X

Anne olmak isteyen, fakat annelik yapmak istemeyen kadınlar tanıyorum.

Bir hayli fazla sayıda.

Bu kadınlar genellikle, anne olmanın romantik, pastel renkli, oda dekore etmeli yönlerini hayal ederek bu arzuya sahip olanlar...

Kimisi içinse anne olmak statü yükselten ya da her kadının sorgulanamaz bir görevi, kalbinin arzusu mu, bu konuda şuurlu mu önemli değil... Kadın doğurur (mu)?

Kimisi için başka bir şey, yaşlanınca kendine bakacak birilerini yetiştirmek belki...

Ne kadar kadın varsa anne olmanın ya da olamamanın o kadar çok yolu var.


Bu ay sıklıkla anne olmuş fakat annelik edememiş kadınlarla ilgili kitaplar okudum.

İlki “Annenin Duygusal Yokluğu”idi; bugün bahsedeceğim ise Okuyanus yayınlarından çıkan ve sevgili Ebrar Güldemler’in çevirdiği “Boş Ayna.”





Boş Ayna ne mi demek?


Anne insanın bakınca kendini gördüğü aynasıdır demek.

Kimi kızlar, kimi annelere bakınca kendilerini göremediler, boşluk gördüler demek...

Bu, o kimi kızlar için ya hayat boyu kanayan bir yara olacak ya da şifa arayışı için bir kapı olacak demek...


Boş ayna, kendisini annesinin gözlerinde, olduğu gibi görememiş, sadece var olduğu için sevilememiş kız çocukları anne olduklarında kendi çocuklarının görüntüsünü yansıtabilmek için bir hayli gayret göstermeliler demek...


Çünkü hayranı olduğum oyun terapisti Byron Norton’un da söylediği gibi


Ebeveynlik etme biçiminiz sizden sonraki 5 neslin ebeveynlik etme biçimini etkiler”


Çünkü anneliği annemizden öğreniyoruz. Onun bize bebekliğimizde, çocukluğumuzda, ergenliğimizde nasıl davrandığı bizim kendi çocuklarımıza olan davranışımızın temelini oluşturuyor.


Boş Ayna, narsist anne (maternal narsisizm) denen bir kavramı. Annenin, duygusal olarak olgunlaşmamış, yeterli annelik görmemiş bu yüzden de kendi kızıyla kalbi bir bağ kuramamış, onu (herhangi bir çocuğun doğal olarak beklediği üzere) sadece var olduğu için sevememiş olmasını narsizm olarak adlandırıyor. Ve elbette bir hayli detaylandırıyor.


Kitabın yazarı doktor Karyl McBride kendisi de narsist bir annenin kızı olarak büyüdüğünü ve terapist olarak geçirdiği yetişkinlik yaşamı boyunca sıklıkla, kendisi gibi narsist annelerle büyüyen kızların bu annelerin etkilerinden iyileşmeleri için çabaladığını anlatarak başlıyor kitabına.

“Narsist bir annenin kızı olarak büyüdüyseniz yetişkin olarak her gününüz doğru şeyi yapmak ve iyi bir kız olmak için çabalamakla geçer” diyor...


Narsist annelerin sahip oldukları başarı, güç, güzellik, ideal aşk hayallerini; hayranlığa ne kadar çok gereksinim duyduklarını; empati ve hakiki duygusal yakınlık göstermekten yoksun olduklarını, ukala ve tepeden bakan davranışlarını, çocuklarıyla rekabete giriştiklerini, En önemli olanın kendi ihtiyaçları olduğunu ve herkesin kendini ona göre ayarlaması gerekir gibi davrandıklarını yazıyor...


Bu saydıklarımın bu annelerin çocukları tarafından algılanmasının güç. Özellikle de belli bir olgunluğa ulaşmadan önce. Çünkü her çocuk içinde doğduğu aileyi “normal” sayarak büyüyor ve bir annenin eksik- yanlış özellikleri olabileceğini kabul etmek kolay değil. Hele ki toplum ve kültür “anneliği” kutsallıkla böylesi özdeşleştirmişken...


Yazar diyor ki:

“Neredeyse tüm annelerin kızları için iyi niyetler beslediğine inanıyorum. Ne yazık ki bazıları bu iyi niyetleri hayata geçirebilecek beceriden yoksunlar.


Narsist bir annenin kızı küçükken duygusal açıdan yetersiz beslenmiş olmasının sonucu olarak;



Narsist annelerin diğer bir karakteristiği ise ne hissettiğinize değil nasıl göründüğünüze önem veriyor olmaları.