X

“Ailelerimizin ve toplumumuzun kuralları biz kadınların, kendimizi, diğerlerinin istek ve beklentilerinden farklı şekilde tanımlamamızı güçleştiriyor ve önceliği kendi yaşamalarımızın niteliği ya da yönüne verdiğimizde diğerlerinden gelen olumsuz tepkiler kendimizi huzursuz ve suçlu hissetmemize sebep oluyor. Eğer öfkemizi, giriştiğimiz tüm önemli ilişkilerde açıkça tanımlamak için kullanmaz ve duygularımızla oldukları gibi başa çıkmazsak bu sorumluluğu bizim yerimize üstlenecek başka birisi olmayacaktır.”


Yukarıdaki alıntı Harriet Lerner isimli terapistin yazdığı Öfke Dansı kitabından... Öfke pek de sevmediğimiz, kabul etmediğimiz ve olumluya doğru yönlendirmekte güçlük çektiğimiz bir duygu. Diğer negatif duygulardan farklı olarak öfke denince işin içine bir de toplumsal cinsiyet rolleri giriyor. Her nedense öfke erkeklerde garipsenmezken kadınlarda yakışıksız bulunuyor. Kadınlar üzülebilir, erkekler öfkelenebilir diye kayda geçmemiş bir kural hüküm sürüyor günlük yaşantıda. Bu böyle olmak zorunda mı? Ya da ne pahasına soruları geçiyor aklımdan.


Lerner, öfkeyi önemli bir işaret olarak tanımlıyor.

İncindiğimizin,

haklarımızın ihlal edildiğinin,

gereksinimlerimizin ya da isteklerimizin doğru şekilde karşılanamadığının

ya da belki de yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun işareti.

Bunların yanı sıra yaşamımızdaki önemli bir duygusal sorunu ihmal ettiğimizi,

ilişkimizde kendimizden çok fazla şey feda ettiğimizi,

başa çıkabileceğimizden çok daha fazlasını yaptığımızı da işaret ediyor olabilir diyor Lerner ve ekliyor:


“Kadınların öfkelerinin bilincine varmaları ve bunu ifade etmeleri hep engellenmiştir.”


Kadının öfkesine yönelik bu yadırgayıcı tavır, kadın kişisini öfkesiyle baş etmek için iki farklı tutuma yönlendiriyor. Bunlardan ilki “iyi kız” olup gerçekte öfke ya da tepki uyandıran durumlarda sessiz kalma hali. Kadın bu şekilde öfkesini yok sayarak davranmaya başladığında kendi benliğinden uzaklaştığı bir döngünün içine giriyor. Pes ettikçe ve idare ettikçe dışa göstermediği öfkesinin içinde çığ gibi büyümesinin yanı sıra kendi düşünceleri, duyguları ve isteklerinden habersiz kaldığı bir sistemin içinde sıkışıyor.


İyi kız davranışının tam tersinde de “şirret kadın” davranışı bulunuyor. Bu da tıpkı iyi kızda olduğu gibi öfkeyi yaşamanın diğer bir uç noktası ve herhangi bir sorunu çözmediği gibi gittikçe daha çok soruna sebep olabiliyor. 'Şirret' kadınlar öfkelerini (verimsiz bir şekilde) ifade etmekten çekinmiyorlar, toplum tarafından iyi kızlara nazaran daha az seviliyorlar; haklı bile olsalar haksız konuma düşüyor ya da en iyi ihtimalle antipatik olarak addediliyorlar.


Öfke kılavuzumuz olursa


Şirret kadın ya da iyi kıza dönüşmeden, öfkeyi bir kılavuz olarak kullanırsak hayatımızdaki birçok düğümü açabileceğimizi sıklıkla tekrarlayan kitap şu aşağıdaki düşünceler etrafında dönüyor.



“Öfkemi ifade edersem artık sevilmez miyim, kabul edilmez miyim, yaftalanır mıyım, antipatik mi olurum; o zaman ben fedakâr kadın rolümü oynamaya devam edeyim ve toplumsal onayı kendi benliğimi açığa vurmaya tercih edeyim...” kararı, bizim topraklarımızdaki kadınların kendileri bile bilmeden aldıkları ve uyguladıkları bir kural denebilir... Bu kuralı bilerek ya da bilmeyerek deldiklerinde bu sefer de nur topu gibi bir suçluluk duygusuyla kalakalıyor kadınlar.


Oysaki hissettiğimiz her şeye hakkımız var.


Uzun bir konu bu; meraklısı için kısa bir girizgâh olabildi bu yazı da. Devamını merak eden kitabı okusun: Dr. Harriet Lerner - Öfke Dansı - Varlık Yayınları.