X

Hayatında biri olmadığı zaman insan hüzünleniyor. Sokakta el ele, kafelerde restoranlarda göz göze sevgilileri görünce içi buruluyor. Markette beyaz peynirle zeytin tarttıran, klozet temizleyici seçen bir çift bile ona çok romantik görünebiliyor. Yaşadığı eve dönerken, kapısını anahtarla açarken, içeri girerken, koltukta otururken, balkonda kahve içerken kendini eksik hissediyor. Sanki yanında biri olsa tam olacak.


İnsan fark etmiyor, ama bu döneminde etrafındaki çiftlere baktıkça bu yalnızlık hissi katlanıyor. Gördüğü her şeyin bir anlık fotoğraf olduğunu göz ardı ediyor. Sanki herkesin hayatı mükemmel. O el ele, göz göze çiftler hep öyle tatlı tatlı gülümsüyorlar, hep birbirine güzel sözler fısıldıyorlar. Çok mutlular ve sonsuza dek beraber çok mutlu olacaklar.


Halbuki başkalarına değil de kendine bakmalı insan. Başkalarının bugününde değil, kendi geçmişinde biraz dolaşmalı. Kaç ilişki, kaç ayrılık yaşadı? İlişkileri nasıl başladı, nasıl sürdü, nasıl sonlandı? Kim, neden gitti? İlişkileri ona kendini nasıl hissettirdi? O kişilerle neden beraber oldu?


Yaşadığımız ilişkiler bize bir şeyler gösterir. Anlamak istersek uzaktan bakarız olanlara. Anlamak istemiyorsak işin kolayına kaçarız, ya onu suçlarız ya da kendimizi. Bilançoyu çıkarıp eski defterleri kapatmadıkça, yeni ve temiz bir sayfa açamayız önümüzde.


O kişilerle neden beraber olduk? Yalnızlık canımıza tak etti ve “Hayatımda artık biri olsun” mu dedik? “Herkesin bir sevgilisi var, benim de olsun” diye mi başladık? Yani öylesine. Bugüne kadar düşündük mü peki, “biri” deyince birinin geleceğini, nasıl biriyle beraber olmak istediğimizi bilip tam tarif etmedikçe “biriyle” beraber olacağımızı, öylesine?


Ya ilişkilerimiz sırasında nasıl biri olduğumuzu, neler yaptığımızı, neler düşündüğümüzü hatırlıyor muyuz? Çok mu istedik mesela, çok mu verdik? Niye ikisi arasında bir denge kuramadık? Yeterince sevmedik mi, yoksa sevilmedik mi? Kendimizi değersiz mi hissettik?


Giden hep biz mi olduk, yoksa bir türlü gidemeyen, hep terk edilen mi? Ya da son sözü söyleyemeyip karşıdakine söylettiren mi?


Bugünkü yalnızlığımızın en az bir sebebi vardır. Hazır değilizdir yeni bir ilişkiye. Farkında değilizdir ama aslında bir ilişki istemiyoruzdur. Beraber olmaya değecek biri olmadığımıza inanıyoruzdur. Eski tatsız deneyimleri tekrar yaşamaktan veya bağlanmaktan korkuyoruzdur.


Yalnızlıktan yakınan insan nasıl hazır olmaz ki yeni bir ilişkiye? Neden yeni bir ilişki istemez? Neden sevilecek biri olduğuna inanmaz? Yepyeni, bambaşka biriyle aynı sorunları yaşamaktan neden korkar?


Yalnızlık dönemi, bu soruların cevaplarını bulmak için bir fırsattır. Eski ilişkilerin muhasebesini yaparken genellikle kişi kendi hatalarına, kusurlarına odaklanır. Oysa ilişkilere dair inançlarına, önyargılarına, endişelerine, korkularına da bakması gerekir. Çünkü bunlara bakınca hatalar ve kusurlar zaten kendiliğinden ortaya çıkar.


Eğer bir ilişki içinde insan eriyip gideceğine, kendisi olamayacağına, özgürlüğünün kısıtlanacağına inanıyorsa, yeni bir ilişkiye başlayamaz ya da başladığı ilişki sürmez. Eğer kendini fazla seviyorsa başkasına sevgi veremez, sevgisiz ilişki yürümez. Eğer kendini eski sevgililerine karşı türlü nedenlerden ötürü suçlu hissediyorsa, bu veya başka bir sebepten mutluluğu hak ettiğine inanmıyorsa yeni bir ilişki kurması, kurduysa bile sürdürmesi mümkün olmaz. Eğer paylaşmayı bilmiyorsa, hep edinmeye ve edindiğini tutmaya bakıyorsa, “hep bana hep bana” diyorsa, o istese dahî kimse onunla hayatını paylaşmaz.


Uzun süren yalnızlık dönemleri insanın kendiyle karşılaşması, kendini tanıması, anlaması için bir fırsattır. Öteki türlüsü onu veya kendini suçlamaktır, “Yalnızım” diye kurban rolüne bürünmek, bu rolden beslenmektir. İkisinin de, suçlamanın da kurban rolünün de sonu yoktur.