motive oluruz. Kaygı düzeyi aşırı olduğunda yaşam kalitesini büyük ölçüde etkilenir, kişinin eli ayağına dolaşır, düşünemez olur, konsantrasyonu bozulur, dikkati dağılır ve yapması gerekeni de yapamaz. Hayatımızı bloke eden, sıkıntı hissettiren, zevk almamızı engelleyen, bazen kontrol edilemeyen gerçek dışı düşüncelere, obsesyonlara neden olan, bazen her şey normalken panikleten, krizler yaşatan, huzursuzluk, korku ve endişelerle hayatın kısıtlanmasına neden olan olumsuz durumlara yol açar fazla kaygı. Hiç kaygılanmamak sorumsuzluğu da beraberinde getirebilir. Bu yüzden iyi değildir. Her insanda baş edebileceği düzeyde kaygı olması işlevseldir. Kaygısız yaşamak şüphesiz mümkün değildir ancak kaygımızı kontrol ederek yaşamamız gerekir.
Kaygı bozukluğu, kişinin nedenini bilmeden hissettiği korku, sıkıntı, huzursuzluk ve bunaltı halidir. Kaygı bozuklukları, yaşanan bunaltının durum ve farklılığına göre çeşitlere ayrılır. Yaygın anksiyete, panik bozukluk, fobiler, saplantı-zorlantı bozukluğu (OKB) ve travma sonrası stres bozukluğu gibi... Nedenleri kaygı bozukluğu yaşayan kişiye göre değişir. Yaşanan bir travmaya bağlı olduğu gibi, ebeveynlerin tutum ve davranışlarına, onlarda da benzer özelliklerin olmasından dolayı modellemeden kaynaklanabilir. Kaygı bastırıldığında bedensel bir işlev bozukluğuna dönüşebilir. Bazılarında bayılmalar, cilt hastalıkları, mide sorunları şeklinde kendini gösterebilir.
Bazen birey normalden daha fazla kaygılı olduğunun farkına varmayabilir. Peki bir kişinin kaygılı olduğunu gösteren unsurlar nelerdir? Kaygı düzeyimizi kendi kendimize anlamamız mümkün müdür?
Kişi kaygılı olduğunu; genel bir huzursuzluk, gerginlik, tedirginlik, sabırsızlık, irkilme ve çabuk kızma gibi normalde yaşamadığı farklılıklardan anlayabilir. Bazılarında kötü bir şey olacakmış endişesi olur. Bazılarında dikkat dağınıklığı, unutkanlık, anlamada güçlük gibi durumlar görülebilir.
Fizyolojik belirtileri ise kaslarda gerginlik, kalp atışının hızlanması, aşırı terleme, yüzde kızarma ve solukluk, el ve ayaklarda karıncalanma, soğukluk gibi kişiye göre farklılık gösterir. Uykuya dalmada güçlük ya da uykunun sık sık bölünmesi, korkulu rüyalar, cilt ve mide hastalıkları da kronik kaygıdan kaynaklanır.
Kişi genel olarak hayatında yaşamadığı ve kendini kötü hissettiren bilişsel ve fiziksel birtakım farklılıklar ve rahatsızlıklar yaşıyorsa bir kaygı bozukluğu vardır. Çoğu zaman kişi kaygılarını kontrol edemeyebilir. Bu durumda mutlaka bir uzmandan destek almalıdır.
Röportaj: Dilay Argün
YORUMLAR