İstanbul ‘MadMax’e’ doğru…

“Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana”, diye bir şarkı vardı biz küçükken. Bilmiyorum şimdiki çocuklar bu şarkıları öğreniyorlarmı okullarda. Ya da zamanın ruhu gereği şöyle şarkılar öğreniyorlar belki de: Tohumlar GDO, fidanlar yol kenarlarında, ağaçlar köprülere, ağaçlar betona...


İstanbul fiziksel ve psikolojik tüm sınırları çoktan aşılmış bir kent. Bu kadar çok insanın, bu kadar çok arabanın, bu kadar çok binanın ve gittikçe daha az yeşilin barındığı su ve oksijen kaynaklarını son hızla tüketen ve hatta bölgedeki diğer şehirlerin kaynaklarına gözünü dikmiş bir şantiye İstanbul.


Bu hafta İstanbul’un ağaçları açısından geri dönülmez kararların verildiği; şehrin zaten az olan kaynaklarının iyice tükeneceğinin netleştiği bir hafta oldu.



Temeli atılan 3. ve hatta olası 33. köprü projesiyle trafikte bir azalma kaydedileceğinden umudum yok. Trafiğin araç trafiğinin körüklenmesiyle değil toplu taşımanın ve deniz yolunun, bisiklet yollarının etkin kullanımıyla düzelebileceğini düşünüyorum.


Bunun yerine yılın 300 günü poyrazın etkisi altında olan bir şehrin kuzeyden oksijen taşıyabildiği yegâne ormanların nasıl olup da gözden çıkarılabildiğine hayret ediyorum.


Bugün, aklı başında, etrafının farkında olan, İstanbul’da yaşayan bütün anneler çocuklarının geleceği ile ilgili dertliler...


Bu şehrin pek yakında eski “Mad Max” filmlerinde olduğu gibi toz ve kumdan, asfalt ve betondan ibaret kalacağını düşünen bütün anneler yasta bugün...


Bir kısmı Gezi Parkı’nda nöbette bu annelerin. Şehrin ortasında toplam 15-20 ağacın olduğu tek bölgenin asırlık ağaçları sökülmesin diye çadır kurmuş bekliyorlar. Neden mi? Ağaçlar için. Bir ağaca bakıp da tüm yaşamı görebildikleri için.


Ağaç yaşam demek; yuva kuran kuşlar; ağ ören örümcekler; yağmuru çağıran yapraklar; karbondioksiti emip havayı temizleyen, bizim için en kıymetli şeyi “nefesimizi nefes yapan” bir organizma, bir yaşam döngüsü demek.


İstanbul bu hafta ağaçlarını gözden çıkardı ve kendi “bindiği dalı kesmiş” oldu bu şekilde.


Not:

İstanbul zaten dünya ortalamasında kişi başına düşen yeşil alan açısından en fakir kentlerden biriydi. 2009 rakamı: 6.4 metrekare; şehrin merkezinde bu kişi başına 2 m2’ye iniyor. Dünyadaki örnekler ise şöyle: Amsterdam’da 45.5. Stockholm’de 87.5. Roma’da 45.3. m2. Bundan sonraki rakamları hiçbirimizin duymak isteyeceğini sanmıyorum.


Dipnot:

“Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan. Balkonunuz çok yüksek sizin, baş döndürüyor. Dünya pek alçak bir yer olacak yakında, öyle görünüyor.”

Birhan Keskin.


Doğadaki son çocuk bizimki mi?


Sorun çocuklarda değil, yaşadığımız ortamda!



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.